Lacivert gökyüzüne bakıyordum. Bence lacivertti, çünkü mavinin en karanlık hâli ancak bir lacivert olabilirdi.
Beklemediğim düşler kapımı çalmıştı o akşam, yalnızlığım bana karşı her zamankinden daha çok ilgiliydi. Dostlarımdan kıskanıyor ve onların da birer insan olduğunu yüzüme vuruyordu. Dizlerinin dibinde bana nasihatler veriyor, bir gün herkesin beni terk edeceğini, yalnızlığımın sayesinde asıl kıymetli olanı böylece hiç unutmayacağımı anlatıyor, beni teselli ediyordu.
Yalnızlık bana öyle gülümsüyordu ki, neredeyse mutlu olacaktım bu durumdan... Lacivert gökyüzü birkaç saat sonra maviye dönmüştü. Benimse hislerim kopkoyu duruyordu, yalnızca maviden derinliği çalabilmişti yüreğimle bir olup...
Sevdiklerimin yokluğunda inceldikçe inceldi kalbim... Yeni bir hayat sözlüğü oluşturmak istedim. İlk önce yalnızlığın anlamını değiştirdim. Yalnızlık huzur, yalnızlık “O” idi. O yüce varlığı düşünmenin verdiği eşsiz güven duygusu, her hücreme işlemişti. Aynaya bakarken yanımda olmayanların boşluğunu değil, O’nu görebiliyordum artık... Yalnızlık, bana çok cömert davranıyordu.
Bir merak uyandı zihnimde... Neydi bu yalnızlığın esrarengiz varlığı? Bir yakama yapışıp bir yok olması… Bazen beni şımartıp bazen yerden yere vurması...
Kalabalıkları seyrediyordum. Bir yanda kırgınlıklar içinde kendi gözyaşlarıyla boğulanlar, diğer yanda dalıp giden gözlerle dünyaya bakanlar… Her biri sessizce yalnızlığı şereflendiriyorlardı.
Ne büyülü bir havası vardı şu yalnızlığın, hem hiçbir ayrım gözetmeden herkesin içinde, hem görülemeyecek kadar hiçbir yerdeydi.
Zamanın en yakın dostuydu yalnızlık... Yüceltilmeyi hak etmeyen, her sonu olan varlığın, bir gün kendisiyle tanışacağını bilerek acıyordu şu âleme...
Çünkü o sırrını, onu yaratandan alıyordu. Biliyordu ki, kendisinin varlığı, düşünenler için O’nun varlığıydı. Yalnızlıkla tanışan herkes, tefekkür âleminde Allâh’ yakınlaşırdı.
Bu, aslında, O yüce varlığa ulaşmak için gönderilen büyük bir biletti. Kimileri hemen yola çıkar, kimileri oyalanarak geç kalanlardan olurdu.
Yalnızlığı benim kadar sevmeyenleri de görüyordum. Onların kitabında yalnızlık hüznün karşılığıydı. “Karanlıkların efendisi” dedikleri yalnızlığı, kendilerinden uzak tutmak için yalancı dostlarıyla tütsüler yakarlardı. Çatık kaşlarla bakarlardı, bana ve de şaşkınca…
İnanamazlardı, yalnızlığa olan îlân-ı aşkıma, O’nun varlığında dualarımla yaptığım serenatları duymak istemezlerdi. Soğuk gerçekler ağır gelirdi onlara...
Bilmezlerdi yalnızlığın bana öğrettiklerini… Bilmezlerdi ki, O yüce varlığı lâyıkıyla andığım her ânı, bana yalnızlık hediye ederdi.
Bütün bunlardan habersiz olan câhilleri, yalnızlık, tebessümle izledi.
Ve yalnızlık, kulağıma fısıldadı; “Bende beni yaratanı bulan, kendi varlığıyla O’nu anlatır.”
YORUMLAR