Yavrularımdan Öğrendim

Karşılıksız vermeyi, yavrularımdan öğrendim. Rabbimizin kullarına olan merhametinin ne kadar engin olabileceğini, o sonsuz deryanın bir katresi içinden seyrederken, annelik şefkatine gark olmuşken öğrendim. Annelik tacıyla taçlanınca, bir kız çocuğu olarak dünyaya geldiğime şükrettim. Çünkü anne olmak Rabbimizin en değerli hediyesiydi bizlere…

 Bir kedinin yavrularını hangi şefkatle sarıp sarmaladığını, bir tavuğun civcivlerini korumak için nasıl öfkeyle kabardığını, bir koyunun kuzusuyla nasıl koklaştığını anne olunca anladım.

 Hepsinden öte anneciğimin biz çocuklarına nasıl bu kadar fedakâr olabildiğini, çektiği zahmetlerden âdeta haz alabilmesini, etrafımızda bir pervâne gibi koşturduğu hâlde nasıl olup da hiç yorulmadığını anne olunca öğrendim.

 Yüce bir nasipti anne olmak... Kıymetini bilmeliydi. Zahmeti çok; lezzet ve hazzı ise daha da çoktu.

 Rabbimizin bu güzel hediyelerine hep bir lutuf ve emanet gözüyle bakabilmek, o masum gözlerden cenneti seyredebilmek, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yavrularımız için buyurduğu “cennet meyvesi” sözüne vâkıf olabilmek, maalesef her an mümkün olmuyor. Anneliğin şefkat denizini taşırmayacak, sabır zırhıyla muhafazalı genişçe bir yürek lâzım... Çünkü eğitim, şefkatle oluyor. Çünkü Rabbimiz, bizi şefkat ve muhabbetinin eseri olarak yarattı. Çünkü Rabbimizin bize ilk talimi; “Bismillâhirrahmânirrahîm: Rahman ve Rahîm olan Allâh’ın adıyla…”

 Fıtratımıza uygun olan bu... Şefkat ve sabır... İçimizi rahat ettiren bu; af ve hoşgörü...

 Mânevî bir büyüğüm olan âhiret anneme:

“-Bu çocuklar ne desem tersini yapıyor, sözümü hiç dinlemiyorlar!” diye yakındığımda:

“-Kızım, biz ne kadar Rabbimizin sözünü dinliyor, itaat ediyoruz? Men ettiklerinden ne kadar kaçınıyoruz? Buna rağmen Rabbimiz bizi affediyor, sabrediyor, hemen cezalandırmıyor, merhamet ediyor!” demişti.

Bu sözler, beni öyle bir acziyete sürükledi ki… Artık onların yaramazlıklarını görünce, kendi yaramazlıklarım geliyor gözümün önüne; Rabbimin huzurundaki gafletim...

 Kıymetli hocamızın söyledikleri gibi:

“-Affede, affede, ilâhî affa lâyık olacağız, inşâallâh…”

 Bazen iki afacanla, bedenen ve rûhen yorulup sabrım taşınca sevgili Fâtıma Annemiz geliyor aklıma... Hasan ve Hüseyin Efendilerimizin yaş farkı çok azdı ve çok hareketliydiler. O mübarek annemiz, bir yandan evinin ağır işlerini yapar, bir yandan da ümmet-i Muhammed’in dertleriyle ilgilenir, onlara da annelik yapardı. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in gözbebeği olmasına rağmen, çok yorulur, o nahif bedeni bitkin düşerdi. Bir gün ev işlerine yardımcı istemek için babasına müracaat ettiğinde, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ümmetin muhtaçlarını, biricik kızına tercih ediyor ve kıyamete kadar hepimize vird olacak “Sübhânallâh, Elhamdülillah, Allâhu Ekber” tesbihâtını, güç-kuvvet olsun diye tavsiye ediyor. Kıymetlisi Fatıma Annemiz, bu tesbihâtı, gönlüne nûr, bedenine şifâ edinip yorgunluğunu unutuyor, hizmetine hizmet katıyor.

 İşte seyyidelerin efendisi, iki cihanda hanımların en şereflisi, işte ümmetin annesi!

 O mübârek, o rakîk kalp öyle bir merhametle derinleşiyor ki, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e olan sonsuz düşkünlüğü sebebiyle; Rasûlullah Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bir iltifatıyla annelik makamının en zirvesine çıkıyor, “Ümmü ebîhâ: Babasının annesi” oluyor.

 Demek ki gerçek annelik böyle... Ümmet-i Muhammed’in evlâdını kendine evlât bilince… Demek ki gerçek merhamet böyle oluyor. Ümmet-i Muhammed’i kendi rahatına tercih edince... Demek ki, gönlün yorgunluğu ancak böyle bitiyor. Allâh’ın zikrini, Rasûlullâh’ın muhabbetini kalbe tesellî edince…

Meğer bedenin takati de böyle yerine geliyormuş, gönül diri olunca… Uğruna yaşadığı muhabbetle istikamet bulup bâkî olana dönünce…

 Nasıl muhabbet ve merhametten uykular bölünür, azıcık uykuyla bütün gün koşturulur ve yorgunluklar, kuzucuklarının gözlerindeki sevinci görünce bir lezzete dönüşürmüş, yavrularım öğretti.

 Demek âşık olanın gözüne böyle uyku girmiyormuş! Hak dostları gece kıyamda gözyaşıyla böyle duruyor, Ferhat dağları bu güçle deliyor, âşık canını cânânına böyle fedâ ediyormuş.

 Meğer uğruna böyle yaşanırmış bir dâvânın.

 Meğer canın tatlılığından, ondan daha tatlı gelecek bir sevdayla vazgeçilirmiş ancak... Canlarımızı aşkına kurban eyle, Allâh’ım.

 Bize öğreten, bizi her an terbiye eden Rabbimiz! Unutkanlığımızı bağışla, evlâtlarımızı bir emanet bilip, Sen’in muhabbetine bir vesîle, bir göz aydınlığı eyle!..

 Sen’den, ağlayan bütün yavrulara gerçek gözyaşlarıyla ağlayabilecek göz, ıztırap içinde olan ümmet-i Muhammed için sızlayacak, sevinciyle de sevinecek bir kalp, kendinden önce mü’min kardeşi için duâya açılacak bir çift el istiyoruz.

 Bizi rahmetiyle eğiten Allâh’ımız; bize rahmet lisânına sahip hakikî eğitimciler olabilmeyi de lûtfeyle.

Bize anneliği öğreten, başta Fatıma Annemiz olmak üzere, bütün sevdiğin, seçtiğin, değer verdiğin annelerimizi örnek almayı nasip eyle. Bizleri, Habîb’inin diliyle ifade buyrulan “Cennet annelerin ayakları altındadır.” (Ahmed bin Hanbel, Müsned, III, 429; Nesâî, Cihâd, 6) müjdesine lâyık annelerden eyle. Bizleri ve zürriyetimizi sâlih ve sâlihalar zümresine ilhâk eyle. Âmîn.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle