Yeryüzünü îmar ve inşâ eden din; ilk insan, ilk peygamber Hazret-i Âdem ile başlamış; onun kendi neslini sürdürecek olan çocuklarına bu dîni öğretmesi ile devam edegelmiştir. İlk peygamberle başlayan “Tevhid Dîni”, İbrahim -aleyhisselâm-’dan İsmail -aleyhisselâm-’a, Yâkup -aleyhisselâm-’dan Yusuf -aleyhisselâm-’a, Davud -aleyhisselâm-’dan Süleyman -aleyhisselâm-’a zincirin halkaları gibi bağlanarak ilerlemiştir.
O devirlerden nesilden nesle aktarılarak gelen Hanîf Din, bugün son peygamber Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- tarafından bizlere tebliğ edilmiş, bizlerden de aynen geçmişte olduğu gibi, çocuklarımıza öğretilmesi istenmiştir. Binâenaleyh İslam Dini, çocuklara ve eğitimlerine büyük ehemmiyet vermiş; onları “sonu gelmeyen sâlih ameller” olarak vasıflandırmıştır. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“İnsanoğlu öldüğü zaman bütün amellerinin sevabı sona erer. Şu üç şey bundan müstesnâdır” buyurmakta ve bunları şöyle sıralamaktadır:
“Sadaka-i câriye, istifade edilen ilim, kendisine duâ eden hayırlı evlat…” (Müslim, Vasiyyet, 14)
Allâh’ın yeryüzündeki halifesi vasfına aday olan “çocuk”, (bülûğa ermediği için aday olarak vasıflandırılmakta); eğitimi/kişiliği/psikolojisi, dünyada en önemli mevzulardan biri olmasına rağmen maalesef gerektiği gibi takdir edilemeyen konulardan bir tanesidir. Nitekim âilelerde en çok görülen hata; çocuğun dînî eğitiminden önce meslek sahibi olmasının; mânevî gelişiminden önce maddî gelişiminin; iç dünyasından önce dış güzellik ve bakımının öne alınmasıdır. Maddeyi dâimâ ön plânda tutup âhireti dışlayan “dünyevîleşme” (sekülerizm), çocukları da bir gurur ve güç kaynağı olarak dikte ettiği için onlar da “dünyalık yarış”ın içine dâhil oldular. Bu yarış, ilköğretimden başlayıp üniversite, yüksek lisans, personel yerleştirme sınavları derken ellerimizden uçup gitme vakitlerine kadar devam etti.
Eğitimde Sevgi Tılsımı İhmal Edilmemeli
Küçük yaşlarında temel dînî bilgilerini almadan ve âile içerisinde bu bilgileri sevgiyle amele dönüştürmeden sosyal hayata karışan çocuklar, dînî hayatlarını yaşamakta zorluk çekmekteler. Nitekim sokaklar her türlü yarışın ve çok yönlü kapışmaların cazibe merkezleri… Sağlam dayanakları ve güçlü sevgi kaynakları olmayanlar için kaygan bir zemin… Günümüzde sigara ve madde bağımlılığından başlayıp âileyi terk etmeye kadar uzanan pek çok acı örneğini görmek mümkün… Bu vesîle ile Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Çocuğa yedi yaşındayken namaz kılmayı öğretiniz…” (Ebû Dâvud, Salât, 26) buyurmakta…
Hayvanlara dahî sert vurulmasını men eden Rahmet Peygamberi, ısrarla namazın terki durumunda, eğitimin ehemmiyetine binâen ufak ufak ceza verilmesini, yaptırım uygulanmasını öğütlemekte... Çünkü namaz, kişiye sorumluluk şuuru veren büyük bir ibadet... Aynı şekilde Kur’ân tilâveti ile Rabbiyle konuşan, O’nu tanıyan bir çocuk; anne-baba-öğretmen eğitiminden önce Rab sevgisiyle eğitime başlayacaktır.
Akabinde dînî eğitimlerini alan, kitap okuyarak kendini geliştirmeyi hedefleyen çocuklar, sahte ve renkli görüntülere, sanal medyaya ve sokaklara kolay kolay aldanmayacaklardır.
Ecdâdımız da çocukların dînî eğitimlerine çok dikkat ederdi. HattâSultan II. Mahmud Hân, ülkenin her tarafına bir ferman göndermiş ve şöyle emretmişti:
“Dînî vecibeleri öğretmek ve seçeceği mesleğin bilgilerine sahip kılmak, babaların çocuklarına karşı ilk vazifesidir. Ne yazık ki, bir zamandan beri birçok ana ve baba bunu unutarak, çocuklarını daha beş-altı yaşında kazanç hırsı ile sanat sahiplerinin yanına çırak olarak veriyorlar veya başıboş bırakıyorlar. Çocukluk çağında câhil kalanlar ise, bülûğ çağlarında hem kendileri için, hem de memleket için dert oluyorlar. Bu, iki dünyada cezâyı gerektiren bir ihmaldir. Sizlere emrediyorum ki, bu ferman elinize değdiği anda, bölgenizde 6 yaşını bitirmiş ne kadar çocuk varsa bunları tespit ediniz! Mevcut mahalle mektepleri yetmiyorsa bina ve hoca bularak mektepsiz çocuk bırakmayınız! Mektep çağında olduğu hâlde bu çocukları yanlarına alıp çalıştıranların şiddetle cezalandırılacaklarını ilân ediniz! Anasız ve babasız olanlarla, okumaya gücü yetmeyenlerin tahsilini devletin temin edeceğini ilân ediniz!..”
Bu ferman, daha sonra Sultan Abdülmecid Hân ve Sultan Abdülaziz Hân tarafından da tekrarlanmıştır.
Çocuğun eğitimi, hiç şüphesiz anne karnındayken başlamakta ve doğumla birlikte gelişerek devam etmektedir. En verimli eğitim ise, bizzat anne ve babanın hayatlarında görülen ve izlenilen eğitimdir. Özellikle çocuğun sosyal hayatının başlamadığı sıfır-altı yaş arası eğitim, mermere yazılan yazı gibi kalıcı olduğu dönemdir. Çocuk bu dönemde ebeveynin hal, hareket ve davranışlarını süzmeden almakta ve bu özellik sebebiyle anne ve babaların söz ve davranışları, farklı bir önem arz etmektedir.
Bu yüzden sağlıklı bir çocuk eğitimi için öncelikle anne ve babanın kendi aralarındaki münâsebetleri, birbirlerine karşı tavır ve davranışları başta olmak üzere, Allah ve Peygamber sevgisi, düzenli Kur’ân-ı Kerîm okuması, ibadetlere verilen özen ve önem, kalıcı bir tesir meydana getirmektedir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- çocuklarımızı, “Peygamber sevgisi, Ehl-i Beyt sevgisi ve Kur’ân talimi” (Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, I, 226) ile yetiştirmemizi tavsiye etmektedir. Nitekim “sevgi ve rol model”; eğitimde olmazsa olmazlardandır.
Çocuğun kimlik ve kişiliğinin üçte ikisinin oluştuğu sıfır-altı yaş arası çok önemlidir. Bu dönemde çocuğun psikolojisi ve verimliliği, -nisbeten çocuktan çocuğa farklılık gösterse de- genel itibariyle yaş devreleriyle değerlendirilir. Bugünkü psikolojik araştırmalar neticesinde çocuklarda ana hatlarıyla gelişim ve eğitim dönemlerinin karakteristik özellikleri şöyledir:
Sıfır-İki Yaş
Bu yaş, çocuğun hayatında yalnızca anne ve babasının olduğu ve onları izlediği bir dönemdir. Taklit döneminin baskın olduğu; gördüğü ve işittiklerini çok çabuk hafızasına kaydettiği zamandır. Kendisine uzanılan ele muhakkak önem verir. Aynı zamanda dil yeteneğinin de gelişmeye başladığı dönem olduğu için çocukla ne denli ilgilenilirse o kadar başarı kazanılır. Bu dönemde kısa sûreler, kelime-i tevhid, salavât ve dînî hikâyeler öğretilebilir.
İki-Üç Yaş
Üç yaş, “ön ergenlik” diyebileceğimiz hassas bir dönemdir. Çocuklar bu dönemde kararsız ve isyankârdırlar. Büyüklerin sözlerini dinlemez, hatta tersini yaparak kendi varlıklarını ispatlamaya çalışırlar. Başına buyruk hareket etmek istedikleri dönem olduğu için verilmek istenilen bilgiler/değerler sevdirilerek, rızâları alınarak öğretilmesi daha sağlıklı olacaktır.
Bu dönemde kazandırılan davranış şekilleri, çocukların kişilik yapılarına göre şekillenebildiği gibi, bu dönemde oluşan saplantılar, rûhî bunalımlar ileriki yıllarda inatçılık ve direnç belirtileri şekline dönüşebilir. Bundan dolayı dînî bilgi vermek ve ibadetlere alıştırmak adına çocuklara zorlama yapılmaması, sevgi ve oyunla yaklaşılması daha uygun olur. Üç yaşın sonlarında sâkinlik dönemi başlar. Çocuk daha dengeli ve ölçülü hareket etmeyi öğrenir.
Üç-Dört Yaş
Dört yaş, çocuğun en çok merak ettiği ve her şeyi öğrenmek istediği dönemdir. Bu yaşta çocuğa, seveceği, hoşuna giden hikâyelerden bol bol okumak, çocuğun kitaplara karşı ünsiyetini artırmasına vesile olacaktır. Bunun için Peygamberlerin ve sahâbelerin hayat hikâyeleri, dînî kıssalar, namaz sûre ve duâları, mânâları ile birlikte öğretilebilir. Çocuğa verilmek istenen değerler hikâyeleştirilerek, oyunla verilmesi çocuğun hayal dünyasını geliştirdiği gibi temel dînî bilgi ve sevgi olarak kalbe yerleşecektir.
