Yiğit Düştüğü Yerden Kalkar

İhtiyacımız olan her şeyi ihtiva eden, bir mânâda varlığımızın iz düşümlerini tümüyle içeren Kur’ân-ı Kerîm’de, insanın var oluşunun temellerine dair çok mühim işaretler vardır. Kur’ân’daki “evlât” duâları, varlığımızın temel hikmetlerine dikkat çeker:

 “Ey Rabbimiz!.. Bizi Sana teslim olanlardan kıl; soyumuzdan da Sana boyun eğen (müslüman) bir ümmet meydana getir; bize ibadet yer (ve usûl)lerini göster, (kusurlarımızı affedip) tevbemizi kabul buyur. Çünkü Sen, tevbeleri çokça kabul eden ve çok merhamet edensin.” (el-Bakara, 128)

“Orada Zekeriyya, Rabbine (şöyle) duâ etti: «Yâ Rabbi!.. Bana kendi katından çok temiz bir nesil (çocuk) bahşet. Muhakkak ki, sen duâyı hakkıyla işitensin.»” (Âl-i İmran, 38)

“Sizi bir tek nefisten (Âdem’den) yaratan, (gönlü) onunla huzur bulsun diye eşini de O’(nun özünden/cinsi)nden var eden O’dur. O hanımı ile birleşince o hafif bir yük yüklendi (hâmile kaldı), bir müddet bununla geçti. (Gebeliği) ağırlaşınca ikisi de, Rableri olan Allâh’a: «Eğer bize sâlih bir çocuk verirsen, andolsun ki, mutlaka şükredenlerden olacağız.» diye duâ ettiler.” (el-A’râf, 189)

“Ve onlar ki: «Ey Rabbimiz, bize eşlerimizden ve nesillerimizden gözler(imizin) nuru (olacak iyi insanlar) lütfet ve bizi takvâ sahiplerine rehber kıl!..» derler.” (el-Furkan, 74)

“…«Yâ Rabbi! Gerek bana, gerek anne ve babama verdiğin nîmete şükretmemi, râzı olacağın faydalı iş yapmamı bana ilham et (ve beni muvaffak kıl). Neslimi de benim için ıslah et (onları iyi insanlar yap). Şüphesiz ben, tevbe edip Sana yöneldim ve hakîkat ben, (Sana) teslim olanlardanım.» der.” (el-Ahkâf, 15)

“Zekeriyya’yı da (hatırla), hani o Rabbine:  «Rabbim! Beni tek başıma (evlâtsız) bırakma, gerçi (vermesen de) Sen, vârislerin en hayırlısısın.» diye niyaz etmişti.” (el-Enbiyâ, 89)

“Ey Rabbim, bana iyilerden (sâlih evlât) lütfet!” (es-Saffat, 100)

“Ey Rabbim, beni ve neslimden (gelenleri) de namazı kılanlardan eyle. Ey Rabbimiz, duâmı kabul buyur.” (İbrahim,  40)

Teslimiyet, salâh, göz aydınlığı ve namaz… Mücerred (soyut) ve çok şümullü kavramların arasında, müşahhas (somut) bir amel olarak “namaz” ne kadar da dikkat çekici duruyor. Aynı zamanda çift âyetler ile kendisini tefsir eden Kur’ân’da bu husûsun açıklamasını da rahatlıkla görebiliyoruz. Lâkin bu görüş rahatımızı bozacak dehşetli bilgiler içeriyor.

“Allah (şeytana) şöyle dedi: «Çekil, git!.. Onlardan kim sana uyarsa kuşkusuz cehennem tam bir karşılık olarak hepinizin cezâsı olacaktır. (Haydi) onlardan gücünün yettiğinin ayağını çağrınla kaydır. Atlıların ve yayalarınla onların üzerine yürü. Onların mallarına ve evlâtlarına ortak ol. Onlara vaadlerde bulun.» Hâlbuki şeytan, onlara aldatmadan başka bir şey va’detmez. «Şüphesiz, (gerçek) kullarım üzerinde senin hiçbir hâkimiyetin olmayacaktır. Vekil olarak Rabbin yeter!»” (el-İsrâ, 63-65)

 “...Şeytan sizi, Allâh’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister...” (el-Mâide, 91)

“Hatırla o zamanı ki, insan anılmaya değer bir şey değildi.” (el-İnsan, 1) buyuran Rabbimiz, insanın anılmasının başlangıcına koyuyor namazı. Çünkü şeytanın imha planında namaz, yarı yarıya yer tutuyor.

