Bize, bizden daha düşkün ve bizi bizden daha fazla seven Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Sözümü iyi dinleyiniz! Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşabilecek miyim?!” diye başladığı Veda Hutbesi’nde bizlere şu önemli ikazda bulunmuştur:
“Size iki emânet bırakıyorum, onlara sıkı sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmaz, hatalara düşmezsiniz. O emânetler, Allâh’ın kitabı Kur’ân-ı Kerîm ve Peygamberin sünnetidir.”
Dinimizin muallimi, bizlere bu önemli nasihati vermesine rağmen özellikle son zamanlarda Kur’ân ve Sünnet’e dayanmayan pek çok bid’at ve hurâfe, etrafımızı sarmakta… Birtakım insanlar da bilerek veya bilmeyerek bunların yaygınlaşmasına aracılık etmektedirler.
Bid’at; sonradan üretilen, evvel yok iken yeni ortaya çıkan veya çıkarılan şey demektir. Istılâhî mânâda ise; dinin aslında olmadığı hâlde inanç ve ibâdet sahasında sonradan icat edilen inanış ve davranışları ifade eder. Cenâb-ı Hakk’ın indirmediği, Allah Rasûlü ve O’nun kıymetli ashabı zamanında uygulanmamış, kavlî, fiilî ve takrirî sünnetlerle desteklenmeyen söz ve fiilleri içerisine alır.
Hurâfe ise; doğru bilgiye dayanmayan, akıl ve mantıkla bağdaşmayan, dînin özüne ters düşen her türlü yanlış inanış ve uygulamalardır.
* * *
Allah Teâlâ, Mâide Sûresi’nde şöyle buyurmuştur:
“…Bugün size dîninizi ikmâl ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim...” (Mâide, 3)
Bu âyet-i kerime îcâbınca, İslâm Dini, en mükemmel hâliyle tamamlanmış ve hükümleri açık seçik belirlenmiştir. Rasûlullâh Efendimiz de dünya ve âhiret saadeti için gereken her şeyi, bizzat (fiilî) sünnet olarak uygulayarak, sözlü (kavlî) sünnet olarak tavsiye ederek ve ashâbında gördüğü güzel işleri (takrîrî) olarak onaylayarak, bizlere bırakmıştır. Hem de şu güzel müjdeyle birlikte:
“Sünnetimi ihyâ eden (uygulayan, uygulanmasına vesîle olan) beni sevmiş demektir. Beni seven ise, cennette benimle beraberdir.” (Taberânî, 5)
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kendi sünnetine ittibâ etmemizi emrettiği gibi dinimize, ehlimize ve nefsimize zarar verecek söz ve hareketlerin bütününden uzak durmamızı da istemiş ve bizi şöyle uyarmıştır:
“Sonradan uydurulan şeylere (bid’atlere) karşı dikkatli olun! Çünkü her sonradan (din adına) ortaya konulan bid’attir. Her bid’at sapıklıktır. Her sapıklık da ateştedir.” (Ebû Davud, Sünne, 5; Tirmîzî, İlim, 16; Nesâî, Iydeyn, 22; İbn-i Mâce, Mukaddime, 6,7)
“Bir toplum, dinlerinde bir bid’at ihdâs ettiği zaman, o bid’atin misli sünnetten kaldırılır. Şu hâlde sünnete sarılmak, bid’at ihdâs etmekten hayırlıdır.” (Ahmed bin Hanbel, Mişkatül Mesâbih, c:1, sh: 66)
Ashâb-ı kirâmın ileri gelenlerinden Abdullah Bin Ömer -radıyallâhu anh- de:
“-Halk güzel görse de her bid’at kötüdür, dalâlettir” buyurmuştur.
* * *
Din adına sonradan uydurulan her şeyin bid’at olmasına mukabil, iyilik ve güzelliklerin yaygınlaşması adına bir kısım âlimlerimiz, dinin emirlerine karşı olmayan iyi ve güzel işleri “bid’at-ı hasene” olarak kabul etmişler ve uygulanmasına karşı çıkmamışlardır. Onların bu tercihlerinde, aşağıdaki hadîs-i şerîfleri de göz önünde bulundurmalarının rolü vardır:
“Kim İslâm’da güzel bir yol (usûl, sünnet) başlatırsa, onu işleyenlerin sevabı kadar bir sevap kendisine verilir. Tâkip edenlerin sevabı eksilmeden… Kim de İslâm’da kötü bir çığır başlatırsa, onu işleyenlerin günahı kadar bir günah kendisine yüklenir. O kötülüğü işleyenlerin günahı eksilmeden…” (Müslim, İlim 15, Zekât 69; Nesâî, Zekât 64; İbn-i Mâce, Mukaddime 14)
Demek ki, İslâm’da iyilik veya kötülükte öncü olmak mümkündür. Ve başlatılan yolun faturası da, ilk defa öncülük edene kesilmektedir. “Bid’at-ı Hasene” tâbirinin ortaya çıkmasına sebep olan hâdiselerden birisi de Hazret-i Ömer’e âittir. O, kendi hilâfeti döneminde Terâvih namazının câmide cemaatle kılınmasını emretmiş ve:
“-Bu, ne güzel bir bid’attır!” buyurmuştur. (Buhârî, Terâvih, 1; Muvatta, Ramazan, 3)
Gerçi Terâvih namazının Peygamber Efendimiz tarafından da gerek evde ve gerekse câmide kıldırıldığı bir hakikattir. Yani sünnette bir aslı vardır. Ama bu namazın cemaatle kılınmasını asıl teşvik eden, Hazret-i Ömer’dir.
Bir de dinin aslında olmayan, sonradan dine sokulmaya çalışılan bazı bid’atlar vardır ki, bunlara da “bid’at-ı seyyie”, yani kötü bid’at denmiştir. Kabirlerde bulunanlar için kurban kesmek, türbe vb. yerlerde mum yakmak gibi…
* * *
Dînî emir ve yasaklarda, ibâdet ve diğer hususlarda çok dikkatli olmak gerekir. Dinin sahibi Cenâb-ı Hak, tebliğcisi Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’dir. Onların açıkça beyân etmediği bir hususta insanların kendi akıl ve gönüllerinden, iyilik ve güzellik adına birtakım ibâdetler ortaya çıkartması tasvib edilecek bir şey değildir. Bu konuda, tek başına niyetin “iyi” olması da yeterli değildir. Kişi, kendi durumuna bakmaksızın, bir “din” ortaya koymuş sayılır ve bunun da âkıbeti hakkında pek çok ikaz vardır.
Âyet-i kerîmede, Rabbimiz şöyle buyurmuştur:
“…(Peygamberin) emrine muhâlefet edenler, başlarına bir belâ gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.” (en-Nûr, 63)
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de ümmetini şöyle uyarmıştır:
“Kim, bizim dinimizde, onda olmayan bir şeyi icad ederse, o reddedilmiştir.” (Buhârî, Sulh, 5; Müslim, Akdiye, 17, 18)
“Konuşulan sözlerin en hayırlısı, Allah Teâlâ’nın kitabıdır. Yolların en güzeli, Muhammed’in yoludur. İşlerin en kötülerinden birisi de (peygamberden) sonra ihdâs edilen (dine sokulmak istenen) asılsız şeylerdir. Bid’atler dalâlettir.” (İbn-i Mâce, 1/45)
Peygamberlerini yalnızca sözlü olarak değil; fiili olarak sevmek ve sevgilerini sünnetlerini uygulayarak ispat etmek isteyen bizler için, sözümüzün sonunu yine Gül Nebi’ye bırakıyoruz. O’nun güzîde cemaatinde saf durup can kulağımızla dinliyoruz.
İrbâd bin Sâriye -radıyallâhu anh- naklediyor:
“Bir gün Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bize namaz kıldırdı. Sonra yüzünü cemaate çevirerek çok beliğ, çok manidar bir vaazda bulundu. Öyle ki, dinleyenlerin gözleri yaşla, kalpleri de heyecanla doldu. Cemaatten biri:
“-Ey Allâh’ın Rasûlü, sanki bu, bir veda konuşmasıdır, bize ne tavsiye ediyorsunuz?” dedi.
“-Size” buyurdu, “Allâh’a karşı takva üzere bulunmanızı, başınızda Habeşli bir köle bile olsa emirlerini dinleyip itaat etmenizi tavsiye ederim. Zira, sizden hayatta kalanlar, benden sonra nice ihtilaflar görecek. Öyle ise, size sünnetimi ve hidayet üzere olan Hulefa-i Râşidîn’in sünnetini hatırlatırım; bunlara uyun ve dört elle sarılın. Sonradan çıkarılan şeylere karşı da son derece dikkatli ve uyanık olun. Zira (sünnette bulunana zıt olarak) her yeni çıkarılan şey bir bid’attır, her bid’at da dalâlettir, sapıklıktır.” (Tirmizî, İlim, 16; Ebû Davud, Sünnet, 5)
YORUMLAR