“Ben, onun yaratılışını tamamladığım ve ona rûhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın!.” (el-Hicr, 29)
Cenâb-ı Hakk’ın meleklerine emridir, yukarıdaki âyet-i kerîme… Burada en önemli husus, insanoğlunun içine Cenâb-ı Hak’tan bir sırrın, yani rûhun üflenmiş olmasıdır. Diğer husus da, kulun Rabbine ait çok önemli bir özü taşıdığının büyük müjdesidir.
Bize rûhundan üfleyen bir ilâhımız olduğu için, her an bu büyük nimetin şükründe olmamız gerek. Kendisine ait kıymetli bir sır taşıdığımız Rabbimiz var bizim…
Duâ ederken “yüzü suyu hürmetine” demekten korkmam. Çünkü Rabbin katında hatırlı kulların sevgisi ile Allah’tan bir temennîde bulunmak, şirk değildir. Lâkin Allâh’ı bir tarafa bırakır da O’na kendimiz ulaşamazmış da ancak “A kişisi” ya da “B kişisi” aracı olduğu zaman ulaşırmışız gibi bir düşünce, şirktir.
Kara gecede kara taşın üstünde yürüyen kara karıncasını bilen, herkes evinde uyurken, bütün yarattığı mahlûkâtının acısını, neşesini bilen büyük bir Rabb’e; hâşâ sanki bizim derdimizin, sıkıntımızın farkında değilmiş de gaflette imiş ya da bize öyle çok kızmış ki A kişisi ile yanına gitmezsek bize bir şey vermeyecekmiş gibi davranmak, ciddî bir çelişkidir.
Yakın zamanda müntesiplerini Hak katındaki yüksek makamı (!) ile kendisine bağlayıp da en büyük ihâneti işleyip işletenleri düşününce, kul ile Allâh’ın arasına birilerinin girmesinden, ciddî mânâda Allâh’a sığınırım. Müslüman, aklını, hele de îmânını aslâ kiraya vermez. Yıllarca bu mâsum insanları din tellâllığı ile sanki -hâşâ- “o büyük zât olmazsa Allah kimsenin yüzüne bakmazmış gibi” insanların gözünde büyük gösterip samimî inançlarını sömürerek vatana-millete ihanet ettirenler, bu milletin aklından çıkmayacaktır. Bir dönem sırf bu sebeple, insanların ellerine dolaşan “kıtmîr kolyeler”in yanında nazar boncukları mâsum kalır. Rabbim, bu noktada hepimizi korusun.
Bazıları, “başbakanın huzûruna, birisinin ricası olmadan girilemeyeceği” benzetmesini dile getirirler.
“-Biz de Allâh’a, birileri vasıtası ile ulaşabiliriz ancak!.. Bu iş başka türlü olmaz!” derler ki; işte bu, tam da câhiliye döneminin şirkini hatıra getirmektedir.
Âciz kulları, kıymeti gerçekten büyük dahî olsa, “Allah katında mutlak bir tasarruf yetkisi varmış gibi sunmak”, Allâh’ın dilemesi olmadıkça herkesin âciz olduğu hususunu bilmeyen avâmın eline büyük bir bomba vermek, kulun kendisini patlatmasından başka bir işe yaramaz.
“(İbrahim:) «Öyleyse taptığınız şeylerin ne olduğunu gördünüz mü?» dedi. «Siz ve sizin, geçmişteki babalarınızın (taptığı şeyleri). Muhakkak ki onlar, benim için düşmandır, ama âlemlerin Rabbi hâriç… Beni yaratan da, hidâyete erdiren de O’dur. Beni yediren ve içiren, O’dur. Hastalandığım zaman bana şifâ veren, O’dur. Beni öldürecek, sonra (da) beni diriltecek olan, O’dur. Ve dîn günü, benim hatalarımı mağfiret etmesini umduğum da O’dur.” (eş-Şuarâ, 75-82) buyuran yüce Allâh’ımız, bizlere bu duâyı yapanın, en büyük peygamberlerinden olan Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm- olduğunu bildirmek sûretiyle uyarıda bulunuyor.
“-Katımda kıymetli bir dostum/Hâlîl’im hakkımda böyle düşünürken, sizin düşündükleriniz de ne ola ki!.” mânâsını anlıyoruz bu âyetlerden…
“-Allah sana kızmıştır, yüzüne bakmaz! En iyisi, hatır sahibi birisi ile O’nun yanına gitmek!..” diyene sormak gerekir:
“-Kızmış da bir gün bile ekmeğini-suyunu kesmiş mi? Hastalandığı zaman başkalarını iyileştirmiş de ondan vazgeçmiş mi? Allah hangi kulundan vazgeçmiş ki bu kulundan vazgeçsin. Onu öldürmeyecek, diriltmeyecek mi?”
Bir kulu, Cenâb-ı Hak’tan uzağa atmak ve ona bunu kabullendirmek kadar tehlikeli bir şey var mıdır şu dünyada?! Herkesin varlık sebebi ve içinde yüzdüğü nîmetlerin gerçek sahibi Allah iken ve bizim en büyük vazifemiz insanları Allâh’a yaklaştırmak iken… Firavun’dan bile ümidini kesmeyip:
“-Umulur ki nasihat alır ve doğru yolu bulur!..” diye sevgili peygamberi Hazret-i Mûsâ’yı ilahlık iddiasındaki Firavun’un ayağına, tebliğe gönderen yüce Rabbimiz, bizi hiç mi kabul etmez?!
İnsanlar, her ne hâlde olursa olsun, ister düşsün, ister şaşsın, ama Allah’tan aslâ vazgeçmesin, “Allâh’a kaçsın!..” diye gayret etmemiz gerekirken; onu Allâh’ın sanki uzağında imiş gibi çıkmaz sokaklara atmanın hiçbir mânâsı ve değeri olamaz!.
* * *
Rabbimizin ilk gönderdiği peygamberinden itibaren kullarından istediği tek şey; “Kendisinden başka ilâh olmadığına, Kendisine ait ulûhiyet vasıflarının hiçbir varlıkta bulunmadığına îman edilmesi”dir. Bu en hassas mevzudur. Zira Allâh’a ortak koşmak, aslâ affedilmeyen bir büyük günahtır.
“Doğrusu Allah, kendisine ortak koşulmasını aslâ affetmez. Ondan başkasını (diğer günahları) ise, dilediği kimseler için bağışlar ve mağfiret buyurur. Her kim Allâh’a şirk koşarsa, gerçekten pek büyük bir günah ile iftira etmiş olur.” (en-Nisâ, 48)
Zâhiren görüp durduğumuz bu şirkin dışında, tehlikeli bir “gizli şirk” daha vardır ki bu hepimiz için en büyük tehdittir. Bu öyle büyük bir tehdittir ki, matematikteki “yutan eleman”a benzer. Sıfır, kiminle çarpılırsa çarpılsın, sonsuzla bile çarpıldığında, sonucu sıfır eder. İşte şirk de matematikteki bu yutan eleman, yani “sıfır” gibidir. Kişinin tüm sevaplarını, güzelliklerini, ibadetlerini yok eder, bitirir. O sebeptendir ki; dağlar misali büyük iyilik ve güzellikleri olan bir insanın dahî, Allâh’a şirk koşar koşmaz ortada koskoca bir sıfırdan başka bir şeyi kalmaz. Gizli şirki, kişinin kendi kendine teşhis edip de çare bulması güç olacağı için bu hâl, çok daha tehlikelidir.
“Gizli şirk” denince akla “nefs-i emmâre” geliverir. Nefis, şöhreti, insanların dikkatini çekmeyi, onların iltifatına ulaşmayı pek önemser.
Îman, kulun yaptığı bütün amelleri sadece ve sadece Allâh’ın rızâsını, iltifatını kazanmak için yapmasını gerektirirken; bunları sırf kulların rızâsını ve memnuniyetini kazanmak amacı ile yapmak, şirktir. Allâh’ın nimetleri ile kişinin “kibirlenmesi” bir nevî şirktir. Çünkü nîmete şükretmesi gerekirken kibirlenenin, Allâh’ın takdir ettiğine boyun eğmeyenin Cenâb-ı Hak ile bir alıp veremediği var demektir.
Başkaları görsün de beğensin diye yapılan her şey “riyâ”dır ve hadîs-i şerîflerde riyâ, “debîbü’n-neml”e, yani “geceleyin yürüyen karıncanın ayak izi”ne benzetilmiş ve “küçük şirk” sayılmıştır. (Bkz: Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 403)
Bir defasında Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz söyle buyurdular:
“-Sizin hakkınızda en çok korktuğum şey, küçük şirktir.”
Ashâb-ı kirâm dediler ki:
“-Yâ Rasûlâllah, küçük şirk nedir?”
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“-Riyâdır. Yani başkalarına gösteriş için ibadet yapmaktır. Allah Teâlâ, kıyamet günü herkesin amelinin karşılığını verirken, insanlara gösteriş için ibadet yapanlara şöyle der:
«Dünyada kendileri için gösteriş yaptığınız kimselere gidin. Bakın bakalım, onların yanında size verecekleri bir şey bulabiliyor musunuz?!»” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 428)
Şeddâd bin Evs -radıyallâhu anh-, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in:
“Ümmetim hakkında iki şeyden korkuyorum: Gizli şirk ve şehvet…” îkazı üzerine:
“-Ey Allâh’ın Rasûlü! Senden sonra ümmetin Allâh’a ortak mı koşacak?” deyince Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-de:
“-Evet, ama onlar Güneş’e, Ay’a, taşa ve puta tapmayacaklar. Fakat amelleri ile gösteriş yapacaklar!” buyurmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV/124)
* * *
İmâm-ı Gazâlî Hazretleri’ne göre riyâ, Allâh’a ibadetle kulları hedeflemek, onları avlamaya çalışmaktır. Kişinin, özellikle ibadetlerdeki riyâ ve gösterişinin en açık alâmeti, halkın kendi ibadetini görmesine sevinme hissidir. Bu durum, Hakk’a değil de halka iltifat mânâsı taşımaktadır. Hâlbuki kişinin kalbinde, insanların ibadetlere muttalî olması ile olmaması arasında bir fark bulunmamalıdır. (Bkz: İmâm-ı Gazâlî, İhyâ-i Ulûmid’d-Dîn, VII, s: 433-567)
* * *
“Hâlbuki onlara ancak dîni yalnız O’na has kılarak ve hanîfler olarak Allâh’a kulluk etmeleri emrolunmuştu...” (el-Beyyine, 5)
“Dikkat et! Hâlis din, yalnız Allâh’ındır…” (ez-Zümer, 3) âyetlerine muhalif olarak, riyâ, dîni insanlara has kılmak ve bu sayede insanların kalplerinde kendisi hakkında iyi şeyler geçirmelerini hedeflemektir.
“Sebeplere haddinden fazla önem vermek” de gizli şirke girer. İnsan, bir hayra sebep olduğunda, bunu Allâh’ın izniyle ve Rabbimizin verdiği akıl, beden, mal nîmetleri ile yaptığı hâlde sanki bütün bunları “bizzat kendisi, sırf kendi gücü ve malı ile” yaptığına inanırsa, bu da bir nevî şirktir. Etrafındakilere bununla zulmederse ya da onların kendisine minnet etmelerini isterse, cürmü daha da katlanmış olur.
“-Ben yaptım, ben olmasam bu iş olmazdı!” demek, Allâh’ın ihsânını yok farzedip de kendi varlığını ortaya çıkarmak, gizli şirktir.
Haddini bilmez bir koca, karısına bağırır ve çocuklarını:
“-Varlığıma şükredin, ben olmazsam açsınız?” diye tehdit eder, en ufak bir cevap verilecek olsa:
“-Sen kim oluyorsun da bana cevap veriyorsun! Benim kim olduğumu biliyor musun? Ben olmazsam her yerinize kurt düşer! Ben olmazsam sizin karnınızı kim doyuracak, size kim bakacak?!” sözlerini söylemek de kişinin kendisini -hâşâ- Allah yerine koyması kabîlinden bir haddini bilmemezliktir. Bu nevî kimseler;
“Ey îman edenler! Sadaka verdiğiniz kimseleri minnet altında bırakmak, incitmek sûretiyle o sadakalarınızı boşa çıkarmayın. Allâh’a da, âhirete de inanmadığı hâlde sırf insanlara gösteriş yapmak için malını harcayan kimsenin durumuna düşmeyin.” (Bkz: el-Bakara, 264) buyrularak uyarılmaları bir yana; hem şirk, hem de incittikleri kulların hakkı ile Rabbimizin huzûruna giderler.
Sevdiğim bir hanım vardı. Âni bir kalp krizi geçirdi, birçok damarına stent takıldı. Uzun süren bir istirahatten sonra sosyal hayatına dönünce söylediği söz şu idi:
“-Ben olmazsam herkes mahvolur zannediyordum. Toruna kim bakar, eşim aç kalır, kimse ilgilenmez diyordum. Herkes kendisine öyle bir bakmış ki, ben kendime ve bu kadar çok şeyi niye yüklendiğime yandım. Ben olmadan da yaşarlarmış…”
Kimsenin kimseyi kendisine köle etmeye hakkı yoktur. Bir hanım bilirim, epey müşterisi var, yanında çalışan da epey hanım… Güyâ onların rızkını o veriyor! Ufacık bir tartışmada:
“-Gelen müşterilerin hepsi benim müşterim! Sizler sadece benim çatım altında çalışan elemanlarsınız. Daralan çıksın, boyunun ölçüsünü de alsın!..” sözleri ile insanları tehdit eder, kırar geçirir.
İnsanoğlunun bir özelliği vardır, tehdidi gördükten sonra boyun eğer görünse de kendisi için daha uygun olan yerleri de araştırır. Herkes bir yolunu bulur çıkar. Gelen müşteriler randevularına cevap alamayınca tek tek ayrılırlar. İnsan bu, kimse bulunmaz Hint kumaşı değil… Biter her şey…
“Çalışanının cumaya gitmesine izin vermeyen, aksi hâlde işten çıkaracağını söyleyen, kendini Allah zanneden” işvereninden korkup da, “Olur ki aç kalırım!” endişesi ile kendisine yapılan zulme boyun eğen de gizli şirk tehlikesiyle karşı karşıyadır; isterse başı secdeden kalkmasın…
Seyyid Nesîmî’nin sözü ile:
Bir acayip derde düştüm, herkes gider kârına;
Bugün buldum, bugün yerim; Hak kerîmdir yarına!
Zerrece tamâhım yoktur şu dünyanın vârına,
Rızkımı veren Hudâ’dır kula minnet eylemem!
Firavunlar bilirim kendini bir şey zannederken, iddiasından vuruldu da varlığı içinde yok oldu. Nemrutlar bilirim; bir sinek girdi burnundan içeri işini bitirdi; Kârûnlar bilirim:
“-Bende bütün dünyanın malı var, kimseye muhtaç değilim! Bilakis sizler bana muhtaçsınız.” dedi de; tüm varlığı ile toprağa gömüldü.
Ebû Cehiller bilirim; başını en âciz gördüğü kimseler gövdesinden ayırdı. Ebû Lehebler bilirim, öldü de yakalandığı hastalığın bulaşma tehlikesinden evlâtları babalarını bizzat defnedemediler. Para ile tuttukları birileri, uzun sırıklarla ittire ittire o büyük leşi mezar diye bir çukura attılar. Kısacası, kimde bir varlık alâmeti gördükse, en basit şeyle yok edildiler.
Gizli şirk, insanın nefsinden kaynaklandığı için, kişinin hem bu derdini teşhis etmesi hem de bu hastalığa bizzat çare bulması mümkün değildir. Allah Rasûlü’nün duâları ile şirkten Rabbimize sığınmaya ihtiyacımız vardır. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle duâ ederdi:
“Allahümme innî eûzü bike min en üşrike bike şey’en ve ene a’lemu ve estağfiruke limâ lâ a’lemu. İnneke ente allamu’l-ğuyub.”
Mânâsı;
“Allâh’ım! Şüphesiz ben bilerek herhangi bir şeyi şirk koşmaktan (eş ve ortak tanımaktan) Sana sığınırım. Bilmeyerek işlemiş olduğum (şirk ve hatalarım)ın Senden bağışlanmasını dilerim. Şüphesiz ki bütün gaybları (gizli şeyleri) ancak Sen bilirsin.” (Ahmed bin Hanbel, Müsned, IV/403; Taberânî, “Kebîr” ve “Evsat”; Ebû Ya’lâ, Mecmau’z-Zevâid, X/223, 224, Elbani, Sahihu’l-Câmi, 3625)
Sabah-akşam okumak lâzım!.. Rabbim, hepimizi, gizli şirkten, bütün amellerimizi yutan elemandan muhâfaza buyursun. Bizi, dîni yalnız yüce Zât’ına tahsis eden, şirkin her türlüsünden uzak duran, ihlâs üzere yaşayan, hanîf ve muvahhid kullarından eylesin. Âmîn.
YORUMLAR