Dört-Beş Yaş
Beş yaş, çocukluk döneminin “altın çağı” olarak vasıflandırılabilir. Çocuk, beş yaşında çevresine uyum gösterir. Ev işlerine yardım etmeyi, zayıf ve küçükleri korumayı, başkalarının üzerinde olumlu tesir bırakmayı ister. Üretmekten, başarmaktan ve takdir edilmekten hoşlanır. İbadetlerin ve güzel ahlâkın benimsetilmesi için en uygun yaş dilimidir. Osmanlı Devleti’nde eğitim, bu yaşta (4 yaş 4 ay ve 4 günlükken) başlar ve çocuğun psikolojik dünyası göz önünde bulundurularak özel kıyafetler, hediyeler ve eğlenceler eşliğinde tören hâlinde yapılırdı. Hatta eğitimcinin çocukla kurmuş olduğu irtibatın önemine binâen hoca, okul öncesi çocukla görüşmeye başlar, sevgi bağlarını kurmaya özen gösterirdi.
Beş-Altı Yaş
0-6 yaş; biraz önce de ifade ettiğimiz gibi, çocuğun kimlik ve kişiliğinin üçte ikisinin tamamlandığı en önemli zaman dilimidir. Dolayısıyla bu dönemde çocuğun ibadet ve ilmî çalışmaların içine daha faal şekilde girmesine, yaşıtlarıyla uyum sağlayarak birlikte olmasına özen gösterilmelidir.
Altı-On Yaş
Altı-on yaş arasında çocukların inişli-çıkışlı, bazen dengesiz, bazen olumsuz davranışları olabilir. Ebeveyn bu dönemde çocuğun psikolojik dünyasını zorlamadan, şahsiyetine saygı duyduğunu göstermesi, onun biricik olduğunu hissettirmesi ve bu dönemi atlatmasına yardımcı olması gerekmektedir. Bu yaşlardaki çocukların en temel özelliklerinden biri, “çok kolay etkilenme”dir. Sevgi ve saygı temelli yaklaşım tarzı, çocukların hem din eğitiminde, hem de sosyal hayatında kimlik, kişilik ve özgüven temellerinin sağlamlaştırıldığı zamanlardır.
Yedi-on yaş arası yatkınlık çağıdır. Öğrendikleri ve uyguladıkları, hayatında büyük tesirler bırakır. Bu dönemde sevgi temelli verilen her söz ve davranış, kalıcı hâfızaya kaydedilir. On bir yaşından sonra yine öğrenir, ama yatkınlık çağında öğrendiği gibi tatbik edemez.
Ergenlik Dönemi
Hazret-i Ali -kerremallâhu vecheh- “Yedi yaşına kadar çocuklarınızla oynayın. On yaşında kadar arkadaş olun. On yaşından sonra ise istişâre edin!” buyurmaktadır.
Dolayısıyla bu dönemden sonra çocukla yetişkin bir fert olarak meseleleri konuşup fikrini almaya, istişâre etmeye önem vermek, birlikte okumak ve ders yapmak; onun kişiliğini kuvvetlendirerek özgüvenini artıracaktır.
Hazret-i Âdem’le başlayan tevhid zinciri, bugün bizlerin elleriyle çocuklarımıza teslim edilecek. Sahip olduğumuz emanetlerimizin en büyüğü olan çocuklarımıza da bu gözle, yani geleceğin büyükleri olarak bakmalıyız.
* * *
Tebrik ve Teşekkür
Geçtiğimiz ay sempozyum için gittiğim Rize/Fındıklı’da İslâm terbiyesi ve hizmet şuuru ile yoğrulan âilelere misafir olduk. Niyetlerin amelleri nasıl yönlendirdiğine, ihlâslı duâların ve gayretlerin tertemiz evlâtlar yetiştirip çevrelerini kandil gibi aydınlattığına ve örnek bir âilenin şehri, ne derece etkilediğine yakînen şahit olduk… Bu vesile ile FİHMED -Fındıklı İmam Hatip Mezunları ve Mensupları Derneği - yönetici ve üyelerine gönülden teşekkür ediyor, Fındıklı İmam Hatip Lisesi idareci ve öğretmenlerini tebrik ediyor; arkalarındaki sâliha eşleri ve evlâtlarını hâssaten kutluyorum. Birkaç satırda anlatmaya çalıştığım bu kıymetli âileleri, bizzat tanımaktan ve kendilerinin misafiri olmaktan bahtiyar olduk. Bizler de kendilerinden çok şey öğrendik. Sa’yiniz dâim, gayretleriniz mebrur olsun!
YORUMLAR