Yolcu -3

Hayat bir yol olup mesafeler Hakk’a olan uzaklığımca uzarken önümde, ümidimi yitirmiyorum. İmanımın ışığı iğreti de olsa, yolumu aydınlatacak ışığın içimde olduğunu bilmek güven veriyor. Mûsâ -aleyhisselâm-’ı hatırlıyorum:

Durup dinlenmeden senelerce yürüyeceğim!..” deyişini…

Azmimi bileyecek aşkı, Sen’den diliyorum Rabbim... Zira biliyorum ki, bu yolda maddî güç kâfi değil, aşk lâzım!..

İstasyonlar geçiyoruz, durakta bekleyen insanlar, arabalar… Işığı hâlâ yanan minâreler ve evler, geceler ve gündüzler geçiyoruz. Bir camın ardından hayata bakarken, hayatın ne kadar da dışındayım. Bir bir geçtiklerim; evler, arabalar, şehirler, insanlar ne kadar da yabancı, uzak bana… Şimdi sahibi olduğumu sandığım şeyler kadar uzak… Ve anlıyorum ki; hayatın içinde sanıyorken kendimi, aslında ne çok şeyi teğet geçiyorum. Soframdaki bir parça ekmeği yerken, o ekmek için fırıncının, toprağın harcadığı emeği ve o nîmeti vereni… Yağmur altında gezerken o yağmurun imbiklerden süzülüşünü, yücelere yükselip arınarak rahmet oluşunu, toprağın kokusunu…

Kahvemi, tadına varmak için ağır ağır yudumladığım kadar, sıcacık gelen ekmeğin kokusunun, telefondaki dost sesini duymanın hazzını da yaşayabiliyor muyum? Yoksa ân içinde eriyip, kayboluyor mu bütün tatlar? Cama yansıyan aksimle göz göze geliyor ve soruyorum:

“–Seninle ne kadar âşinâyız birbirimize?”

Gözüme, acıyla dolu bakışım ilişiyor sonra… Ey rûhum, ulvîlikler yurdundan ne kadar da uzaktasın?.. Özlemi sarıyor rûhumu, elest bezmindeki duyuşların… Garipliği, şimdi daha bir içten hissediyorum.

Sesler giderek duyulmaz oluyor; şekiller uzuyor… Dünyaya kaparken gözlerimi, içime açıyorum. En mûnisinden en yırtıcısına, onlarca hayvanın sesi duyuluyor şimdi… İçimin ormanından geçmeye korkuyorum. Hakk’ın hoşnûd olmadığı şeylerle bir mayısböceği gibi ülfetimi, kendi menfaatlerime olan tilki kurnazlığımı, Hakk’a karşı edepsizleşirken lâubaliliğimle ne kadar maymunlaştığımı hatırlıyorum. Ve şunu da hatırlıyorum ki, amellerim zâhirde nasıl gözükürlerse gözüksünler, kıyâmet ekranında hissiyâtım yansıyacak!..

Kabre kadar yaşanacak bir yol hikâyesi bu…

Mesafeleri ışık hızıyla da alabilirsin, kaplumbağa adımıyla da… Bir güneş gibi milyarlarca yıl uzaktan gelip doğabilirsin. Ya da daha filizlenmeden toprak altında çürüyen bir tohum olabilirsin. Bakarsın ki, koca bir ömürde bir adım atamamışsın. Ne var ki; zamanın kifayetsizliğini özür olarak sunma hakkın yok.

“Biz herkese düşünüp, ibret almaya yetecek bir ömür vermedik mi?” âyeti, mâzeret kapılarını sonuna kadar kapatıyor.

Hazan yaprakları düşerken yollara, garipliğimi, acziyetimi bir kez daha derinden hissediyorum. Ömrümüzün üzerinden esip geçen bir rüzgâr, artık sadece fotoğraf karelerinde kalan anılarımızı süpürüyor.

“Unuttuğun gibi, bugün sen de öylece unutulursun!” nidâsı, benliğimde yankılanıyor. Kapının önüne dökülen, cam kırıklarıyla dolu bir hayat… Böyle olmasını istemiyorum.

Her yönden benliğimi sarıp, yolumu kesmeye çalışan şeytan… Çıkmaz sokaklara sürsem de daima keçi yolları bulan nefsim… Ve acziyetle dolu bir ben, bu iki ateş arasında, yola devam ediyorum.

“Ben, Rabb’ime gidiyorum.”

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle