Vecihe Hanımefendi İle Bir Gönül Sohbeti El- İntizar Eşeddü Mine’n-N R (Beklemek, Ateşten Şiddetlidir.)

Bir Üsküdar Hanımefendisi…

Üsküdar’da güneşli bir temmuz öğleden sonrası, çınar ağacının serinliğinde; Sultanahmet Cami ve Ayasofya’nın puslu silüeti karşısında Vecihe Hanım, bizlere evinin kapılarıyla birlikte gönlünün kapılarını da açıyor. Üsküdar’ın muhterem sâkinlerinden, Şebnem okuyucularının da kâlinden ve hâlinden faydalanmasını arzu ettiğimiz; zarif, ince ruhlu ve bir o kadar da mütevâzi bir İstanbul Hanımefendisi…

Bizleri billûr gibi bir türkçeyle, kelime seçimindeki titizliğiyle ilk anda büyülüyor. Ses tonundaki letâfet ve hitâbındaki samimiyetle bizlere çok müstefid olduğumuz dakikalar yaşatıyordu. Onunla yaptığımız bu hasbihâli onun ağzından; sizlere aktarmaktan büyük kıvanç duyuyoruz:

 

* * *

Değerli gençler, sizlere âile büyüklerimin hayatlarından kesitler sunmak istiyorum:

Büyükbabam Zekeriyya Bey, Teyzem Sıdıka Hanım ve Eniştem Çanakkale Şehidi Naim Bey.

Zekeriyya Bey ömrünü kelime-i tevhid ışığında geçirmiş, ciddiyeti ve asâletiyle tam bir Osmanlı beyefendisi. Sıdıka hanım, daha yirmi yaşına gelmeden zevcini ve çocuğunu kaybetmiş, fakat şehid eşi olmanın getirdiği asâleti ömrü boyunca yaşamış mâneviyât ehli bir hanımefendi. Esad Erbilî Hazretlerinin mânevî kızı. Naim bey Çanakkale savaşında kahramanca savaşarak önce gazi, sonra şehid olmuş bir Osmanlı Subayı ve onların “El-intizar eşeddü mine’n-nâr: Beklemek, ateşten (yanmaktan) daha zordur” cümlesiyle başlamış evlilik hikayeleri.

Büyükbabam, yetim ve öksüz büyümüş. Dâru’ş-şafaka’yı bitiriyor ve Sultan Abdülhamid’in kurmuş olduğu bir fakülte olan Tıbbıye-i Şâhane’ye başlıyor. Haydarpaşa Numûne Hastanesi’nin karşısındaki, şimdi Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi olan bina. Tıbbiye ikinci sınıfta öğrenciyken disipline ve terbiyeye verdiği önemle dikkati çekiyor. Kendisine Daru’ş-Şafaka lisesinde müdür yardımcılığı teklif ediliyor. Büyükbabam göreve başlıyor. Orada yaklaşık kırk sene hizmet ediyor. İlk önce müdür muavini, sonra dâhiliye müdürü ve matematik öğretmeni. Bu yıllarda tanıştığı öğretmen arkadaşı Kazım beyle pek sık olmasa da âilece de görüşürlermiş. Bir gün Kazım Bey: 

“–Zekeriyya Efendi sana bir teklifim var. Hanımla konuştuk, bir akrabamız var, kendisi Keşan’da subaydır. Çok güzel ahlâklı bir insan, anladığım kadarıyla kızımız Sıdıka da güzel ahlâka gönül vermiş bir kişi. Biz ikisinin birbirine uygun olduğunu düşünüyoruz. Siz hareminizle de, kızınızla da konuşun cevabı alalım.” diyor.

Büyükbabam disiplinli, gayet ciddi ve sert bir kişi olmakla beraber, o derece ferasetli bir kişi idi. Akşamleyin yazıhânesine oturuyor. Sıdıka teyzemi yanına çağırıyor: 

“–Kızım Sıdıka, şu iskemleyi çek de yanıma otur. Naim Bey isminde bir teğmen sana talip; iyi düşün. Bu işler hayâtî mevzûlardır, bir saatte verilecek karar olmaz. Sana bir hafta zaman, neticeyi annene haber verirsin.” diyor. 

