“Kaht-ı ricâl” nedir?
Kaht-ı ricâl, 1800’lerin başında yurt dışına eğitim için giderek, oradaki imkânlar sebebiyle orada kalan vatandaşlarımız sebebiyle ülkede çekilen insan eksikliği sıkıntısıyla literatürümüze girmiş olan “vasıflı insan eksikliği” mânâsını taşıyan bir sözdür.
O günden bugüne dek süregelen bu problemin birçok sebebi olsa da başlıca sebebi, insanın kendini tanımaması, tanımadığı için de yönetememesidir. Kişi tanımadığı, bilmediği bir mekanizmayı çalıştıramaz.
İnsan da birçok donanım, yetenek ve kuvveti haiz olmasına ve en güzel kıvamda yaratılmış olmasına rağmen, kendi mekanizmasını tanımadığı için istîdatlarının çok azını kullanır. Oysa dünyada bir kişi, bir şeyi başarmışsa, her insan o işi başarabilme imkân ve ihtimâline sahiptir. Çünkü bu muazzam güç ve mekanizmanın müjdesini Yüce Allah kitabımız Kur’ân’da:
“Biz insanı en güzel kıvamda yarattık.” (et-Tîn, 4) âyetiyle vermiştir.
Buradaki “takvîm” kelimesinin meal ve tefsiri, güzellikten öte “kıvamı” anlatır. İnsanın yaratılışındaki her şey; uyum, kıvam ve muhteşemlik çizgisindedir. İnsanda yaratılışına uygun olarak dünyada yaşadığı müddetçe her alanda kıvamı, îtidâli ve hidâyeti bulduğu sürece mutlak başarı kaçınılmaz olacaktır.
Yazının başlangıcında belirttiğimiz gibi, bir alanda başarılı olmak için insanın kendini tanıması gerekir. Bu da ancak bütün bedeni yöneten ve kontrol eden insan beynini tanımakla mümkündür.
İnsan beyni, ilgili uzmanlarca 1 litre su, 160 gram yağ, 110 gram protein, 15 gram şeker ve 10 gram tuz olarak belirtilmektedir. Allah bunca müthiş bilgi, düşünme, üretme ve yönetim gücünü; bu maddelerin içinde ve çok sağlam bir kafatasında muhafaza etmektedir.
Her insanın beyninde yüz milyar kadar “nöron”, yani “bilgi dosyası” bulunmaktadır. Her biri aktifleşmek için sahibinin kendisine sinyal göndermesini beklemekte… Her biri ayrı bir bilgi ve beceri dosyasıdır; kitap okumak, ülke tanımak, ebru sanatı, ney üflemek, siyer, hadis, fıkıh gibi… Siz yeni bir şey öğrendikçe yeni bir nöron oluşarak beyninizi geliştirir. Beyin aslâ yaşlanmaz. Ancak kullanılmazsa pasifleşir ve sahibini mutsuzluğa sevk eder.
Ünlü İslam mütefekkiri, “sosyolojinin babası” olarak tanımlanan İbn-i Haldun:
“İnsan beyni değirmen taşına benzer. İçine yeni bir şeyler atmazsanız, kendi kendini öğütür durur…” der.
Sürekli gelişim ve öğrenme hâlinde olmayan insan, kendi kendine sıkıntı ve üzüntüler üreterek dünyayı, kendisi ve etrafındakiler için yaşanmaz hâle getirir. Hazret-i Ali’nin söylediği gibi:
“Ya öğrenen ol, ya öğreten, ama üçüncüsü olma!”
Beynimizden kısaca bahsettikten sonra, insanın hayatını kontrol eden iki güçten bahsetmek istiyorum: Söz ve davranışlar… Söz ve davranışlarımız, beynimizden bağımsız değildir. Hatta beynin idaresine müdahale ederek onu değiştirebilirler.
“Ağızdan çıkan her söz, içimizden geçirdiğimiz niyetler; güçlü bir duâ özelliği taşır!” ifadesi buradan gelir.
Ağzınızdan çıkan söz, beyne ulaşarak ona emirler verir. Olumlu ya da olumsuz olması onun için önemli değildir. Peygamberimiz de:
“Ya hayrı söyle yahut da sus!”[1] buyururken yine ümmetinin hayatına yön verecek çok önemli bir mesaj beyân etmiştir.
“-Söylediklerinize dikkat edin, bir müddet sonra onlar düşünceleriniz olur. Düşüncelerinize dikkat edin, davranışlarınız olur. Davranışlarınıza dikkat edin, kaderiniz olur.” sözüyle Mahatma Gandi de birbiriyle insicam içinde çalışan bu üç mekanizmayı özetlemiştir.
Bir kişiye sürekli başarılı ve hayırlı insan olduğu yönünde telkinler verirseniz, o kişinin davranışlarının hızla söylenen istikamete dönüştüğünü tecrübe edebilirsiniz. Bilhassa çocuklarda bu metodu kullanarak birçok sıkıntıyı aşabilir, çocuğun karakterini söz gücüyle sağlamlaştırabilirsiniz. Tabi, bu gücü tam aksi istikamette kullanarak kişiyi olumsuz ve kötü bir karaktere yönlendirmek de mümkün... Hayatta çoğu zaman bunu şuursuzca kendimize ve çevremizdekilere yapıyoruz.
Gün içinde sürekli iyi hissettiğimizi, mutlu olduğumuzu söylersek sözlerimiz davranışlarımıza tesir edecek ve gerçekten iyi hissetmeye, olumlu davranışlarda bulunmaya başlayacağız.
Vasıflı insan aynı zamanda vaktini iyi yöneten ve değerlendiren insandır. Geçen zamanın hiçbir şekilde telafisi yoktur. Bir insan dünyanın en zengini olsa, hastalansa ve doktor ona sadece üç ay ömrü olduğunu söylese, o insanın bütün malını vererek ömrüne bir dakika bile ekleme imkânı yoktur. Kişi her ânını en verimli şekilde değerlendirmeli, vaktini boş geçirmekten sakınmalıdır.
“Bir işi bitirince, başka bir işe koyul!” (el-İnşirâh, 7) âyet-i kerîmesini kendisine düstur ederek, “Kendime ve insanlığa faydalı işler yapmalıyım!” derdinde olmalıdır.
Ve mutlaka her insanın büyük bir hedefi olmalı, zamanını bu hedefe giden küçük ve büyük vazifelerle tanzim etmelidir. Herkes yönetici, lider, akademisyen ya da “başarılı olmanın tarifi kişi için neyse”, o olmak zorunda değildir. Ama yaptığı iş ve istîdâdı ne yönde ise, onun en iyisini yapmak zorundadır.
Böylelikle kendimizden başlayarak, kendimizi bütünün önemli bir parçası görerek, yapbozun parçalarını tamamlayan muhteşem bir manzara ortaya çıkaracağız!
Aklında tut! Sen mükemmel olursan, bir bütün olan ümmet tablosunu mükemmelleştireceksin.
[1] Bkz. Müslim, Îmân, 77.
YORUMLAR