- yüzyılın önemli problemlerinden biri de şüphesiz “yalnızlık”tır. Sanayileşmenin getirdiği menfîliklerden biri olan yalnızlık, bütün dünyada hızla artıyor. Yalnızlıktan en fazla zarar görenler ise, yaşlı ve kimsesizler…
Âilenin küçülmesi ile yalnızların sayısı gün geçtikçe artmaya devam ediyor. 2015’e ait istatistik bilgiler şöyle: Yaşlı nüfusun % 56,2’si kadın, dünya nüfusunun % 8,5’i yaşlı… Tek kişilik hânelerin % 45,8’ini yine yaşlılar oluşturuyor.
En çok yaşlı oranına sahip ilk üç ülke sırasıyla şöyle: % 30,4 ile Monaco % 26,6 ile Japonya ve % 21,5 ile Almanya...
Türkiye ise, 167 ülke arasında 66. sırada yer almaktadır. Türkiye’de 100 yaş ve üzerinde 5.293 kişi var. Yaşlı nüfus oranının en yüksek olduğu il Sinop, eşi ölmüş yaşlı erkeklerin oranı % 12,9 iken, yaşlı kadınların oranı % 50,5.
Yalnızlık konusunda yazmaya karar verdiğimde radyodan dinlediğim bir programda tam da bu konu konuşuluyordu. Dahası İngiltere’de “yalnızlıktan sorumlu bir bakanlık”ın kurulduğu belirtiliyordu.
Başbakan Therasa May, bu vazifeye atanan bakanı ve hizmetlerini anlatırken, yeni bakan da:
“-Meseleye sahip çıkmak ve İngiltere’de yalnızlıktan ötürü acı çeken milyonlarca insana yardım etmek için elimizden geleni yapacağız!” diyerek vazifesine başlamıştı.
İnsan yaşlandıkça bedeninden çok şey kaybeder, gücünün azalıp sahip olduğu imkânlar elinden çıktıkça kendini güçsüz görmeye başlar. Hiçliğini ve dünyanın fâniliğini anlayarak, kendini kimsesiz ve yalnız hisseder. Şehir hayatına uyum sağlayamamak da yalnızlığın sebeplerinden biridir. Sanayileşme sonrası büyük şehirlere göçle birlikte birçok problem ortaya çıkmış olup bunlardan birisi de yalnızlıktır.
Evlerin mimarî şekli, akraba ve komşulardan uzaklaşma, çalışma saatlerinin sosyal ilişkileri kısıtlaması, geçim sıkıntısı, lüks hayat yaşama arayışı, millî ve mânevî değerlerin tesirini kaybetmesi gibi hususlar farklı bir hayat tarzları doğurmuştur. Bu yeni hayat tarzlarının en önemli neticelerinden birisi de yalnızlıktır.
Gençlerin şehir merkezlerine göç etmesi ile köyde kalan yaşlılar, ciddî mânâda yalnızlık girdabına girdiler. Bugün köylerdeki yaşlıların en önemli problemi, evlatlarından ayrı ve uzakta yaşamalarıdır. Genellikle kırsalda yaşayan bu yaşlılar, ekonomik olarak çocuklarına muhtaç ve bağımlıdır. Neticede bu zorunlu ayrılık yanında farklılaşan değerler sistemine bağlı olarak, genç neslin geleneksel âile sorumluluklarına uymamaları da nesiller arası çatışmaya yol açmıştır. Buna bağlı olarak gençler âilelerinden ayrı, tercihen uzak yaşamak istemeleri gerçeğiyle yüz yüze gelinmiştir.
Diğer yandan hızlı bir dönüşüm süreci yaşayan kentlerde kadınlar da çalışmakta, akraba ve komşuluk ilişkileri gitgide zayıflamaktadır. Özellikle büyük şehirlerdeki yaşlılar yalnızlıkla, yoksulluk, sağlıklı beslenme, konut, bakım gibi problemlerle mücadele etmek zorunda kalmaktadırlar.