Teyzem, o anda binlerce defa hayır diyor ama edeben büyükbabamın yanında tepki göstermiyor. Ama içinde fırtınalar kopuyor aslında. Teyzem o zaman on altı yaşında. Yaratılış bakımından çok hareketli bir insan. Şu parmaklığın üzerine yürümeyi hesaplayacak kadar hareketli... İçi içe sığmıyor...

* * *

Anneannem tabiatı çok severmiş. Büyükbabam Çengelköy’de Kavak’ta güzel bahçeli bir ev tutmuş. Bir gün hasat mevsimi, Sıdıka teyzem arabanın tepesinde... Aşağıda iki tane at çekiyor arabayı. Teyzemin saçları örgülü. Dönüşte arabanın üstünde hoplayıp zıplarken teyzemin saçları ağaca asılı kalıyor. İşte böyle bir insan benim teyzem. Evlilikle filan alakası yok. Anneanneme bir tedirginlik geliyor da o civarda oturan bir hocaefendiye: 

“–Efendim, pek yaramaz, bir gün bir ağaçta asılı kalacak diye korkuyorum.” diyor. Hocaefendi gönülgözü açık biriymiş: 

“–Görün bakın ki, o ne hanım olacak.” diye cevap veriyor. 

Teyzem hareketli olmasının yanında kitap okumayı da çok severmiş. Bir gün anneannem çok rahatsızlanmış ve teyzemi okuldan almışlar. Anneannemin gece ilacı verilecek, yakînen ilgilenilmesi gerekiyormuş. Âilenin büyük kızı, o. Ama teyzemin aklı fikri okumakta. 

* * *

İşte bu yüzden büyükbabamın ona verdiği bir hafta süreyi bile beklemeden ertesi günü “Hayır!” cevabını veriyor. Altı ay sonra aracı zât olan Kazım Bey’in elinde bir mektupla Büyükbabamın yanına geliyor. 

“–Zekeriyya bey, şöyle oturur musunuz? Teğmen Naim Bey’den bir mektup geldi. Şu üst kısımları bize ait, fakat son paragraf  sizinle ilgili. Orada diyor ki; «Bana söylenen iki kişi arasında biri Mevhibe hanım, diğeri de terbiye mualliminin kerimesi Sıdıka Hanım.. Bizim gönlümüz, Sıdıka hanımdan yanadır.» 

* * *

Mevhibe Hanımı, şahsen teyzemin görümcesinin evinde, tesadüfen gördüm. Teyzemle aynı yaştalar fakat iki zıt kutup. Mevhibe Hanım günün anlayışında, gayet modern, Amerika’da doğmuş. Teyzem ne kadar ehl-i takva, o da öbür taraf, benim canım. 

* * *

Naim Bey, Sıdıka teyzemi hiç görmemiş tabiî, o günün şartlarında... Mektup birçok güzel edebî cümlelerle devam ediyor. Ve sonunda: «El- intizaru eşeddü mine’n-nâr» yani, beklemek ateşte yanmak gibidir, yazıyor. 

Kâzım Bey: 

“–Ben bu mektubu size vereyim Zekeriyya Efendi. Siz de kızımız Sıdıka’ya okuyun, olur ya, belki onu iknâ eder şu satırlar, kabul eder izdivaç teklifini.” 

Büyükbabam tekrar teyzemi çağırır: 

“–Gel, Sıdıka otur yanıma, bak mektup gelmiş bize. İçinde bir de fotoğraf var. Teyzem mektubu içinden okuyor. Ve yine “hayır!” diyor da büyükbabama edeben bir şey demiyor. Fakat o anda ne oluyorsa oluyor, mektuba gönül veriyor. Teyzem gidiyor odasına neyle meşgul oluyor bilinmez. Büyükbabam: 

“–Hanım bakalım ne cevap verecek sana Sıdıka?” diye söyleniyor. Bu arada annemle teyzem konuşuyorlar. 

