Yavrucuğum, bu mektubu sana yazarken sanki yüreğimden bir damar mürekkep olmuş, tertemiz kağıda bir ananın çaresizliğini döküyor. Kadere bak ki, âhir zamanın en dehşetli ânlarını yaşıyoruz.
Analar, artık ayakları altındaki cenneti tepip, yavruları köprü altlarına, toplumun acımasız kucağına atıveriyor. Ve ardında dönüp bakmadan “hürriyet” adına, yoksulluk adına nefsine pay biçiyor…
Bir taraftan da dindarlığıyla hayat sahnesinde rol alan bazı analar görüyorum. Gün boyu televizyonun başında bir diziden bir diziye gözyaşlarıyla, kahkahalarla koşuyor. Yavrusunun en verimli çağında ona Allâh ve Rasûlullâh sevgisi vereceğine, “daha yaşı küçük, ağır gelir” diyor, Rabbimiz’in öğretmesini emrettikleri için...
Bütün imkânlarını fâni diplomalar için seferber ederken, “yavrumun ebedî âhiret saâdeti ne olacak” diye düşünen anaların sayısı gittikçe azaldı artık.
* * *
Gözü yaşlı talebelerim yanıma gelip:
“–Hocam, ben başımı açmak istemiyorum, annem-babam zorluyor. Ne yapayım?” diye soruyorlar.
İşte o zaman, tarihimizin en güzîde hanımları geliyor, buğulu gözlerimin önüne… Evvelâ Ümmü Süleym, hani ona Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- birgün:
“–Bu gece rüyamda cennetteydim, önümde ayak izleri vardı. Başımı kaldırıp baktım; bir de ne göreyim: Rümeysa!..”
İşte Rasûlullâh’ın iltifâtına mazhar olmuştu, ama nasıl?
Hazret-i Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in, Medine’ye hicretinin ilk günleriydi. Ensâr ve muhâcir, varlık nûruna kavuşmanın hazzıyla ne hediye edeceklerini bilemiyor, herkes elinde olan en değerli varlıklarını getirip hediye ediyordu.
Hazret-i Ümmü Süleym’in, yani Rümeysâ’nın da müşrik eşi yeni vefât etmiş, akrabaları da câhilliye âdeti olarak elindeki bütün malına el koymuşlardı. Bir ânda çaresiz ortada kalmıştı. Ama îmânı bütün bu zorlukları ona sabırla göğüslemeyi öğretmişti.
En büyük çaresizliği de “Ben Rasûlullâh’a acaba ne hediye etsem?!.” diye gözü yaşlı düşünürken, henüz sekiz yaşlarındaki Enes’i aklına geldi.
Hayattaki en kıymetli ve tek varlığıydı, Enes… Ama îmânı aşk ve vecd ile kararını verdirmişti.
Enes’i kucağına aldı ve:
“–Yavrucuğum, seni Rasûlullâh’a hediye edeyim mi?” diye sordu. Enes:
“–Evet anne!” diye sevinçle annesine sarıldı. Nasıl sevinmezdi ki, annesi ona öyle bir Allâh ve Rasûlullâh sevgisini aşılamıştı ki, bu, onun ilk gıdasıydı ve o gıdayla ileride ashâb-ı güzîn’in en kıymetlilerinden biri olacaktı.
Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in terbiyesi altında büyüdü ve artık bu ahlâkla çağları aydınlatacak hadisler rivâyet etti…
* * *
Evet yavrum, bugün bizlerin, sizi tutup Rasûlullâh’a götürmemiz mümkün değil; ama sizlere Allâh ve Rasûlü’nün sevgisini öyle aşılamalıyız ki, bu aşkla sizler de sizden sonraki nesilleri diriltmelisiniz. Yarın kıyamet gününde biz analar da alnı açık olarak:
“–Yâ Rasûlullâh işte sana hediyem, emânetine sahip çıktım!.. Yavrularımızı, en büyük emanetin olan Kur’ân ve Sünnet gıdasıyla yetiştirdik.” diyebilelim.
* * *
Toplumumuz bugün onu âbâd edecek analara o kadar muhtaç ki... Tarihimiz şanlı anaların omuzlarında en güzel anlarını yaşamışlardır.
O analar ki, infâk ve sadaka da âdetâ gizli-açık yarış hâlindeydiler.
Yine gönlüm asr-ı saâdete doğru uçtu ve Tebük seferi öncesi idi. Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-bütün ashâb’dan yardım bekliyordu. Çünkü zorlu bir seferdi gidilecek yer, hava çok sıcaktı. Kıtlık zamanıydı, hurmalıkların piştiği vakit olması da imtihanı iyice güçlendiriyordu. Ashâb bütün gücüyle infak etmesini isteyen Peygamberin emrine koşmanın, iltifâtına nâil olmanın telaşındaydı..
Henüz on yaşlarındaki bir kız çocuğu coşku ve heyecanından, kulağındaki küpeleri çıkartmaya çalışırken, farkında olmadan çekip yırtarak, kanıyla Rasûlullâh’ın önüne koydu.
İşte yavrum, onlar böyleydi. Biz de onların bu îmân ve aşk heyecanına ne kadar yaklaşırsak, bizim dünyamız ve âhiretimiz de o kadar âbâd olur.
YORUMLAR