Bir arkadaşını ziyarete gitmişti. Dükkânın önünde otururken dükkân sahibi, arkadaşına:
“-Şu giden adamı takip et!..” dedi.
“-Kimdir, nedir, niye?” diye sormadan peşine düştü.
Adam hızlı adımlarla câminin bahçesine girdi. Sonra câminin duvarına yaklaştı, yavaşça:
“-Yâ Rabbi, söyle de versinler!..” diye üç defa duâ etti.
Gidip bahçenin bir tarafına oturdu. Biraz sonra câminin bahçesine giren hemen herkes getirip bir miktar para verdiler. Hiç konuşmayan, kimseden bir şey istemeyen bu zât, ne el açtı, ne de bir şey söyledi. O sırada ezân okundu. Verilen paraları alıp câmiye girdi. Huşûyla namazını kıldı. Sonra paraları kâğıt ve metal olmak üzere ayırdı.
Ben de peşinden gidiyordum. Yolda giderken bozuk paraları çocuklara, diğerlerini de ihtiyacı olduğunu hissettiği kişilere vererek dağıtıp gitti. Ben de arkadaşımın yanına döndüm:
“-Kimdir bu zât-ı muhterem?” dedim.
“-İki-üç ayda bir gelir, kullardan bir şey istemez. Müsebbibi tanıyan birisi, Allah’tan istiyor!..” dedi.
Dükkân sahibi arkadaşım, sözlerine devamla:
“-Küçüktüm, bir gün babam sabah dükkânını açtı. Kasası da, cepleri de boştu. Daha siftah yapmamıştı. O sırada bu zâtın geçtiğini görünce hemen koştu; arkadaşından borç aldı, koşup arkasından verdi. Ben de:
«-Babacığım, daha siftah bile etmedin. Borç alıp da sadaka verilir mi?» dedim.
«-Oğlum, duymadın mı kimden istiyor?! Allah ile alışveriş yapıyor, bu zâtlar aslında hayatlarıyla, sözleriyle, yaşayışlarıyla, menkıbeleriyle, kerametleriyle, hattâ memâtlarıyla daima insanları tevhide davet etmektedirler. Allâh’ın varlığına, birliğine işaret etmekte, bizim gibileri güzel hâlleriyle bu birliğe dâvet etmektedirler. Biz bu tevhidi ne kadar anlıyoruz? Ne kadar zevk alıyoruz? Eğer anlayabilirsek yakînimiz artar; yakinimiz artınca da istifade ederiz!..» dedi.”
* * *
Bir arkadaşımın kapısı çalınır. Kapıyı açar; karşısında genç bir adam:
“-Beyiniz evde mi?” diye sorar.
“-Hayır, evde değil!”
“Ne zaman gelir?”
“-Şehir dışında… Ne zaman geleceği belli olmaz!”
“-Öyleyse size vereyim.” diye bir zarf uzatır.
Arkadaşım şaşırmıştır. Tanımadığı biri, kendisine bir zarf uzatmıştır. “Zarfın içinde ne olabilir ki?” diye düşünürken merakını gidermek için kapıyı çalan kimse hemen konuya girer:
“-Teyzeciğim, ben dört-beş yıl önce dükkânınızdaki kiracınızım. Sizin dükkânınızda hem yatıyor, hem de orayı avukat bürosu olarak kullanıyordum.”
“-O işlerle eşim ilgileniyor, ben bilmiyorum!”
“-Evet, olsun. Ben size kısaca anlatayım: O yıllarda âilemin istemediği bir kızla evlendim. Tabiî, henüz yeni büro açtığımdan işlerim de iyi değildi. Sıkıntı içindeydik ve bu evlilik, ancak 5-6 ay sürebildi. O kadar bunalmıştım ki, tabiî kaç aydır kiramı da ödeyemiyordum. Maddî-mânevî her türlü zordaydım. Bir gün Mustafa Bey geldi. Kapıyı açınca çok şaşırdım. “Aylardır ödeyemediğim kirayı isterse ne cevap vereceğim!” diye düşünürken, bana hayatım boyunca unutamayacağım şu sözleri söyledi:
“-Evlâdım, kaç aydır sizi görmüyorum. Ben zaten devamlı burada değilim. Merak ettim; acaba dükkânı kapatıp gitti mi, yoksa başka bir şey mi var diye endişe ettim. Onun için geldim.” dedi,
“-Hayır, bir yere gitmedim, ama çok dardayım. Kiranızı ödeyemeyeceğim, kusura bakmayın.” dedim utanarak…
“-Sağlık olsun.” dedi.
Arkasını dönüp giderken son bir cesaretle, “Nasıl olsa her türlü sıkıntının içindeyim. Ne derse desin, o kadar çaresizim ki, her türlü cevâba râzıyım! Arkasından gittim ve:
“-Varsa bana biraz para verebilir misiniz?” dedim.
Bu cesaretime, hatta rahatça isteyişime kendim bile şaştım!..
“-Bu kadarına da «pes!» diyebilirdi. Aylardır kiranı ödeme, hem de üstüne para iste!..”
Hiç tereddüt etmeden elini cebine attı, ne varsa çıkarıp verdi:
“-Evladım ödeyebilirsen öde, ödeyemezsen helâl olsun!..” dedi.
Çok zengin birisi değil, zaten bir tane dükkânı vardı. Hani birkaç tane dükkânı olsa, “hadi benimkini de almasın!” diyebilirdim.
O kadar şaşırdım ki!.. Olumsuz bir sürü cevap alabilirdim, artık her şeye râzıydım!..
Bazen sıkıntılar insanı mengene gibi sıkıyor. Hepsi aynı anda üzerimize geliyor. Elimizi nereye atsak boş çıkıyor âdeta… Her yer kuruyor. Şimdi çok şükür, hâkimlik sınavını kazandım. Sonsuz teşekkür ve duâlarımla bu emaneti getirdim, lütfen kabul edin!..” deyince bu sefer arkadaşım:
“-Benim gerçekten haberim yok!.. Eğer ihtiyacınız varsa kalabilir; olmazsa kendisine verirsiniz!” demiş.
“-Hayır, zaten fazla vaktim yok; döneceğim! Bir an önce kul hakkından kurtulayım. Zaten kaç yıldır geciktirdim; hakkınızı helâl edin. Selâmlarımı söyleyin!..” diyerek ayrılmış,.
İki taraf için de ne güzel bir davranış!.. İşte “mü’min, birbirinin kirini yıkayan iki el gibi olacak!” buyurmuyor mu Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-…
Hayatımızda hiç geçmeyecekmiş bir karabasan gibi etrafımızı saran sıkıntılar oluyor bazen… Ama Rabbimiz, bizi ihmal etmiyor; imhal ediyor, yani mühlet veriyor, acaba ne yapacak diye…
* * *
Rahmetli babacığımın da Adana’da bir arkadaşı manav dükkânı açıyor, fakat satış yok. Sebzeler çürümeye başlıyor. Birkaç gün daha dursa, iyice bozulacak… Eve ekmek götürecek parası yok. Bir gün evimize bir çuval ıspanak, 15-20 kilo portakal, patates alıp getiriyor. Evde de ablam ve ben, daha küçüğüz… O yıllarda buzdolabı da yok. Annem şaşırıyor:
“-Hayırdır bu kadar sebzeyi-meyveyi ne yapacağız; kurutacak mıyız?!” diyor.
“-Hayır, hanım!.. Arkadaşım günlerdir evine bir şey alamadı. Morali bozuk, para versem belki alınır. Ben de satın aldım. Tabiî ki bu kadarı yenmez; komşulara dağıt!..” der.
Oysa kendisi de ucu ucuna yeten bir memurdur. Rabbim, birbirinin sıkıntısını gideren herkesten râzı olsun.
Hâli vakti yerinde birisi giderken bir kenara oturmuş; arkası dönük bir adamın ağlamakta olduğunu görmüş. Yanına gidip:
“-Niye ağlıyorsun kardeşim, ne derdin var?” demiş. Adamcağız:
“-Şu kadar borcum var; çalıştım, çabaladım, ama bir türlü ödeyemedim. Bugün de alacaklı gelecek, ne cevap vereceğim!..” demiş. Diğeri:
“-Borcu ben ödeyeyim!..” deyip çıkarıp vermiş. “Bundan sonra bir ihtiyacın olursa, yine gel vereyim!” deyince adamcağız:
“-Bunu kabul ederim, ama bir daha sana gelip istemem.”
Adam şaşırmış; “Neden?” diye sormuş. Cevap oldukça ilginçmiş:
“-Bu sefer ihtiyacımı karşıladın. Allah senden râzı olsun. Ama bir daha ihtiyacım olduğunda yine O’na yalvarırım. Çaresiz kalınca benim karşıma seni çıkardı. Bir dahaki sefere kim bilir kimi çıkarır; ben sadece O’na tevekkül ederim!..” demiş.
YORUMLAR