İlâhî kaynaklı dinler denilince üç din öne çıkar. Her ne kadar yahudilik ve hıristiyanlık tahrife uğramışsa da kaynağı itibariyle “ilâhî/semâvî din” grubuna girmektedir. Gerek yahudiliğin, gerekse hıristiyanlığın dînî metinlerine ve inanç yapısına bakıldığında yeryüzünde yaşayacağına inanılan bir son peygamber ümit ve inancı her iki dinde de mevcuttur. Bu durum, Ehl-i Kitab’ın şu anki ifade ve metinlerinde gizlenmeye çalışılsa da, Kur’ân-ı Kerîm’de bilhassa Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yaşadığı dönemdeki Ehl-i Kitâb’ın Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i öz oğullarını tanıdıkları gibi tanıdıkları haber verilmektedir. Onlar, kıskançlık vb. duygularla Peygamber Efendimizi bile bile inkâr yolunu seçmişlerdir.[1]
İslâmiyet’in yeryüzüne indirilişi ile birlikte diğer bütün inanç ve sistemler geçerliliğini yitirmiştir. Âyetlerde:
“Allah nezdinde hak din İslâm’dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allâh’ın âyetlerini inkâr edenler bilmelidirler ki Allâh’ın hesabı çok çabuktur.” (Âl-i İmrân, 19)
“Kim, İslâm’dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) aslâ kabul edilmeyecek ve o, âhirette ziyan edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85) buyrularak bu duruma işaret edilmektedir.
Aslında Hazret-i Âdem’den son peygamber Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e kadar insanlığa indirilen dinlerin hepsi birdir; Allâh’ın varlığına, birliğine îmânı ve O’nun emirlerine teslim olmayı emreder. Bütün bu dinlerin genel adı da İslâmiyet’tir. Ancak daha sonraki devirlerde insanlar, kendileri dinlerini değiştirip bozarken yeni yeni isimler de icad etmişlerdir. Kur’ân-ı Kerîm de aslı bir olan, ancak sonradan kendilerinin değiştirerek bozduğu dinlere, bağlılarının verdiği isimle hitap etmiştir. Dolayısıyla hıristiyanlık ve yahudilik, bu şekliyle din olarak gelmiş ve Allah tarafından isimlendirilmiş değildir. Allâh’ın son şeklini verip tamamladığı, kıyamete kadar geçerli olacak dînin özel ismi ise “İslâm” olmuştur.
* * *
Yukarıda zikredilen âyet-i kerîmeler incelendiğinde görülecektir ki:
1-Allâh’ın varlığını ve birliğini son ve en mükemmel şekliyle ortaya koyan İslâm Dîni, Allah katında tek geçerli dindir.
2-İslâmiyet geldikten sonra yeryüzündeki beşerî-semâvî bütün dinler, geçerliliğini yitirmiştir.
3-Artık Allâh’a ulaşan tek yol, İslâm Dini’nin işaret ettiği yoldur.
Bu sebeple dînimiz, bütün bu esasları içinde barındıran bir cümlecik formülle İslâm Dîni’nin inanç esaslarını toplamıştır: “Lâ ilâhe illâllâh, Muhammedü’r-Rasûlullah.”
Yani, Allah’tan başka hiçbir mâbud, ilâh, tanrı yoktur. İnsanlara din koyacak, onlara Allah adına konuşacak hiçbir semâvî-beşerî sistem/din kabul edilemez. Allâh’ın son dînini öğretmek, yaşatmak üzere seçtiği peygamber de Hazret-i Muhammed Mustafa -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’dir. Tek olan Allâh’a, sadece O’nun seçtiği Peygamberin emir ve yasaklarıyla (şerîat ve sünneti ile) ulaşılabilir. Bundan sonra artık, daha önce gelmiş geçmiş peygamberlerin hak olan tebliğleri bile hükmünü yitirmiştir. Hâl böyleyken, hak olarak geldiği hâlde, daha sonra insanlar tarafından değiştirilip bozulmuş olan dinler geçerliliğini nasıl devam ettirsin?!
* * *
İslâmiyet’e göre, bir kimsenin îman etmiş olması için; “Allah’tan başka ilâh olmadığını, Peygamber Efendimiz’in peygamberliğini ve getirdiği bütün esasların Allah’tan olduğunu” kalben tasdik ve dille ikrar etmiş olması lâzım gelir. Allâh’ın varlığını ve birliğini kabul etmeyen, Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in son nebî ve rasûl olduğuna inanmayan kimse, mü’min sayılamaz.
Oysa Kur’ân-ı Kerîm’de gerek hıristiyanların, gerekse yahudilerin “tevhid” (Allâh’ın birliği) inancından saptıkları ve “şirk” (ortak) koştukları açıkça ifade edilmiştir:
“Yahudîler, «Uzeyr, Allâh’ın oğludur.» dediler. Hıristiyanlar da; «Mesîh (İsa) Allâh’ın oğludur.» dediler. Bu, onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir. (Sözlerini) daha önce kâfir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin! Nasıl da (haktan bâtıla) döndürülüyorlar!” (et-Tevbe, 30)
Konuyla alâkalı diğer âyet-i kerîmeler de şöyledir:
“Andolsun ki; «Meryem’in oğlu Mesih, Allah’tır.» diyenler, kâfir olmuşlardır. De ki: «Eğer Allah, Meryem’in oğlu Mesih’i, annesini ve yeryüzünde bulunanların hepsini yok etmek isterse, O’ndan kim bir şey kurtarabilir?» Bütün göklerin, yerin ve aralarındakilerin hükümranlığı Allâh’ındır, dilediğini yaratır ve Allah her şeye gücü yetendir. Bir de yahudiler ve hıristiyanlar: «Biz Allâh’ın oğulları ve sevgilileriyiz.» dediler. De ki: «Öyle ise neden size günahlarınızdan dolayı azap ediyor? Doğrusu siz, O’nun yarattıklarından bir insan topluluğusunuz. O, dilediğini bağışlar, dilediğini cezalandırır. Göklerin, yerin ve aralarındakilerin hükümranlığı Allâh’ındır ve sonunda dönüş de O’nadır!»” (el-Mâide, 17-18)
“«Meryem oğlu Mesih, Allah’tır.» diyenler, kesinlikle kâfir oldular. Oysa Mesih şöyle demişti: «Ey İsrâiloğulları, hepiniz benim de, sizin de Rabbiniz olan Allâh’a kulluk edin! Kim Allâh’a ortak koşarsa, Allah ona cennetini yasak etmiştir. Varacağı yer ateştir ve zulmedenlerin yardımcıları yoktur.» Andolsun «Allah, üçün üçüncüsüdür.» diyenler de kâfir olmuşlardır. Hâlbuki bir tek Allah’tan başka hiçbir tanrı yoktur. Eğer diyegeldiklerinden vazgeçmezlerse, içlerinden kâfir olanlara acı bir azap isabet edecektir.” (el-Mâide, 72-73)
Yahudî ve Hıristiyanların Âhiret Hayatına Bakışı
Esâsen yahudî kutsal kitabında, âhiret ve ölümden sonraki hayat hakkında net ve kesin ifadeler bulunmamaktadır. Sonraki dönemlerde komşu coğrafyada yaşayan inançlarla etkileşimleri sonucu bazı gelişmeler olmuş, iyi insanların yargılanıp temize çıktıktan sonra “Aden” denilen Cennet’e, kötülerin de Cehennem’e girip cezalandırılacaklarına inanmışlardır.
Yahudîlikte bilinmeyen konular arasında kabul edilen “ölüm”, hayatın sonu olmayıp içinde yaşanılan dünyadan öbür dünyaya açılan bir koridordur. Ölümden sonraki hayat, mezarda ve Ölüler Âlemi’nde (Şeol) geçecektir. Yahudîlikte yeniden dirilişten ziyâde “Rûhun Ölümsüzlüğü” fikri yer almaktadır. Yahudîlikte dünyanın genel ömrü, haftanın her günü bin sene kabul edilerek 7.000 yıl sayılır. Bununla beraber dünyadaki faal yıl, 6.000 yıl olup ikişer bin yıllık üç devreye ayrılır. Kendilerinden cezaya lâyık olanların bir süre sonra Cehennem’den çıkarılacağına inanırlar. Nitekim onların bu iddiası, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle çürütülür:
“İsrailoğulları; «Sayılı birkaç gün müstesnâ, bize ateş dokunmayacaktır!» dediler. (Onlara) De ki: «Siz Allah katından bir söz mü aldınız -ki Allah sözünden caymaz-, yoksa Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?»” (el-Bakara, 80)
* * *
Hıristiyanlar ise, Cennet ve Cehennem’in varlığına inanırlar. Onlar, Hazret-i Îsâ’nın bir bulut içinde gökten inerek insanlar hakkında hüküm vereceğine, iyileri Cennet’e, kötüleri Cehennem’e göndereceğine inanırlar.