Aktif hayatın sona ermesi mânâsına gelen emeklilik süresi ise, âile ferdinin sosyal hayattan uzaklaşması meselesini beraberinde getirmektedir. Günümüzde emeklilik, eşin ölümü, çocukların evden ayrılması, sağlık problemleri sebebiyle çoğu kimse yalnızlık ve toplumsal hayattan dışlanma derdiyle karşı karşıya kalmaktadır.
* * *
Buraya kadar anlattığımız ve çağın en büyük problemlerinden biri olan yalnızlığın giderilmesinde gereğine uygun kurulan âile hayatı önemli bir yere sahiptir.
Yalnızlığın sebeplerinden bir kısmı âile içinde halledilebilir. Şehir hayatının getirdiği olumsuzluklar, âile sıcaklığında giderilebilir. Yaşlı, emekli, çocuk ve engelli fertler, ancak ve ancak âilenin sevgi saygı ile birbirine kenetlenmeleriyle yalnızlıktan kurtulurlar. Gençlerin başıboş hayat tarzı, âile değerleriyle normal sınırlarda tutulabilir.
Evet, âilede fertler birbirine karşı samimi, sevecen ve güvenilir olmalıdır. Eşler, kardeşler, nine-dede her türlü probleminizi paylaşabileceğiniz, dertleşip sohbet edebileceğiniz, kısacası yalnızlığınızı giderebileceğiniz en samimi kişilerdir. Bunların dışında o seviyede başka dost bulmak zordur.
Hâl böyle iken fertlerin çocukluktan itibaren yaşlanmaya hazırlık yapması gerekmektedir. Yaşanan çevrede yaşlılığa değer verilir, sevgi ve saygı gösterilirse; büyümekte olan çocuk, yaşlanmayı olumlu bir durum olarak algılayacak ve ileriki hayatında yaşlılara saygı ve sevgi gösterecektir. Toplumun yaşlılara verdiği önem, duyduğu saygı çok önemlidir. Bir kenara atılıp âdeta son kullanma tarihini bekleyen (!) yaşlıların, toplumla bütünleşmesi imkânsızdır.
Kendini yalnız ve muhtaç hisseden yaşlılar ya huzurevine gitmekte ya da evinden, yurdundan ayrılarak evlatları arasında nöbetleşe bakılmaktadırlar. Bir yaşlı için evi, köyü ve mahallesi çok önemlidir. Onlar, hâtıralarıyla yaşamak isterler. Günümüz şartları, büyük âile geleneğini, çekirdek âileye dönüştürdüğü için, ev mimarîsi de değişmekte ve ana-babaya ayrılacak özel bir oda bulunmamaktadır.
Hâl böyle olunca, iki taraf da huzursuzluk yaşamakta, yaşlı fert kendini “istenmeyen”, “evlatlarına yük olan biri” olarak görmeye başlamaktadır. Bu durum her iki taraf için de mutsuzluk ve huzursuzluk yaratmaktadır.
Oysa bir zamanlar âileler beraber yaşar, kimse kimseye yük olarak görülmezdi. Çocuklar dede ve ninelerinin hikmet dolu nasihat ve masallarıyla büyürdü. Yaşlılar ise, torun sevgisini doyasıya yaşayarak mutlu olur, yakınları ve komşularından daima saygı ve hürmet görerek kendilerini aslâ yalnız ve mutsuz hissetmezler, aksine hayat tecrübesi ile yeni nesle yol gösterici bir rol üstlenirlerdi.
Peki, iyi de, bu anlattıklarımın günümüz şartlarında artık geride kaldığını ben de biliyor ve gerçekten üzülüyorum. Konuyla ilgili olarak ümitsiz de değilim. “Yalnız ve kimsesizler için neler yapılabilir?” sorusunun cevabını ise, ayrı bir yazıda değerlendirmek isterim.
YORUMLAR