Vazgeçmiyorum senden! Nefsini gördüm bu sefer. Ama vazgeçmiyorum senden. Soğuk yüzüyle başını kaldırmış bana bakıyordu. Güçsüz değilim; muhabbet var, merhamet var. Rûhumdan sızmış gözlerime… Bir bakışta Ravzâ, bir bakışta Kubbe-i Hadrâ. Yüzüne zümrüt tutulmuş bir yılan gibi ürküp siniyor yerine nefsin… Vazgeçmiyorum senden; gözlerime bak!
“Yenice bir yâr sevdim,
İstanbul’un yıldızı.”
Aradan bir ilmeği kaçmış örgüler gibi sökülüverdim. Bu dostluğa yakışmaz bu, muhabbete yaraşmaz diye diye söküp yeniden örüyorum şimdi... Vazgeçmiyorum senden, ellerime bak!
Kendi nefsimin zilletine tercih ediyorum, senin nefsinin izzetini…
“Elif kaşlarını çatar
gamzesi sineme batar”
Aynı yolun yolcularıyız, aynı kapının kulları... Kullara azamet yakışır mı? Kul naz etmez, niyâz eder. Boynu bükük, âciz, zayıf, gözü yaşlı, ama kalbi ümitli, rûhu parlak.
“-Ey rûhu revnaklı pîrler, himmet!..” diyorum, vazgeçmiyorum senden... Dostlarıma bak, yârenlerime, yanımdakilere!
Bu dünyada herkes bir şeye ait. Herkesin isminde bir sıfat ekli. “Şirazî” Şirazlı, “Konevî” Konyalı, “Belhî” Belhli; ben pirlere âidim. Onlar ise, vefânın şâhikasıdır, vazgeçmiyorum senden... Ülkeme bak!
Nebevî bir şarkı gibisin; gözlerime yaş dolduran, yüreğime sızılar salan... Sensizlik…
Gözleri çok ağrıyordu Hazret-i Ali’nin… Hayber’de arka saflarda hamur yoğurup ekmek yapıyordu. Zülfikâr’ın hâl diliyle ettiği duâ mıydı göğe yükselen, arşa vuran? Vazgeçmedi Allah ondan… Ve Habibi… O sabah, namaz için mescide girdiğinde üzerine tebessümleri saçıldı Allah Rasûlü’nün.
İşte Ali; Hayber’in fâtihi! Mübârek parmakları, ağrılı gözlerini okşadı şifâyla… Kırk günlük açlıkla Hayber’in kapısına yapışan aslan pençeleriydi o gün, koparıp bir kenara atan…
Allah Rasulü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bir kaba su koyduruyor, biat alıyor kadınlardan… Ellerimi o kaptan yavaşça çıkarıp senin kalbine sürüyorum. Hayber gibi direnen nefsinin hâllerine karşı, kalbinin Ali’sini sürüyorum meydana. Döne döne harb etsin Zülfikâr!.. Vazgeçmiyorum senden, kılıcıma bak!
“Fazilet” kelimesini koyuyorum aramıza. Yüksek, geniş, derin, mânâlı. Mânâsına erişilmez ol.
“ve in udtüm udnâ”
“Eğer dönerseniz bizde döneriz.” buyuruyor “et-Tevvabu’r-Rahîm”... Bakî olanı seç! İmtihanları beğenmeyince, verip yenisini almak diye bir şey var mı? “Denenmek incitici”!.. İncinmesin, senin dikenlerinden kimse. Altı ay sonra da olsa biat etmişti Hazret-i Ali, Hazret-i Ebubekir’e... Vazgeçmemişlerdi birbirlerinden… Vazgeçmiyorum, ben de senden… Çokça vazgeçtim. Çokça ve kolayca... Yeni gelenin eskisinden farkı, çeşidi oldu. Çeşitlendi imtihanlarım. “İnsanı yaratıp ona kalemle yazmayı ve beyânı öğreten” Rabbimin sünnetine ittibâ ediyorum.
Aramızda söz var, hatırı sayılır kelimeler var. Kalp diliyle edilmiş sohbetler, tohum olarak alınıp filizlendirilmiş hikmetler var. Vefâyı, sadâkati seçiyorum, vazgeçmiyorum senden…
YORUMLAR