“(Ehl-i kitap:) «Yahudîler yahut hıristiyanlar hâriç hiç kimse cennete giremeyecek!» dediler. Bu, onların kuruntusudur. Sen de onlara; «Eğer sahiden doğru söylüyorsanız delilinizi getirin!» de.” (el-Bakara, 111)
Cehennem Nedir, Cehennem’e Kimler Girecektir?
“Derin kuyu, hayırsız, uğursuz” mânâlarına gelen Arapça bir kelime olan “Cehennem”; âhirette kâfirlerin “devamlı” olarak, günahkâr mü’minlerin de “günahları ölçüsünde” cezalandırılmak üzere kalacakları azap yeridir. Kelimenin aslının İbranice “gé-Hinnom” kelimesinden geldiği düşünülmektedir. Kur’ân’da; nâr, harîk, hutame, saîr, hâviye, lezâ, sekar, cahîm, veyl isimleriyle de adlandırılır.
Dünya hayatındaki inanç ve fiillerin neticesi, Cennet veya Cehennem’dir. İnsanın eğitimi ve iyi davranışlara yönlendirilmesi açısından Cennet ve Cehennem inancının insan hayatına tesiri açıktır. Îman edenle etmeyenin, Allâh’a itaat edenle O’na isyan edenin eşit tutulmaması; ilâhî adâlet ve hikmetin gereğidir. Hadislerde belirtildiğine göre, Cehennem’e girenlere farklı şekillerde azap edilecek, herkesin cezası ameline göre olacaktır.
İslâm âlimlerinin ekserîsi; kâfir, münâfık ve müşriklerin Cehennem’de ebedî kalacaklarında ittifak etmişlerdir. Kitap ehlinin inançlarına bakıldığında, açık bir şirk ve Peygamber Efendimiz’i inkâr görülür.
“Gerçekten Ehl-i kitab, îmân edip (günahlardan) sakınsalardı, mutlaka kötülüklerini kendilerinden örterdik ve elbette onları Naîm Cennetlerine koyardık.” (el-Mâide, 65)
“Doğrusu Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Ondan başkasını ise dilediğine bağışlar. Kim Allâh’a ortak koşarsa, pek büyük bir günah (ile) iftira etmiş olur.” (en-Nisâ, 48)
“Onlar orada (cehennemde) ölmezler ve azapları da hafifletilmez. Çünkü o ateş, kâfirler için hazırlanmıştır.” (el-Bakara, 24)
Cehennemin Tabakaları
“Cehennemin yedi kapısı vardır. Onlardan her kapı için birer grup ayrılmıştır.” (el-Hicr, 44) âyetine işaretle, İslâm âlimleri Cehennem’in yedi kapılı/yedi tabaka olduğu üzerinde durmuşlardır. Bunlar:
1- Günahkâr mü’minler için: Hâviye,
2- Yahudiler için: Sekar,
3- Hıristiyanlar için: Saîr,
4- Yıldızlara tapanlar için: Cahîm,
5- Ateşperestler için: Lezâ,
6- Putperestler için: Hutame,
7- Münâfıklar için ise, değişik isimlerle nitelendirilmiştir.
Cehennemlikler; küfür, şirk, nifak, inkâr ve yalanlama suçlarıyla oraya sürülürler. Âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:
“Hayır! Kim bir kötülük eder de kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa işte o kimseler cehennemliktirler. Onlar orada devamlı kalırlar.” (el-Bakara, 81)
“(İki meleğe şu emir verilir:) Haydi, ikiniz her inatçı kâfiri, hayra bütün gücüyle engel olanı, azgın şüpheciyi cehenneme atın; Allah ile beraber başka ilâh edineni, şiddetli azâba birlikte atın!” (Kâf, 24-26)
* * *
Şu âyet-i kerîmede, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- geldikten ve O’nu tanıdıktan sonra O’na îman etmeyenlerin ebediyyen Cehennem’de kalacakları bildirilmiştir.
“Ehl-i kitap ve müşriklerden olan inkârcılar, içinde ebedî olarak kalacakları cehennem ateşindedirler. İşte halkın en şerlileri onlardır.” (el-Beyyine, 6)
* * *
“(Allah bu emaneti insana vermek sûretiyle), münâfık erkeklere ve münâfık kadınlara, müşrik erkeklere ve müşrik kadınlara azap edecek, inanan erkeklerin ve inanan kadınların da tevbesini kabul buyuracaktır. Allah bağışlayandır, merhamet edendir.” (el-Ahzâb, 73)
“Şu muhakkak ki, Allah kâfirleri rahmetinden kovmuş ve onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır. (Onlar) orada ebedî olarak kalacaklar, (kendilerini koruyacak) ne bir dost, ne de bir yardımcı bulacaklardır.” (el-Ahzâb, 64-65)
“Ateşten çıkmak isterler, fakat onlar oradan çıkacak değillerdir. Onlar için devamlı bir azap vardır.” (el-Mâide, 37)
Yukarıda meâllerini verdiğimiz âyetlerde ve daha pek çok âyet-i kerîmede kâfirlerin Cehennem’de sonsuza dek kalacakları, “ebedâ” lâfzıyla kayıt altına alınmıştır. Ehl-i Sünnet âlimleri, Peygamber Efendimiz’in -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in:
“Kalbinde zerre miktarı îman bulunan kimse ateşten çıkacaktır.” (Tirmizî, Sıfatu Cehennem, 10) hadîsini delil kabul edip, günahkâr mü’minlerin Cehennem’de ebedî kalmayacaklarını, cezalarını gördükten sonra Cehennem’den çıkarılacaklarını beyan etmişlerdir.
Lakin kâfirler için durum böyle değildir. Ehl-i Sünnet âlimlerinin büyük çoğunluğu, diğer bazı deliller yanında, Kur’ân-ı Kerîm’in ilgili birçok yerinde sık sık “ebedîlik” mânâsı içeren “hulûd” ve “ebed” kavramlarının kullanılmasına ve daha başka delillere dayanarak, inkârcılar ve müşrikler için Cehennem azâbının “sonsuzluğunu” savunmuşlardır. Cehenneme girenleri anlatan kimi âyetlerde, “hâlidîne fîhâ” (onlar orada kalırlar) kaydı yer almaktadır. Ehl-i Sünnet kelâmcıları burada “ebedâ” lâfzı yer almadığından, bu durum kalbinde zerre miktarı îman taşıyanların sonunda Cennet’e gireceklerini bildirmişlerdir.
“Onlardan birçoğunun inkâr edenleri dost edindiklerini görürsün. Andolsun ki kendileri için önceden (âhirete) gönderdikleri şey; Allâh’ın onlara gazap etmesi ne kötüdür! Onlar azap içinde ebedî kalıcıdırlar.” (el-Mâide, 80)
“İnkâr edenlere ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar cehennemliklerdir.” (el-Mâide, 86)
“(Azgınlar) orada çağlar boyu kalırlar, orada bir serinlik ya da (susuzluk gideren) bir içecek tatmazlar, ancak (dünyada yaptıklarına) uygun karşılık olarak kaynar su ve irin tadarlar.” (en-Nebe’, 23-26)
İnkârcılar için Cehennem ebedî olduğu gibi, orada ölüm de yoktur!.. Âyetler, azabın sürekliliğini şöyle ifade eder:
“(Cehennem bekçisine:) «Ey Mâlik! Rabbin(e duâ et) bizim üzerimize (artık ölümle) hükmetsin! (Ölelim de kurtulalım!)» diye seslenirler. (Mâlik:) “Doğrusu siz, (bu azapta ebedî olarak böyle) kalıcılarsınız!» der.” (ez-Zuhruf, 77)
“Ardından da (o inatçı zorbaya) cehennem vardır; kendisine irinli su içirilecektir! Onu yudumlamaya çalışacak, fakat boğazından geçiremeyecektir. Ona her yönden ölüm gelecek, fakat ölmeyecek, arkasından da şiddetli bir azap gelecektir.” (İbrahim, 16-17)
Konuyla alâkalı olarak Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den şöyle bir hadis rivayet edilmiştir:
“Bundan sonra emredilir ve Sırat üzerinde ölüm kesilir. Sonra her iki tarafa birden: «Haydi bulunduğunuz hâl üzere ebediyet sizindir, burada artık ölüm yoktur!» denilir.” (Müslim, Cennet, 40)
Hadiste buyrulan “her iki taraf” sözüyle, Cennet ve Cehennem ehli kastedilmiştir.
İyilik Sahibi Kâfirlerin Durumu Ne Olacak?
Gerek yaşadığımız dönem içerisinde, gerekse Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yaşadığı dönemden günümüze gelerek; yahudî, hıristiyan vesâir küfür ehli içerisinde iyi ahlâk sahibi insanlar da olagelmiştir.
Hadislerde ifade edildiğine göre, insanların dünyada iken işlediği ameller, Cehennemde azap şekillerine tesir edecek, kimilerinin iyi amelleri onların azaplarını hafifletecektir. Bir misal olmak üzere, İslâm’ı kabul etmemekle birlikte Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i çocukluğundan itibaren himaye edip, onun İslâm’ı yaymasına hizmet eden amcası Ebû Tâlib için nisbeten hafif bir azap uygulanacaktır. (Bkz: Ahmed bin Hanbel, Müsned, 1/290)
Yine Efendimiz’in amcası olmakla birlikte, azılı düşmanlarından olan Ebû Leheb’in, câriyesi Efendimiz’i bebekliğinde birkaç kez emzirmesine müsaade etti diye azâbı haftada bir hafifletilmiş olarak rüyada görülmüştür. (Bkz: İbn Sa’d, Tabakât 1/108; Belazûrî, Ensâb, 1/42)
İslâmiyet’ten Önceki Yahudî ve Hıristiyanlar Cennete Girebilirler mi?
Cenâb-ı Hak, imtihan yurdu olarak yarattığı bu dünyada isim ve sıfatlarını tecellî ettirir. “Latîf” ve “Adl” ism-i şeriflerinin tecellîsi iledir ki, kullar yaptıklarının karşılığını hem dünyada, hem de âhirette eksiksiz alırlar. Allah Teâlâ, hiçbir kuluna, zerre kadar zulmetmez. Herkes, hayır ve şer, yaptığının karşılığını tastamam alır.
Âyet-i kerîmelerde îman ehli olup Peygamber Efendimiz’in nübüvvetinden evvel yaşamış olanların amellerinin boşa gitmeyeceği, sâlih amel işleyenlerin Cennet ile mükâfatlandırılacakları beyan buyrulur.
“Şüphesiz îman edenler; yahudîlerden, hıristiyanlardan ve sâbiîlerden de Allâh’a ve âhiret gününe inanıp sâlih amel işleyenler için Rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur, onlar üzüntü çekmeyeceklerdir.” (el-Bakara, 62)
“Îman edenler ile yahudîler, sâbiîler ve hıristiyanlardan Allâh’a ve âhiret gününe (gerçekten) inanıp sâlih amel işleyenler üzerine aslâ korku yoktur; onlar üzülecek de değillerdir.” (el-Mâide, 69)
“Kitap ehlinin hepsi bir değildir: Onlardan geceleri secdeye kapanarak Allâh’ın âyetlerini okuyup duranlar vardır. Bunlar, Allâh’a ve âhiret gününe inanır, kötülükten meneder, iyiliklere koşarlar. İşte onlar iyilerdendir. Onların yaptıkları hiçbir hayır karşılıksız bırakılmayacaktır. Allah, takvâ sahiplerini çok iyi bilir.” (Âl-i İmrân, 113-115)
“Ehl-i kitaptan öyleleri var ki, Allâh’a, hem size indirilene, hem de kendilerine indirilene tam bir samimiyetle ve Allâh’a boyun eğerek îman ederler. Allâh’ın âyetlerini az bir paraya satmazlar. İşte onlar için Rableri katında ecirler vardır. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk olandır.” (Âl-i İmrân, 199)
Bu son zikrettiğimiz âyet-i kerîmenin iniş sebebi şu hâdisedir: Peygamber Efendimiz’e îman etmiş olan Habeşistan Necâşîsi Ashame’nin vefatı üzerine Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Medîne’de onun gıyâbî cenaze namazını kıldırdı. Münâfıklar ise, ortalığı karıştırmak için hep fırsat arayıp duruyorlardı. Bu cenâze namazı üzerine de büyük bir dedikodu kampanyası başlattılar:
“-Peygamber, bir hıristiyanın cenaze namazını kılıyor, kıldırıyor!” dediler. Bunun üzerine yukarıdaki âyet nâzil oldu. Bu âyet, bir hâdise üzerine inmiş olsa da, hükmü geneldir. Allâh’a ve Rasûlü’ne îman etmiş bütün Ehl-i Kitab’ı da içine alır. Allah, samimi olarak bağlı oldukları dîni terk edip İslâm’a gönül vermiş kimselerin, îmanlarını ve yapmış oldukları hayırlı amellerini zâyî etmeyecektir.
Vaktiyle Ehl-i Kitap’tan olsalar da Allâh’ın birliğine, Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e indirilene ve O’ndan önceki peygamberlere indirilen kitaplara îman edenler ve Allâh’a samimiyet ve huşû içinde bağlanıp O’nun âyetlerini dünya menfaati ile değiştirmeyenler, elbette Cennet’e gireceklerdir.
Sonuç
Artık küllenmiş olan ve hedefini “Hümanizm” olarak maskeleyen “dinler arası diyalog” terânelerinin özü ve temeli, İslâm’a dayanmayan bir “orta yolu bulma” çabasından başka bir şey değildir. İslâm, mükemmel bir bütündür. Onun eksiği yoktur ki, başka dinlerden tamamlansın. Fazlası yoktur ki, başka dinler hatırına bunlar çıkarılsın. Allâh’ın indirdiği din, tektir ve bir bütündür. İnanç esaslarından birini inkâr, hepsini inkâr gibidir. Müslümanlar, Hazret-i Mûsâ ve Hazret-i Îsâ gibi, Allâh’ın gönderdiği peygamberleri ve Tevrat, İncil gibi Allâh’ın indirdiği kitapları, gerçek mahiyetleri ile kabul ederler ve bu da îmânın bir şartıdır. Ancak Peygamber Efendimize, O’nun getirdiği ilâhî kitap olan Kur’ân-ı Kerîm’e inanmadan, Allâh’a hiçbir şeyi şirk koşmayarak tam bir teslîmiyet ve tevhîd akîdesiyle O’na inanmadan da Müslüman olunmaz. Müslüman olmayan kimsenin ise, cennete girme ihtimali yoktur.
Cennet ve Cehennem; her dîne göre değişebilen göreceli/izâfî kavramlar değildir. Şirk ve küfür üzere olan yahudi ve hıristiyanları, Cennet’e gönderme çabaları da içi boş düşüncelerin ürünü olup, dînî bir delili yoktur. Zira Allâh’ın emrettiği şekilde îman etmedikçe, kimsenin cennete girmesi mümkün değildir. İyi ahlâk sahibi olan insanların amellerini, Cenâb-ı Hak ilâhî adaleti ile değerlendirecek, onları zulme uğratmayacak ama hak ettikleri azâbı da kendilerine verecektir. O, yani merhametlilerin en merhametlisidir. Ama aynı zamanda intikam sahibi ve âdildir.
İslâm âlimlerinin çoğunluğuna göre, azgın, sapkın, kâfir, münâfık ve müşrikler Cehennem’de ebedî kalırlar. Orada ölmezler ve azapları da hafifletilmez. En doğrusunu Yüce Allah bilir.
Kur’ân-ı Kerîm’de Cenâb-ı Hak, bize âhiret hayatımız için çeşitli duâlar öğretmiştir. Hiçbir kulun âkıbeti bilinemeyeceğinden, bu duâlara sarılmamız ve çokça tekrar etmemiz hayrımıza olacaktır:
“Onlardan bir kısmı da: «Ey Rabbimiz! Bize dünyada iyilik ver, âhirette de iyilik ver. Bizi cehennem azâbından koru!» derler.” (el-Bakara, 201)
“Onlar ki: «Rabbimiz, biz inandık, günahlarımızı bağışla ve bizi cehennem azâbından koru.» derler.” (Âl-i İmrân, 16)
Not: Bu yazının hazırlanmasında şu kaynaklardan istifade edilmiştir: Türkiye Diyânet Vakfı, Kur’ân-ı Kerîm Meâli; TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), “Âhiret, Cehennem” maddeleri; Abdurrahman Küçük-Güney Tümer-Mehmet Alparslan Küçük, Dinler Tarihi; Erdoğan Baş-Salih İnci, Anahatlarıyla Yahudilik Hıristiyanlık ve İslâm, Ali Ünsal, Cennet ve Cehennem; Salime Leyla Gürkan, Yahudilik.
[1] Bkz: el-Bakara 146, 147; el-En’am 20.
YORUMLAR