“Vesîletü’n-Necât” Veya Mevlid-İ Şerif Hikayesi

Bir Câmi Kürsüsünde

Osmanlı devletinin hüküm sürdüğü, Bursa’nın başkent olduğu demler… Devir, Yıldırım Bayezid Han devri… Onun inşa ettirdiği Ulucâmi’in kürsüsüne çıkmış bir Îranlı vâiz sohbet etmektedir:

“-Ey cemaat, Allah Teâlâ âyet-i kerimede şöyle buyuruyor: «Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene îman etti, mü’minler de (îman ettiler). Her biri Allâh’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine îman ettiler. “Allâh’ın peygamberlerinden hiçbiri arasında fark gözetmeyiz. İşittik, îman ettik. Ey Rabbimiz, affına sığındık! Dönüş, Sanadır.” dediler.» (el-Bakara, 285) Bakın, âyet-i kerimede buyrulduğu üzere, peygamberlerin arasında bir fark gözetmemeliyiz. Şu peygamber, bundan daha üstündür demek olmaz! İsa peygamber kimse, Hazret-i Muhammed de odur…”

Söz, buraya gelince, cemaatten bazıları homurdanmaya, bazıları da alenen itiraza başlar. Bir tanesi söz alır:

“-Vâiz efendi; güzel söylüyorsun, hoş söylüyorsun da yanlış ifade ediyorsun. Senin okuduğun âyet-i kerimede zikredilen husus, peygamberler arasında îman açısından hiçbir fark gözetilmeyeceği… Eğer herhangi bir tanesini kabul etmezsek îmanımız olmaz. Her birine îman etmek şarttır. Peygamberlerin kendi aralarında birtakım derece ve fazilet farklarının olması da yine Kur’ân-ı Kerîm’in âyetiyle sabittir. Rabbimiz, aynı sûrede şöyle buyurmuyor mu?! «O peygamberlerin bir kısmını, diğerlerinden üstün kıldık. Allah onlardan bir kısmı ile konuşmuş, bazılarını da derece derece yükseltmiştir. Meryem oğlu Îsa’ya açık mucizeler verdik ve onu Rûhu’l-Kudüs ile güçlendirdik.» (el-Bakara, 253) Peygamber Efendimizin fazilet ve meziyetlerini anlatan birçok âyet ve hadîs-i şerîf vardır. O hâlde bütün peygamberlerin “fazilet ve üstünlük açısından” eşit olması gerekmez; öyle değil mi?”

Kürsüdeki vâiz özür dilemek zorunda kalır. Yanlışını düzeltir ve kürsüden iner. Fakat bu hâdisenin şâhitleri arasında Süleyman Çelebi de vardır. O sıralar altmış yaşlarına yaklaşmış bu zât, Ulucâmi’in imamlığını yapmaktadır.

 

Kimdir Süleyman Çelebi?

Milâdî 1422 (hicrî 825) tarihinde, yaklaşık 73 yaşındayken vefat etmiş olan Süleyman Çelebi’nin m. 1351 (h.752) doğduğu tahmin edilmektedir. Babası Ahmed Paşa, Sultan I. Murad Han’ın vezirlerindendir. Dedesi ise, Şeyh Mahmud Efendi’dir. Mahmud Bey, 1338 senesinde, Sadrazam Süleyman Paşa ile Rumeli’ye sal ile geçenlerdendir.

Süleyman Çelebi, Bursa’da devrinin ileri gelen âlimlerinden ilim tahsil etmiş; Sultan Yıldırım Bayezid zamanında Dîvân-ı Hümâyûn imamlığı, ardından da Ulucâmii’nin imamı tayin edilmiştir.

 

Bir Kırılma Noktası

İşte yukarıda hikâyesini özetlediğimiz bu hâdise, Süleyman Çelebi’nin gönül dünyasında büyük bir hesaplaşmaya yol açar. Bir insan, hoca olur, âlim diye geçinir de, nasıl olur Peygamber Efendimizin kadr u kıymetini lâyıkıyla bilemez?! Bu düşünce ve gönül buhrânı, onu, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in faziletleri hakkında bir şiir yazmaya sevk eder.

Yaklaşık altmış yaşlarındayken tamamladığı (m. 1409/h.812) şiirine “Vesîletü’n-Necât” yani “kurtuluş vesilesi” ismini uygun görür. Ancak bu şiir, devrinde ve öncesinde yazılan pek çok şiir arasında çok farklı bir yer işgal eder ve yazıldığı andan itibaren halkın gönlünde âdeta taht kurar. Tarih boyunca Türkçe konuşulan her coğrafyada, “Mevlid” denince bu şiir akla gelecek kadar yaygınlaşır; ölüm, düğün, sünnet vb. hemen hemen her vesileyle Allah Teâlâ’yı yâd etmek ve Peygamber Efendimize muhabbeti tazelemek için bu şiir okunur.

Aralarda Kur’ân-ı Kerim, salevât, başka duâ ve ilâhilerle “Mevlid” adı altında merâsimler icrâ edilir. Belli bir makam ve âhenkle, kaside şeklinde terennüm edilir.

 

Vesîletü’n-Necât’tan Mevlid’e

Mevlid, aslında edebiyatımızda, Peygamber Efendimizin doğumuyla ilgili yazılan şiirlerin bütününe verilen bir tür adıdır. Ancak bu tür, âdeta “Vesîletü’n-Necât” ile özdeşleşmiştir.

Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i; “Allah Teâlâ’nın Tevhidi” ile başlar. Burada Allâh’ın birliği, O’nun yüce isim ve sıfatları zikredilir. İlk mısraları hemen herkesin hatırasındadır:

Allah adın zikredelim evvelâ/Vâcib odur cümle işte her kula

Allah adın her kim o evvel ana/Her işi âsân eder Allah ona

Daha sonra nâzım (şiiri yazan) için duâ talebi, ardından “Âlem’in yaratılışı ve yaratılma sebebi” ile “Peygamber Efendimizin Rûhunun Yaratılması” anlatılır. Son bölüm, “Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in vücudunun zuhûru, doğum ânı, medhi, mucizelerinin beyânı, miracı, hicreti, bazı vasıf ve faziletleri ve vefâtı” ile ilgilidir.

Her bir mısrâ, her bir beyt, büyük bir îtina ve işçilikle ele alınmış, “sehl-i mümtenî” yani kolay yapılabilir zannedilen bir ustalıkla inşa edilmiştir. Aruz vezni ile yazılmıştır. Pek çok edebî sanat içermektedir. Hem heyecan (lirizm), hem de bilgi (didaktiklik) yer alır. Ehl-i Sünnet inancının peygamberlik ile ilgili esaslarını en sade, en güzel, en heyecanlı ve doğru bir şekilde naklettiği için; âlim-câhil, her devirdeki insanın gönlünde hak ettiği yeri bulmuştur.

Bu şiirin, gerek kaleme alındığı dönemde, gerekse daha sonraki asırlarda benzerleri arasından farklı bir iltifat ve mazhariyete layık olması da şâirinin ne büyük bir îman vecdi ve ihlâsla bu eseri ortaya koyduğunu göstermektedir.

Süleyman Çelebî, Mevlid’ine Arapça olarak, niyetini, gâyesini hülâsa eden şöyle bir önsöz yazmıştır:

“Rahman ve Rahîm olan Allah Teâlâ’nın ismiyle başlarım. Muhammed -aleyhissalâtu vesselâm-’ı bütün yaratılmışların sebebi, en şereflisi ve en azizi yapan, makâm-ı Mahmûd ile şefaat hakkını vererek O’nu bütün peygamberlerden üstün kılan, ismini O’nun ismiyle yanyana yazarak hasetçi şeytanın burnunu sürtüp, O’nun şânını yücelten Allah Teâlâ’ya hamd ü senâlar olsun. Muhammed -aleyhissalâtu vesselâm- Allah Teâlâ’nın katında çok makbuldür. Cenâb-ı Hakk’ın melekleri, O’nun yardımcılarıdır. Ağaçlar, toprak ve taşlar, O’nunla konuştular. O’nu sevenler, dünyada ve âhirette sevilip kurtulurlar. Ona düşman olanlar kovulup, Cehenneme atılırlar. Bizi Muhammed -aleyhissalâtu vesselâm-’ın ümmeti yapmakla şereflendiren Allah Teâlâ’ya hamd ederim. Şerîki (ortağı) ve benzeri olmayan, mekândan münezzeh bulunan Allah Teâlâ’nın bir olduğuna şehâdet ederim. O, herkesin kendisine muhtaç olduğu, ibâdet ettiği ve yöneldiği Allah Teâlâ’dır. O, şânı yüce, kullarını rahmetiyle bağışlayandır. Güzel ahlâk ve cömertlik gibi pek çok meziyetleri ortaya çıkaran, vaad edilen kıyamet gününde, her tarafta şefaati kabul edilir bir elçi olan Muhammed -aleyhissalâtu vesselâm-’ın, Cenâb-ı Hakk’ın kulu, rasûlü ve habîbi olduğuna şehâdet ederim. Allah Teâlâ, O’na seçilmişlerin en üstünleri olan temiz âline, ehl-i beytine ve ashâb-ı kirâmına sonsuz rahmet eylesin. Âmin.”

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle