Yemen civârında, “Karn” adı verilen bir köy vardı. Veysel Karânî (Uveys el-Karânî) hazretleri o köyde yaşar, geçimini çobanlık yaparak temin ederdi. Hasta, âmâ ve ihtiyar annesinden başka kimsesi yoktu. Onu çok sever, hizmetinde hiç kusur etmezdi.
Veysel Karanî, Peygamber Efendimiz’in peygamber olduğunu ve İslâm Dîni’ni yaymaya başladığını duymuş ve onu görmeden îmân etmişti. Fakat İki cihan güneşi Efendimiz’i dünya gözüyle göremediği için sahâbî olamamıştı.
Veysel Karânî hazretlerinin, müslüman olduktan sonra, Allâh Rasûlü’ne olan muhabbeti her geçen gün artmış ve artık tahammül edilmez bir seviyeye ulaşmıştı. Bir tek dileği vardı; Allâh elçisinin gül yüzünü görmek. Ondan sonra ölse bile gam değildi. Fakat Yemen ile Medîne arası çok uzaktı. Üstelik kendisini tamamen annesinin hizmetine vermişti, ihtiyar annesinden ayrılacak durumda değildi. Birgün annesinin dizlerine kapanıp gözyaşları içinde izin istedi;
“–Ne olur anneciğim, izin ver de gidip Sevgili Peygamberimiz’i göreyim, sesini duyayım!”
Annesi, oğlunun bu yalvarışına dayanamadı;
“–Peki yavrum, git! Ancak, Peygamberimiz’in kapısına kadar varacak, eğer evinde ise görüp hemen geri döneceksin!” dedi.
Veysel Karânî, bu kadarına da râzı olup hemen yola çıktı. Yol uzun, çöl ıssız, güneş de ortalığı kavuruyordu. Üveys, koşarcasına gidiyor, bir an önce Sevgili Peygamberimiz’e kavuşmak ve O’nun nûr yüzünü görmek istiyordu. Haftalarca yürüdü ve nihayet Medîne-i Münevvere’ye ulaştı. Heyecan içindeydi. Hemen Peygamber Efendimiz’in evini sordu. Ona gösterdiler. Eve gidip kapıyı vurdu. Hafifçe aralanan kapıdan bir kadın sesi duyuldu. Bu Peygamberimiz’in sevgili hanımı Hazret-i Âişe idi. Veysel Karânî:
“–Ben Yemen’in Karn köyünden geliyorum. Adıma Üveys derler. Allâh Rasûlü’nü ziyâret etmek istemiştim.” dedi. Hazret-i Âişe Vâlidemiz cevap verdi:
“–Ne yazık ki, Peygamberimiz evde değil. O’nu ancak mescidde bulabilirsiniz.”
Üveys’in başına sanki dünyalar yıkılmıştı. Annesine verdiği sözü hatırladı. Eğer Peygamberimiz’i evde bulamazsa hemen geri dönmesi gerekiyordu.
“–Peygamberimiz’e selâmımı söyleyiniz.” dedi. “–O’nun gül yüzünü görmek için Yemen’den gelmiştim. Fakat kısmet değilmiş. Lütfen kendisine selâmımı arz edip geldiğimi söyleyiniz. Sevgisiyle yaşadığımı, canımdan çok sevdiğimi arz ediniz.”
Veysel Karânî hazretleri gözü yaşlı, gönlü mahzûn olarak geri döndü. Çölü aşarak memleketine vardı.
Peygamber Efendimiz eve döndüğünde kapıda Üveys’den kalan nûru görerek Hazret-i Âişe’ye kimin geldiğini sordu. Hazret-i Âişe de; Yemen’den Üveys adında bir gencin geldiğini, ancak annesine verdiği sözden dolayı geri dönmek zorunda kaldığını söyledi. Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz O’nu medhederek:
“–Üveys, sahâbîlerimden sonra gelen insanların en hayırlısıdır.” buyurdu.
Veysel Karânî Hazretleri, annesinin vefâtını müteâkip Mekke’de hac vazîfesini îfâ edip Medîne’ye geldi. O sırada Peygamber Efendimiz de âhirete irtihâl buyurmuşlardı. Veysel Karânî, Ravza-i Mutahhara’ya vardı. Efendimiz’in türbesini görünce kendinden geçerek bayılıp düştü. Ayılınca, O’nsuz oralarda yaşamaya dayanamayacağını anlayarak tekrar Yemen’e döndü.
Hazret-i Ömer, halîfeliği zamanında Hazret-i Ali ile birlikte, Peygamber Efendimiz’in kendilerine emânet olarak bıraktığı Hırka-i saâdeti, Veysel Karânî’ye vermek üzere Kûfe’ye geldiler. Onun bulunduğu yere giderek emâneti teslîm ettiler. Veysel Karânî de;
Hırka-i şerîfi büyük bir hürmetle aldı, onu öptü, kokladı ve yüzüne-gözüne sürdü ve dua etti.
Bu Hırka-i Şerîf, nesilden nesile Osmanlılara kadar geldi. Sultan Abdülmecîd Han, bu Hırka-i şerîf için Fâtih civarında Hırka-i Şerîf Câmii’ni yaptırdı. Müslümanların her sene Ramazan ayında teberrüken ziyaret ettikleri Hırka-i Şerîf de bu câmidedir.
Ömrünü Allâh Teâlâ’ya ibâdet, itâat ve zühd ile geçiren Veysel Karânî hazretleri, Hazret-i Ali’nin halîfeliği zamanına yetişti. O’na tâbi olarak Sıffîn muhârebesine katıldı ve bu muhârebede şehîd olarak Hakk’a kavuştu.
Cenâb-ı Hakk bizlere; Veysel Karânî Hazretleri gibi, annelerimize itâat ve hizmet etmeyi nasip eylesin ve şefâatlerine nâil buyursun!
YORUMLAR