“Ya kahraman olarak ölürsün ya da ihânet edecek kadar uzun yaşarsın.” demiş bir film repliği… Uzun zamanlar yıpratıyor îmânı da, ibâdeti de…

“Îmanlarınızı, Lâ ilâhe illallâh ile yenileyiniz!..” buyuruyor Efendimiz… Allâh’ı anmak ve namaz, iki kanat oluyor müslümana, insana…

Şeytanın eskiten tesirinden, yine eskiyenleri yenileyerek çıkıyoruz. Yiğit düştüğü yerden kalkıyor çünkü…

Şeytan, evlerimizin namaz kılmayı tatlandıran sükûnetini bombalıyor, mesela tv ve müzik sesi ile…

Şeytan, câmilerimizin namaz kılmayı uhrevîleştiren câzibesini kemiriyor. İnsanların yüzüne dik dik bakmamak husûsunda çok hassas olan bir Peygamberin ümmeti, câmi cemaatine, imamı eleştireyim derken câmiden soğuyor, kopuyor. Varan iki! Şeytanın keyfine bakın!

Halı dokumaya benziyor, namaz kılmak. Önümüzdeki modele göre hep aynı renkleri, aynı sayıda, aynı yerde kullanmak zorundayız. İlmekleri sağlam atmalı, gelişigüzellikten kaçınmalıyız. Her sıranın üstünden bir ip geçirerek ve bir alet yardımıyla sağlamlaştırmalıyız. Ara ara iyi kesen bir makasla halının tüylerini kısaltmayı da ihmal etmemeliyiz elbet.

Ömrümüzü tamamlayıp, “Herkes kabirde ilk önce namazdan sorgulanacak.” buyurulan noktaya geldiğimizde, tezgâhtan çıkardığımız halı; modeli, rengi, sağlamlığı, kırpılması, saçaklarıyla beğenilen bir ürün olsun!

Model ortaya çıkmamış, kaza namazları misâli, o ilmek oraya, bu ilmek buraya atılmış çiçek modeli bozulmuş. Sağlamlaştırma unutulmuş, halı şöyle bir silkelenince ilmekler top top çıkmış yerinden. Halı delinmiş. Yahut iyi kırpılmamış yüzeyi... Kimi yeri kısa, kimi yeri uzun olmuş. Çirkinlik zâhir.

Bilmiyorum, hiç elde dokunmuş ipek halı gördünüz mü?! O ne işçilik, o ne güzelliktir yâ Rabbi! Ve nasıl da pahalıdır bu yüzden.

Allah katından makbul işler, ibadetler yapmanın ya da yapmamanın çok açık misalleridir, bu iki halı misali…

Halı tüccarı, o kötü halıyı ne yapsın? Malzemeyi ziyan etmişsin diye ücretini dahî alabilir. Dokunmaya kıyılamayan ipek halılar ise, yüksek meblağlara satılacak, duvarlara asılacak, yere serilmeye kıyılamayacak.

 Hamdolsun ki, dünyadaki halıları bir yere kadar tamir eden halı tamircileri varken, namaz halısının kusurlarını tamir edecek olan yegâne tamirci olan Allâh’ımızın gücü, kudreti, afv ve merhameti her şeye yetiyor. Ve O, bütün günahları affediyor. Kötülükleri iyiliğe çeviriyor. Yeter ki, bundan sonrası O’nun arzu ettiği gibi olsun.

Yâ Rabbi, şu defolu halılarımızı Ramazan tamirhânesine kabul eyle de onar bizi Allâh’ım!..

Yiğit düştüğü yerden kalkar. En uzun mesafeler bir adımla başlar. Zihnimde bu iki söz deviniyor durmadan. Nereden sökülmeye başlamıştı örgü. Nerede düşmüştüm ben? Nefes almamı zorlaştıracak raddeye ulaştı işte… Nerede başlamıştı hastalık?

Yeniden ihyâ çabası olarak namaz... Düştüğümüz nokta olarak namaz... Kazâya kalan namazı, ilk fırsatta kaza etmek sûretiyle günah yazılmasını durdurma çabası. Teheccüd namazının kazâsını kılmaya alışmak tavsiyesi. Ne kadar çok nafile, o kadar çok korunma farzları terkten…

Namazın edeplerine riâyet... Hocamızın; “Ben büyüklerimizin, seccadenin püsküllerinin bile düzgün durmasını edepten saydıklarını gördüm.” sözü... Âdâba riâyet.

Namaz kılışımızı videoya alıp seyrederek eksik ve kusurlarımızı tespit...

Mübah, edep, müstehap, sünnet, vâcip, farz ve îmân. İç içe burçlar… En dıştaki burç edep oluyor. O sağlam durursa, sapasağlam duruyor îmân kalesi. Ve yenilgi, edep burçlarının yıkılmasıyla başlıyor. Sadece edeple yetinmek değil, derinleşmek lâzım. Mesâfe kaydetmek lâzım. Bir meyvenin kabuğunu yiyip içini atmak gibi, zâhire takılıp kalmamak lâzım!.. Kabuğu soyulmuş meyve nasıl çabucak çürürse, sâlih amelleri de edepleriyle yerine getirmek lâzım, korunsun diye.

Günün yirmi dörtte biri, ancak Hakk’a en yakınlık olan secde ile geçiyor. (O da tamamen değil.) 24 saatin 1 saati… 5 vakit namazı kılma süresini toplasan 1 saat ediyor ancak.  Geriye kalan 23 saati îmar eden 1 saat…

Yiğit düştüğü yerden kalkar. Kalksın! Önce mârifet, dolayısıyla muhabbet ve yavaş yavaş muhabbet kaybedildiyse yeniden mârifet çabası... Canlı ve cansız okumalar, sesli ve sessiz tâlimler, sonra yavaş yavaş muhabbet ümidi…

Bilgiyi yitirince muhabbetin içi boşalıyor. Aptallaşıyor, aptallara haslaşıyor. “Akletmez misiniz?” buyruluyor çünkü.

Altınoluk’un Ağustos sayısında Mûsâ Efendi ile ilgili Hasan Kâmil Bey, A. Taşgetiren Bey ve Âdem Bey’in röportajını okuyorum. Her biri ayrı güzel olan insanların dilinden, başka bir güzeli dinlemek apayrı bir lezzet. Okuyorum, okuyorum. Ne zaman ki, Mûsâ Efendi’nin Bosna Savaşı döneminde, “İmdat Ya Rabbi!” diye duâ ettiğini okudum; orada kalakaldım. Zirveydi çünkü... O tadı iyice duyumsamak istedim. Ve bu cümle, bu duâ, “Yiğit düştüğü yerden kalkar.” döneminin duâsı oldu. Namaz ve zikir, düştüğümüz yer...

“Bir kişinin sosyal ve psikolojik durumunu anlamak istersem, namazına bakarım.” demişti bir dost, “Rabbi ile arası iyi olan, her alanda iyi olur. Orada huzursuz olan hiçbir yerde rahat edemez.”

Ve bir adım… Sen ilk adımı tevekkülle at, geri kalanı Allah, ikinci adıma sığdırır demişti “Su Üstüne Yazı Yazmak” şeyhi. Mes’ele ilk adımı atabilmek… Bir keşif çalışması, bir çıkış noktası tespiti.

“Şeytan sizi namazdan ve Allâh’ı zikirden alıkoymak ister.” buyuran Rabbimizin kapısını, Mûsâ Efendi’nin o içten duâsıyla çalıyorum şimdilerde: İmdat yâ Rabbi!..

 

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle