Vay Halimize!

Vâsıtalar, kullanıldıkları gâyelere göre mânâ kazanır; iyi ve kötü vasfını da buna göre alırlar. Aynı vasıtalar, insan eliyle, faydalıyken zararlıya, zararlıyken de faydalı bir hâle dönüşebilir. Bu yüzden insan faktörü, birçok işte olduğu gibi, bilgide de çok önemlidir.

Yaşadığımız bilgi-teknoloji çağında, bilgiye ulaşmak artık çok kolay… Dünyanın her tarafından, her yaştaki insan, çok önemli bilgilere bir-iki dakika içinde ulaşabiliyor. Ancak maalesef bilginin “hikmet”le harmanlanmış ve hayata aksetmiş şekli olan “irfan”a ulaşmak, bilgiyi hayata geçirmek, eskisi kadar kolay değil!.. Medeniyetimizin köklü “irfan temcilcileri”nin sayısı oldukça azaldı ve yerlerini dolduracak kimseleri yetiştiremedik.

Şöyle bir fikir vardır: Medeniyetler zirveye ulaşır, ardından yaşanan büyük fâcialarla her şey tekrar en başa döner. Bugün de baş döndürecek şekilde gelişen bu bilim-teknoloji çağı, zirveye ulaştığımız günleri mi temsil ediyor? Ve bu zirvenin arkasından büyük bir felaket ve yıkım mı gelecek? Çocuklarımıza ve torunlarımıza nasıl bir gelecek bırakıyoruz? Bilemiyoruz.

* * *

Son yıllarda hayatımıza giren “sosyal medya” veya “sanal medya” kendisiyle birlikte yeni insan tiplerini de ortaya çıkardı. Artık dünyanın bazı ülkelerinde bu “sanal” dünyanın “gerçek”ten hasta ettiği kimseler için büyük büyük hastahâneler kurulmaya başlandı. İş, bilgisayarın, bilgi saymaktan öte bir vasfa bürünmesi; insanın hakikî, saf ve fıtrî yaşayışına paralel “sanal bir hayat” vaat etmesi ve bu konuda çok taraftar toplaması neticesinde, yeni bir dünya ve o dünyanın yeni insanlarının oluşmasına kadar vardı.

Bir tarafta eskiyi, yani geleneği sürdürmek isteyen; diğer tarafta ise, geleneğe karşı yeni anlayışı benimseyen ve öyle yaşamayı tercih eden, yeni bir nesil mevcut... Bu çatışma hâli, belki yüzyıllardır var. Ama hiç bugünkü kadar nesiller arasındaki zamanın kısaldığı, uçurumların arttığı bir dönem yaşanmamıştır. X, Y, Z nesli denen “nesiller”, artık 2025 yıllık dönemlerle anlatılmıyor. Bazen üç-beş yıl bile düşünce dünyasının, algı, zevk ve anlayışların değişmesi için yeterli…

* * *

Bilgisayarın bile çok masum ve geri kaldığı; her geçen gün birbirini aratacak şekilde yeni cihazların çoğaldığı bir yüzyılda, şaşkınlık içinde yaşamaya başladık. Tabletler, akıllı telefonlar gibi sanal dünyanın robotları, insanı esir alıyor, isteklerini belirliyor, hayatını şekillendiriyor; vaktini ve aklını kendisine tahsis ettiriyor. İnsan, olup bitenden kendini kurtarıp nereden geldik ve nereye gidiyoruz diye sormaktan bile âciz hâle geldi.

 Dertlerimizi görmenin, onlarla yüzleşmenin vakti geldi de geçiyor bile… Olup biteni görmemek, hiçbir şey yokmuş gibi yolumuza devam etmek de mümkün… Tıpkı bir devekuşunun başını kuma gömmesi gibi… Ya da selde sürüklenen bir kütük gibi, hâdiselerin, olup biten gelişmelerin, yeni yeni mârifetli cihazların esaretine teslim olmak da… Ancak her iki hâl de bir çözüm sunmuyor. Oturup ciddî ciddî düşünmek lâzım. Bağımlı olmak, bağımlı kalmak; uzakta kalmaktan çok daha kolay bu devirde…

* * *

Sanal dünyanın en tesirli unsurları olan facebook, twitter, instagram, whatsapp en çok kullanılan, “iletişim aracı görünümlü” köleleştirme unsurlarıdır. Bu unsurları taşıyan akıllı telefon dediğimiz cihazın kendisi zaten insanî reflekslerimizi körelten ve bizi bir ahtapot gibi sarıp sarmalayan bir cihazken, hayatımıza bir “işgalci” olarak girmeye çalışan diğer sanal medya unsurlarına ne kadar izin vereceğimizi tekrar gözden geçirmek zorundayız.

Kitleleri yönlendiren ve bir mânâda “furya” diye ifade edebileceğimiz akımlar, her zaman var olmuştur. Buna farklı siyasî akımları, moda veya hayat tarzı ile ilgili meyilleri dâhil edebiliriz. Dünyada yaşayan milyarlarca insanın, bir o kadar farklı bakış ve temayülü olabilir.

Ancak değer sahibi insan, kendini ve kendi değerler bütününü, geçmişini, geleneklerini, dinî ve millî varlıklarını iyi tanımalı, her ne yapacaksa bunların üzerinden bir istikamet belirlemelidir. Kolay bir şekilde, belli zaman dilimlerine has akımlara yem olmamalı, yeniliklere açık, ancak yenilikleri kendi potasında eriten, “kendisine dönüştüren” bir idrak seviyesinde olmalıdır.

Meseleyi biraz daha müşahhaslaştırırsak, şunları da ifade edebiliriz: Akıllı telefonlar hayatımıza girdikten sonra “iletişim” veya “sosyal medyada var olma” adına türlü hastalıklar da beraberinde ortaya çıkmış oldu. Adı iletişim aracı olan bu vasıtalarla, özgüven yükseltme adına kendimizi ifade ederken çok defa olmadığımız görüntüler vermeye başladık. Mesele sadece sosyal medyada yediğimizi-içtiğimizi, gezdiğimizi-gördüğümüzü paylaşma sorumsuzluğundan öte, bize “kötü”, ama “kalıcı” bir kimlik kazandırdı.

Paylaşımlarımızla kime nasıl bir rahatsızlık verdiğimizi düşünmek bir yana, paylaştığımız şeylerin neye hizmet ettiğini de unutur olduk. Akıllı denilen telefonla beraberliğimizde, ondan başka hayatın gerçekliği ile yüzleşmekten çekinir olduk. Bu, aslında özgüveni düşük ve üslûbu bozuk karakterlerin çoğalmasına sebep oldu.

Akıllı telefonların sosyal medya yönü değil sadece bizim hayatımızı alt-üst eden... Bir de oyun bağımlılığı meselesi var. Oyunlar ki, dipsiz bir kuyu aslında... Âile fertleri arasında sıcak ve samimi ilişkileri bozduğu gibi, bencil bir tavır içine sokarak kendi bağımlı olduğu dünyada mutluluğun arandığı mecrâlar oldu. Hele fizikî gelişimini tamamlamamış çocuklarımızın, oyunların veya sosyal medyanın çukurlarına terk edilmesi, fâciaların en büyüğü olsa gerek!..

Eşler arasına giren duygusal kopmalar, baba-evlât arasına giren soğukluklar veya dostları birbirinden uzaklaştıran faktörlerin başında, bu sanal medyanın yanlış ve çarpık kullanımı gelmektedir.

Bugün çok masum gibi görünen veya bizim sosyal medya çevremizde pek fark etmediğimiz bir dünyanın olduğu da bir gerçektir. Facebook gibi sosyal medya araçları ile dünyanın birçok yerinde gayr-ı meşrû ilişkiler ağı kuruluyor ve ahlâksızlık, bu siteler üzerinden yapılıyor. Dünyanın hürriyet anlayışına ters düşmeyen bu ve benzeri rezaletler, sanal medyada bir mânâda komşuluk yaptığımız, ama tanımadığımız insanlar eliyle gerçekleştiriliyor ve bize kadar ulaşıyor.

Sosyal medyanın tesir gücünü görmezden gelmeden, eğer kullanıyorsak “bağımlı” olmadan, kendimizi ve sorumlu olduğumuz insanların bağımlı olmasına izin vermeden kullanalım. Ancak aynı evin içerisinde, farklı odalardan çocuklarımızla veya eşimizle whatsapp üzerinden konuşma durumuna gelmişsek; önce tevbe-istiğfar edelim, sonra da bir hâlimize çekidüzen verelim.

Son cümle; evlerimiz birer ilim, hilm, muhabbet yuvası olması gerekirken bu ecnebî îcatlarına irademizi vermek nereden çıktı? Bir sanal medya unsuruna ayırdığımız zaman kadar ibadetimize, Kur’ânımıza, zikrimize, tefekkürümüze, kısacası “kendimize” zaman ayıramıyorsak; vay bizim hâlimize!..

PAYLAŞ:                

Şefika Meriç

Şefika Meriç

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle