Bir rivâyete göre, Peygamber Efendimiz’in torunlarından Hasan ya da Hüseyin Efendilerimizin bulunduğu bir mecliste, âhirzaman üzerine sohbet edilmektedir. Efendimiz’in mübârek torunu, ellerine dışı yaldızlı, parlak bir küre alır. Ve şöyle der:
“-Âhirzamanda Muhammed ümmetinin gençleri, işte bu küre gibi olacak. Dışı parlak, albenili ve bakımlı...”
Sonra küreyi ortadan ikiye ayırır. Kürenin içi bomboştur. Sözlerine şöyle devam eder:
“-İçleri ise, bu küre gibi bomboş olup, mânevîyattan mahrum!..”
Gerçekten böyle bir hâdise yaşanmış mıdır, bilmiyorum; ama bunun günümüzde büyük bir hakikat olduğu inkâr edilemez.
* * *
Dünya nüfusunun yaklaşık üçte biri 15-25 yaşlarında bulunan gençlerden meydana geliyor. Ergenlik ve gençlik çağı, heyecanın dorukta olduğu, zaman zaman gelgitlerin yaşandığı, ifrat ve tefrit noktalarına gelindiği bir dönem olarak bilinir. Gençler, genellikle huysuz ve öfkelidirler. Kendilerini hislerine kaptırır, tutkuların kölesi olurlar. Ya da bulunduğu güzel çevre ve beraber olduğu sâlih kimselere bakarak kulluk yolunda maddî-mânevî büyük mesafeler kat edebilirler. Dolayısıyla her türlü yararlı ve zararlı faâliyet, gençlerin eliyle yürümektedir, yürütülmektedir.
Zaman öyle bir devir ki, bir tarafta okuyan, yazan, kendini geliştiren, millî-mânevî duygulara sımsıkı sarılmış bir gençlik… Bir başka tarafta internetin başında vaktini su gibi akıtan, “o bar senin, bu cafe benim” gönül eğlendiren, oldukça salaş kıyafetler içinde, “nerede akşam, orada sabah” eden duyarsız bir gençlik var.
“Türk gençlerinin en büyük problemleri nelerdir?” denildiğinde; eğitim, işsizlik, kaygı, geleceğe güvenle bakamama, hayattan kaçış ve yalnızlık, şahsiyet yapısının oluşmaması, anne-baba sevgisinin azlığı (şefkatsizlik), medya (kitle iletişim araçları)na bağlı olumsuzluklar, ekonomik sıkıntılar, kötü arkadaş grubu... gibi uzayıp giden bir yığın mesele çıkacaktır karşımıza.
İnternetin tam mânâsıyla hayatımıza girmesi, 90’lı yılların ortalarıdır. Fakat bilhassa son beş yılda internet, neredeyse yeme-içme gibi zarûrî ihtiyaçlarımız arasına girmiştir. Teknoloji, iki uçlu bir bıçak gibi hayra da, şerre de müsait bir gelişme. Fakat uygunsuz ya da müstehcen muhtevâlı görüntü ve sitelerden kendimizi korumamız kimi zaman çok da kolay olmuyor. Çok mâsumâne bir arayış içinde internette dolaşırken birden uygunsuz bir görüntü ekranı istilâ edebiliyor.
Biz her ne kadar kendimizi bu tür görüntülerden korumaya çalışırsak çalışalım, isteyerek ya da istemeden bu görüntülerle veya müstehcen muhtevâlı internet siteleriyle muhatap olan pek çok gencimizin bulunduğu mâlûm… Problem olan şey, gençlerimizin ya da ergenlerimizin müstehcenlikle muhatap olmasından öte, bu müstehcenliğin doğurduğu menfî neticelerdir. Evet, Türkiye’de yaşayan gençlerimizin, bilhassa genç erkeklerin en büyük sıkıntısı, duygularını kontrol edememekten kaynaklanmaktadır. Bu kontrolsüz duyguların en korkunç neticesi, onların toplum içerisinde gusülsüz dolaşmalarına sebep oluyor. Duyguların kontrolsüzlüğüne de en büyük faktör, şüphesiz ki, televizyon ve internette izlenen müstehcen görüntüler…
Bu görüntüler karşısında, toplumun ciddî bir kesimi saatler harcıyor. Abdesti bozacak herhangi bir hâl ile karşılaşan gençlerden bir kısmı gusletmeyi ya da karşılaştığı durumun guslü gerektirdiğini bilmiyor. Ya da kendine hâkim olamayıp izlediği, meşgul olduğu görüntüler sebebiyle etraftan kınanmak korkusuyla guslü te’hir edebiliyor. Bu da paralelinde ibâdet hayatında ciddî aksaklık veya yanlışlıklara sebep oluyor.
Günümüz gençliği, yazımızın başında anlatmaya çalıştığımız küreye benzeme yolunda... Gençlerimizin hedefi, “SBS, LYS, (eski adıyla ÖSS) yahut önündeki envâî çeşit sınavların şampiyonluğu, bulunduğu alanın en iyisi olmak, durmadan ve engel tanımadan çalışmak” olmuş. “Toplulukta fark edileyim, güzel giyineyim, dikkatler üzerimde olsun, hayatı umursamayayım, kuralsız yaşayayım, karışanım olmasın!..” da en büyük istekleri…
Bu noktada içinde bulunduğumuz yaz ayları, bizler için daha farklı bir değer arz ediyor. Ülkemizde her sene Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı olarak yaz Kur’an kursları faaliyet göstermekte… Yaz Kur’ân kurslarına 5. sınıftan üniversitede okumakta olan gençlere kadar hemen her yaş grubundan öğrenciler katılmakta… Öğrencilerin çeşitliliği karşısında mutlu olmamak elde değil. Fakat bu çeşitlilik, bazen bizi şaşırtıyor, adetâ ne yapacağımızı bilemez hâle geliyoruz.
Meselâ kimi öğrenciler hayatında hiç namaz kılan kimse görmemişken, (geçen sene bizzat karşılaştım) kimi öğrenciler abdestin ne olduğunu bile bilmiyorlar. Kimileri tırnaklarda oje bulunduğu hâlde Kur’ân-ı Kerîm okuyor, ojenin abdest ya da gusle mânî olduğundan bîhaber… Küçük yaşlarda durum böyleyken yaş büyüdükçe problemler de artıyor. Kız-erkek arkadaş hastalığı çok ileri derecelere ulaşmış olabiliyor. Televizyon, internet ve cep telefonunun menfî tesirleri, mâsum gönüllerde derin yaralar açmış olabiliyor.
Halkımızın Kur’ân’a ve Kur’ân kurslarına saygısı ve ilgisi, bilhassa yaz aylarında çok yüksek seviyelerde… Kur’ân’a saygıyı, onu hiç olmazsa “yüzünden okumak ve rafların yüksek kısımlarında bulundurmak” olarak algılayanlarımız olsa da yaz Kur’ân kurslarının açılmasını bir nîmet bilen velilerimizin sayısı alabildiğine fazla... Dışarıda karşılaşıldığında:
“-Bu âile, evlâdını hayatta Kur’ân Kursu’na göndermez!” diyebileceğimiz nice âileler, evlatlarını Kur’ân kursuna, minnet duyguları içerisinde emânet etmekte... Kurs bitiminde yapılan hatim cemiyetlerini gözyaşları ve mânevî duygular eşliğinde izlemelerinden onlardaki bu iştiyâkın hangi seviyede olduğu anlaşılabiliyor.
Peki, milletimizdeki bu güçlü isteğin sebebi nedir? Tabiî ki, içinde bulunduğumuz zamanın zorlukları... Âileler, çocuklarına yeterince mânevî eğitim vermekte zorlanıyorlar. Bunun sebebi de, öncelikle kendilerinin yeterince bilgi sahibi olmamaları… Bir diğer sebep ise, âilelerin kendi çocuklarını yetiştirip bir şeyler öğretmekte zorlanması… Çocuklarına bir türlü söz geçirememekten şikâyetçiler... İşte bu noktada, “hiç olmazsa...”larla başlayan kaygıların son bulduğu mekân, Kur’ân Kursları oluyor.
2000’li yılların Kur’ân Kursları, son derece donanımlı kurslar... Eskiden olduğu gibi tek bir hoca, talebenin kaderini belirlemiyor. Branşlaşma sistemi ile, her derse o alanda yeterli donanıma sahip bir hoca giriyor. Kursuna göre, derslere ilâveten el işi, beceri dersleri, sportif faâliyetler, hobi, kültür-sanat faâliyetleri, yarışmalar, geziler, piknikler, kursların tâbiri câizse “ekstra”ları oluyor. Böylesine sosyal bir mekânda, kendisine, anne-babasından daha genç, daha dinamik ve donanımlı bir öğreticinin yaklaşımı ve onunla ilgilenmesi gencin dikkatini yoğunlaştırmasına, kendinin farkına varmasına ve olması gereken kıvama doğru yol almasına vesile oluyor. Genç, istisnâlar bir tarafa bırakılırsa, kurs bitiminde tesettüre daha fazla riâyet eden, namazlarına dikkat eden, dilini nâhoş sözlerden arındırmış bir hâle bürünüyor.
Teknolojinin 5 yaşındaki çocuğa kadar indiği günümüzde, bilgisizliğin hiçbir bahanesi yok!.. Farz edelim abdest almayı bilmiyorsunuz. Hiç problem değil, girin internette arama motorlarına, yalnızca abdest yazın, karşınıza abdeste dâir yüzlerce bilgi çıkacaktır.
“-Ben okumayı sevmiyorum.” diyenlere videodan anlatım…
“-Okuyup araştırmak istiyorum.” diyenlere yine sayfa sayfa bilgi sunuyor internet dünyası.
Tahâret, abdest ve gusül eğitiminin çocuğa daha küçük yaşlarda verilmesi gerekiyor. Zaten 4-5 yaşlarındaki bir çocuk, o yaşlarda çok meraklı olduğu ve su ile oynamayı sevdiği için büyükleri abdest alırken onları taklid etmek isteyecektir. Bu, onun için bir oyun ve eğlencedir. Biz büyüklere düşen, çocuğun bu anlayış ve merakından yararlanarak zevkli bir şekilde ona bu temel eğitimi vermektir. Aynı şekilde çocuklarımız, banyo ihtiyacını kendisi karşılayana kadar belli bir yaştan başlayarak onlara banyo sonunda oyunlu, eğlenceli bir şekilde gusletmeyi öğretmeli, bunun onda bir alışkanlık hâline gelip yerleşmesini temin etmeliyiz. Aksi takdirde toplumda gusletmeyi bilmeyen, guslü gerektiren durumlar içerisinde olduğu hâlde farkında olmayan ya da farkında olup da boş veren bir gençlik yetişecektir. Bunun faturası da bütün millete çıkacaktır. Zira âyet-i kerîmede:
“İnsanların kendi elleriyle yaptıkları yüzünden karada ve denizde fesat çıktı.” (er-Rûm, 41) buyrulmaktadır.
Âhiret sermâyemiz olan evlatlarımızın âhirette yakamıza yapışıp:
“-Neden beni uyarmadın?” sorusuyla karşılaşmadan önce kendimizi hesaba çekelim. Haydi, bu yaz, yeterince dağılmış olan mânevî hayatımızı düzenleme mevsimi olsun...
YORUMLAR