Sıdıka teyzem, anneme: 

“–Naim Bey’den mektup gelmiş, o kadar güzel bir mektup ki, o mektuba hayran oldum. Bazı edebî cümlelerini defterime yazmak istiyorum. Lakin bilemem ki bu yazıhânede hangi kitabın içinde?” 

Annem hemen bir kitap çekiyor, buluyor ve çıkarıyor mektubu... Teyzem Sıdıka defterini getirmiş yazıyor. Büyükbabam bu esnada eve geliyor. 

Büyükbabam vazifesi olmadığı hâlde yatsı namazını kıldırır, sonra da eve gelirdi. Eve gelince teyzem ve annem hemen mektubu yerine koyup hızla uzaklaşıyorlar. Büyükbabamın gözünden kaçmıyor bu hâdise ve anneme: 

“–Hanım, kızın gönlü var aslında ama edebinden hayır diyor. Biz bunu verelim.” diyor. Artık sabah olunca annem müjdeliyor teyzeme: 

“–Abla hayırlı olsun verildin!” 

Teyzem ağlıyor, ediyor ama nâfile. Artık çok kısa bir zamanda çeyizi hazırlanıyor. Düğün günü geliyor. Damat bey, Keşan’da olduğu ve teyzem müsait olmadığı için oraya götürmüyorlar. Damat perşembeden geliyor. Evin üçüncü katı, gelin ve damat için hazırlanıyor. Düğün evde oluyor. Ama teyzem çok üzgün, gelinliği giymiş, sıkıntıdan dudağı çatlamış, ipek mendili kan içinde kalmış. Kızın ve damadın yakınları, gelinin yanına çıkıyorlar: Güzel sözler, dualarla gençleri birbirine tanıştırıyorlar. Daha önce Naim bey’in fotoğrafı teyzeme verilmiş, ama hiç bakmamış teyzem. Duvak açılıyor, damat yüz görümlüğü veriyor. Teyzem Naim beyi ilk defa görüyor. İçinden “hayır”ları sıralıyor, ama “annemin yüreğine iner şimdi” diye bir şey söylemiyor. 

(Bu arada Naim Bey’in fotoğrafını Vecihe hanım bize de gösteriyor. Gayet zarif, naif bir çehre, asîl bir Osmanlı Subayı. Teyzem evlenmeyi düşünmediği için Naim Bey’i görünce böyle bir tepki gösteriyor herhâlde...)

Eski zamanda gelin ve damat için bir oda hazırlanırdı. Odaya bir masa, masada güzel bir çiçek konurdu. Bu çiçek hakikî olurdu. Mutluluğun simgesi gibi. Gelinle damadın ellerine de şerbet verilirdi. Şerbet, ağız tadı demektir. Naim bey, az-çok teyzemin hâlinden anlar ve: 

“–Sizin için biraz keyifsiz olduğunuzu söylediler, soğuk algınlığı var herhâlde nasıl oldunuz?” deyince teyzem: 

“–Allâh’ım, sesi de bir acayip, şimdi hayır desem âilemin yüreğine inecek.” diyor içinden. Annesinden ve babasından çok duyduğu, fakat hiç huzurunda bulunmadığı Esad Erbilî Hazretlerini getiriyor aklına. Bir medet umuyor.

Damat bakıyor, gelin hanımla konuşulacak gibi değil, namaz kılmak için kalkıyor. Namazı kılarken arkası teyzeme dönük, kalpağını arkaya doğru atıyor. Daha sonra secdede kolaylık olsun diye kalpağını çıkarıyor birkaç düğme gevşetiyor elbisesinden. Namaz tamama erince duasını ediyor. Teyzeme damat namaz kılarken bir hâller oluyor, birden içinde bir muhabbet tecelli ediyor, gözleri dönüyor ve bir anda hava değişiyor. 

* * *

Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum, eniştemin Gelibolu’ya tayini çıktı. Büyükbabam fedakarlık göstererek hanımını ve iki kızını eniştemle birlikte gönderiyor. Yani teyzemi yalnız bırakmıyorlar. Teyzemin bir çocuğu dünyaya geliyor, adını Vildan koyuyorlar. 

Aradan fazla bir müddet geçmeden haber geliyor: Düşman gemileri Çanakkale boğazına yaklaşıyor, âilelerinizi memleketinize gönderin! 

Bir ayrılış ki, yaman bir ayrılış. Çanakkale Savaşı. Eniştem yaralanıyor, gazi oluyor. Nedense sanki ben yaşamışım gibi çok etkilenmişimdir teyzemin hayat hikayesinden. Naim Bey’in âilesi kalabalık, hatırı sayılır bir âile, tanıyanları çok. Eniştem tedavi için İstanbul’a Selimiye Kışlasına (o zamanlar Hastahâne) gönderilince Naim Bey’e: 

“–Hanımın ve çocuğun buradalar, görmeyecek misin?” diye soruyorlar. Eniştem: 

“–Hayır, eğer görürsem ayrılık güç olur, Çanakkale harbine geri dönmem çok zor olur.” diyor ve iyileştikten sonra tekrar cepheye dönüyor. Kısa bir zaman sonra şehid olduğu haberi geliyor. Yüce Allâh’ın insanlara bahşettiği en büyük mertebelerden birine ulaşıyor. Sonradan işittiklerimize göre Çanakkale’de Naim tepesi diye bir tepe varmış.

Bu anlattıklarımı dinleyen bazıları: 

“–Vah, beraber olsalar ne kadar iyi olurdu.” diyorlar. Ben de içimden “bin defa hayır!” diyorum. Biri şehit olmuş, öbürü kendini Hakk’a, hakîkate adamış bundan daha güzel ne olabilir ki… 

Ancak bunları söyleyenlere göre dünyadaki saadet daha önemli, sadece dünyayı düşünüyorlar. Fakat asıl saadet, âhiret hayatında, dünyasını öbür dünyaya göre ayarlayanlara göre durum bambaşka... 

İkisinin de ahlâkı çok güzelmiş. Peygamber Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- buyurmuşlar: “Allâh Teâlâ’nın bana gösterdikleri arasında, güzel ahlaktan öte bir şey görmedim.” 

* * *

Teyzem bir süre sonra oğlu Vildan’ı da kaybediyor. Daha yirmi yaşında, hem eşinden hem de oğlundan ayrılmış oluyor. Fakat hiç gözyaşı dökmüyor, muvâzenesini (dengesini) bozmuyor, sabrediyor. Mâtemini içine gömüyor. Yakın akrabalardan bazıları, kendi yanlarına davet ediyorlar. Biraz değişiklik olur, açılır diye. Teyzem hiçbirini kabul etmiyor. Âilesinden aldığı kadarıyla muhabbetle bağlandığı Esad Erbilî Hazretleriyle görüşmek istediğini söylüyor. “Ben ancak orada açılırım.” diyor. Annesiyle birlikte gidiyorlar. Anneannem: 

“–Efendim Sıdıka Hanım, babasını çok sever.” diyor. Esad Erbilî Hazretleri:

“–Evladım, bu kadar sevme babanı! Allâh Teâlâ anne-babayı insan neslini devamı için vesîle kılmıştır. Bundan böyle senin mânevî baban benim!” diyerek gönlünü alıyor. Teyzem için dünya kapısı kapanıyor, ama mânâ kapısı açılıyor. Velhâsıl teyzem, ilk defâ orada ağlıyor. O, artık Esad Efendi’nin mânevî kızıdır.

Teyzemin, o dönemde varlıklı âilelerden bir çok isteyeni çıkıyor. Fakat teyzem hiçbirini kabul etmiyor. Teyzem kocasının maaşını alıyordu. Ama bu maaş, hem eniştemin annesi hem de çocuğuna bölünerek alınıyordu. Bir de teyzemin maaşı alabilmesi için evli olmadığını belgelemesi gerekiyor. Karakola gidince bir de orada azar işitiyor: 

“–Aaa hanım, yüzüne bakılır, genç bir hanımsın, oturup da beyinin maaşını alacağına evlen.” 

Teyzemin çok gücüne gidiyor, ağlıyor, ağlıyor. O sıralar rüyasında Naim bey’i görüyor: 

“–Maaşın az mı geldi, sana yetmiyor mu ki evleneceksin.” diye. Kısa süre sonra maaşa da zam geliyor. 

Teyzemin hayatından şikâyet ettiğini bir defa olsun görmedim. Kaderine râzı olmanın verdiği ayrı bir huzur vardı, onun üzerinde. Ömrünü annesine, yakınlarına vakfetmişti. Teyzemde insanları etkileyen bir yön vardı. Hangi yaşta olursa olsun, tanıştığı herkes mutlaka ondan memnun olarak ayrılırdı. Rabbine her zaman: 

“–Yâ Rabbi, sev, sevdir, sevindir.” diye yakarırdı. Rabbinin adını zikrederken gözlerinden inen gözyaşları; onun yüzünü daha da güzelleştirirdi. 

Edeb timsâli bir hânımefendiydi. Bunca senelik beraberliğimizde, yaşlı ve rahatsız hâlinde dahî ayağını uzatmış, yastıklara dayanmış ve rahat bir hâlde görmedim. Kısa bir süre hâriç namazını ayakta kıldı. Mütevâzî bütçesine rağmen bol bol ikram etmeyi severdi. Fakiri-fukarayı severdi. Şehit maaşını çok ihtiyatlı kullanırdı. Küçükken üzdüğü bahçıvanı dahî hakkı geçmiştir diye daha sonra hacca göndermiştir. Kapısı herkese açıktı. Çok uyumlu ve sade giyinmeyi severdi. Misafiri büyük bir muhabbetle karşılardı. Hiç telaş yapmaz. İkramı basit birkaç peynir ve zeytin dahî olsa onu nezaketle ve en güzel bir şekilde ikrâm ederdi. Ekmek dilimlerini güzelce keser, tabağa itinayla dizerdi. Zengin fakir ayırımı yapmazdı. Herkese Osmanlı Hanımefendisine yakışır bir zerâfetle davranır, herkesin gönlünü alırdı. Peygamberlerin, Allâh dostlarının hayatlarını sık sık aktarırdı. 

Kur’ân ve sünnet ışığında geçen bir ömür!.. Tevekkül ve teslimiyet âbidesi bir hanım… “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz.” buyurmuş Peygamber Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-. Velhâsıl teyzemin hâyatı da öyle oluyor. 

Teyzemin vefâtından kısa bir süre önce bir komşumuz rüya görüyor. Peygamber Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- o komşumuzun evine, ziyarete geliyor. Komşumuz olan hanım, beyi ve Peygamber Efendimiz Eyyüb Sultan’ı ziyarete gidiyorlar. Sonra geri dönüyorlar. Efendimiz bir istekte bulunuyor. Sıdıka teyzemi çağırıyorlar. Sıdıka teyzemi nikahına istiyor. Teyzem bu nikahı başını önüne eğerek kabul ediyor. 

Kısa bir süre sonra Feride Hanımefendi bize teşrif buyuruyorlar. Rüyayı ona anlatıyoruz. Ancak o güzel ve tatlı yüzünde bir masumluk beliriyor. Teyzemin duyamayacağı kısık bir sesle bize: 

“–Sıdıka Hanım Teyzenin vefâtının yakın oluşu ve ümmetliğe kabulü manasına geliyor.” diyor. Hakikaten teyzem kısa bir süre sonra dünyasını değiştiriyor. Eyüp Sultan Hazretleri’ndeki ebedî menziline defnediliyor. Cenaze namazını ise Gönenli Mehmet Efendi kıldırıyor. 

* * *

Vecihe hanıma çok teşekkür ediyoruz. Böyle zarif bir hanımefendiyle tanışmak ve onunla sohbet etmek büyük saâdetti. Vecihe Hanım, teyzesi Sıdıka Hanım’ın hayat hikayesini her yönüyle Şebnem okuyucuları için bir ibret vesîlesi olarak bizlerle paylaştı. Çanakkale savaşı sırasında verdiğimiz binlerce şehidin, şehid âilesinin farklı birer hikayesi vardır. Bu onlardan sadece bir tanesi… Rabbim inşâallâh cümlemize bu topraklarda hakkıyla hizmet edebilmeyi nasip etsin…

PAYLAŞ:                

Halime Demireşik

Halime Demireşik

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle