Yetimler İçin Ağlamak

 

عَنْ أَبَي الدَّرْدَاءِ رَضي الله عَنْه قَال: سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ

" ابْغُونِي الضُّعَفَاءَ، فَإِنَّمَا تُرْزَقُونَ وَتُنْصَرُونَ بِضُعَفَائِكُمْ "

رواه أبو داوود في سننه

 

Ebu’d-Derdâ -radıyallâhu anh- şöyle rivâyet ediyor:

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şöyle buyurduğunu işittim:

“Fakirleri kollayıp gözetiniz. Aranızdaki zayıflar sayesinde Allah’tan yardım görüp rızıklandığınızdan şüpheniz olmasın.” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 70)

İslâm’ın ve dolayısıyla Hazret-i Peygamber Efendimiz’in hassâsiyetle üzerinde durduğu konulardan birisidir, yetimler… Âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîfler, müslümanın bu konuda ne denli hassas olması gerektiği üzerinde durur.

Rabbimiz, “Yetimi sakın üzme, senden bir şey isteyeni azarlama!”(ed-Duhâ, 9-10) diye îkaz etmektedir bizi… Yine aynı sûrede Peygamber Efendimize, ihsan edilmiş nîmetler hatırlatılıyor ve bunun mukâbilinde insanlığın en zayıf halkasını teşkil eden yetimlere şefkat emrediliyor:

“Seni yetim bulup da barındırmadı mı? Seni yolunu kaybetmiş olarak bulup da doğru yola iletmedi mi? Seni ihtiyaç içinde bulup da zengin etmedi mi? Öyleyse sakın yetimi ezme!” (ed-Duhâ, 6-9)

İnsanın imtihanı farklı farklı oluyor. Her farklı imtihan sabır bilenmesi, tahammül gücünü artırma olarak bizleri belli bir kıvama getirmeli… Allâh’ın biz kulları hakkında takdir buyurduğu bir hayatı, tam bir teslîmiyet içerisinde yaşamalı ve gerek imtihan, gerekse belâ ve musibetlere karşı bu sabır penceresinden bakmalıyız. Bunları ifade etmek, meselenin en kolay yanı… Bir de bunu yaşayan insanlarla hemhâl olmak ve onların dertleri ile dertlenmek, “benim ondan bir farkım ve ayrıcalığım yok, ben de onun gibi olabilirim” diye düşünebilmek… Şükretmek, hjem kavlî, hem de fiilî olarak şükretmek…

Yetimlik, imtihanı ağır olan bir durum. Anneden, babadan mahrum, derin bir şefkat açığı yaşar insan... Yetimlerin gözleri buğulu, boyunları bükük, yürekleri yaralı, kalpleri kırılgandır. O yüzden “yetimlik” başa gelince çekilmesi kaçınılmaz olan, ancak mutlaka diğer insanların maddî ve mânevî desteğine ihtiyaç duyulan bir durumdur.

Bu yüzden Rabbimiz, özellikle dikkatimizi çekiyor. Kimsesizlerin kimsesi, yetimlerin sığınağı, dert ortağı olmamızı istiyor.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in çok derin bir hassasiyeti var. Belki iç dünyasında yetimliğin derin izleri hiç kapanmıyor, hayatı boyunca… Belki de bu sebeple nerede bir yetim görse, içi sızlıyor, yüreği parçalanıyor.

O merhamet Peygamberi, her zaman toplumun fakirini, çaresiz ve sahipsizlerini himaye etmiş, onlara kol kanat germişti. Kendisine nübüvvet vazifesi verilince de, O’nun merhamet ve muhabbet kucağına sarılanlar, hemen etrafında halkalanmış ve O’nun Allah’tan getirdiği her şeyi canla başla kabûllenmişlerdi. Ancak Mekkeli müşrikler, kibir ve gururları yüzünden Peygamber Efendimizin yanında, ilk îman etme şerefine nâil olmuş fakirleri bahane olarak ileri sürer, onların arasına karışmayı gururlarına yediremedikleri için müslüman olamadıklarını ifade ederlerdi:

“-Sen, onları yanından kov, bak, o zaman hemen müslüman olacağız!” derlerdi.

Onların bu talepleri, Peygamber Efendimizi de çaresiz bırakmıştı. Bir taraftan ebedî kurtuluş vesilesi olan İslâm’ın herkese ulaşması için kendini çatlatırcasına gayret ediyor, bir taraftan da şefkat ve merhamete muhtaç, muhabbete aç fakir ve kimsesizleri yanından göndermek istemiyordu. İşte bu sırada inen âyet-i kerîmeler, hem kâfirlerin gerçek yüzlerini ortaya koydu, hem de Allah Rasûlü’nün fakirleri tercih etmesini emretti:

“Sabah-akşam, Rablerinin rızasını dileyerek O’na yalvaranları huzurundan kovma!..” (el-En’âm, 52)

* * *

Müşriklerin gurur ve bencilliklerine, yetimleri hor ve hakir görmelerine bir misal de Ebû Cehil ile Peygamber Efendimiz arasında geçen şu hâdisedir.

Ebû Cehil, himâye etmekte olduğu yetimin bütün malına el koymuş ve ihtiyacı olduğu hâlde bir türlü o çocuğa hakkını vermemişti. Kendisinden bir şeyler istediğinde de yetim çocuğa yapmadığını bırakmıyordu. Bir gün yine çocuk, Ebû Cehil’e gelerek bir şeyler istemiş, o da yanından kovmuştu. O sırada bu hâdiseyi gören müşrikler, işi daha da kızıştırıp kendilerine bir eğlence çıkarmak için çocuğu yanlarına çağırdılar ve:

“-Muhammed’e git, senin Ebû Cehil’den alacağını O istesin!..” dediler.

Çocuk, çaresiz bir şekilde, Allah Rasûlü’ne gitti ve durumu anlattı. O da yetimi yanına alarak Ebû Cehil’in karşısına dikildi.

“-Hemen bu çocuğun hakkını ver!..” dedi.

Ebû Cehil, bu sözü ikiletmeden hemen istenilen şeyleri o yetime takdim etti. Peygamber Efendimiz, oradan ayrıldıktan sonra, arkadaşları Ebû Cehil’e takıldılar:

“-Ne oldu da hemen verdin? Biz seni daha güçlü-kuvvetli biliyorduk!” dediler.

Bunun üzerine Ebû Cehil:

“-Vallâhi siz de benim yerimde olsa idiniz aynı şeyi yapardınız. O’nun sağında ve solunda birer mızrak gördüm. Vermeyecek olsam bana saplanacaktı.” dedi.

Son olarak Uhud Savaşı’nda yaşanan şu ibretli tabloyu da kısaca ifade ettikten sonra mevzumuza son verelim:

Uhud Savaşı’nda İslâm ordusundan yaklaşık yetmiş kişi şehâdet şerbeti içmişti. Peygamberimizin sevgili amcası Hazret-i Hamza da bu savaşta şehid düştü, hattâ Peygamber Efendimiz bile bu savaş esnasında yaralanmış ve şehid olduğu şâyiası Medîne’ye kadar ulaşmıştı. Savaş sona erdikten sonra, Medîneli müslüman hanımlar, Uhud’a doğru hareket edip orduyu karşılamaya koştular; herkes âdeta kendi şehidlerini unutmuş, Hazret-i Peygamber’in durumu soruşturuyordu.

Bu arada Cahş’ın kızı Zeynep, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile karşılaştı ve aralarında şöyle bir sohbet geçti. Peygamber Efendimiz, ona:

“-Sabırlı ve tahammüllü ol!..” buyurdu. Zeynep -radıyallâhu anhâ-:

“-Niçin, ey Allâh’ın Rasûlü?” diye sordu.

“-Kardeşin Abdullah’ın şehadetinden dolayı.”

“-Şehadet onun için kutlu ve mübârek olsun!”

“-Sabret!”

“-Niçin, ey Allâh’ın Rasûlü?”

“-Dayın Hamza’nın şehadetinden dolayı.”

“-Hepimiz Allâh’a âidiz ve yine O’na döneceğiz. Şehadet makamı ona mübarek olsun!..” karşılığını verdi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- biraz durduktan sonra Zeyneb’e dönerek tekrar:

“-Sabırlı ol, ey Zeyneb!..” buyurdu:

“-Şimdi ne için Ya Rasûlallah!”

“-Eşin Mus’ab bin Umeyr’in şehadetinden dolayı.”

Zeynep -radıyallâhu anhâ-, bu sözü duyunca, can yakıcı bir şekilde ağlayıp sızlamaya başladı. Bunu gören Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“-Hiç kimse, kocanın, hanımının kalbinde olan yerini alamaz!..” buyurdu.

Bu arada Zeynep -radıyallâhu anhâ- kendisine:

“-Neden kocan için böyle ağlıyorsun?” diye soranlara şu cevabı verirdi:

“-Ağlamam, kocam için değildir. Çünkü o Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanında şehâdet makamına erişmiştir. Beni ağlatan çocuklarımın öksüz kalışıdır.”

 

KUR’ÂN-I KERÎM’DEN BİR KAÇ DUÂ ÂYETİ:

“…Ey Rabbimiz! Bizi zâlimler topluluğuyla beraber bulundurma.” (Yûnus, 85)

“Ey Rabbimiz! Îman ettik, bizi bağışla ve bize merhamet et, Sen merhamet edenlerin en hayırlısısın.” (el-Mü’minûn, 109)

“…Ey Rabbimiz! Bize tarafından bir rahmet ver ve işimizde bizim için bir kurtuluş yolu (ve başarı) hazırla.”(el-Kehf, 10)

“Ey Rabbimiz! Doğrusu sen, gizlediğimizi de, açığa vurduğumuzu da bilirsin. Yerde ve gökte hiçbir şey Allâh’a gizli kalmaz.” (İbrahim, 38)

“Ey Rabbimiz! Hesabın görüleceği kıyâmet gününde beni, annemi, babamı ve bütün mü’minleri bağışla!” (İbrahim, 41)

 “…Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce îmanla geçmiş (din) kardeşlerimizi bağışla, kalplerimizde, îman edenler için hiç bir kin bırakma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz ki Sen pek şefkatlisin, pek merhametlisin.” (el-Haşr, 10)

PAYLAŞ:                

Şefika Meriç

Şefika Meriç

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle