Gelin suyun hikâyesine kulak verelim. Suyun sesinden kendi hakikatimizi seyredelim.
Bir su damlasıydık, insan olduk. Varlığımıza toprak gibi katılan suyu dinleyelim!
Berrak bir ayna olup âlemi içine alacak bir görüş olmak istiyorsak, suyu dinleyelim!
Kurumuş, kokuşmuş ruhlara can sunmak istiyorsak suyu dinleyelim!
Bir su damlasının, nasıl, âleme rahmet olduğunu bilmek istiyorsak, suyun macerasını dinleyelim!
Gelin Mevlânâ’nın sesinden, suyun sadâsını dinleyelim! Onun mâcerasıyla yüce gönüllülerin sırrına erelim:
“Su yeryüzünü gezer dolaşır. Kirleri temizler, muhtaçları ve yetimleri besler, susuzluktan kuruyup kalmış olan susuzlara hayat bahşeder.
Lâkin arılığı-duruluğu kalmayıp, kirlenip bulanınca su da yeryüzünde kirlendiği için şaşırıp kalır. İçten içe feryada başlar:
«-Ya Rabbi!» der. «Sen, bana ne verdinse, onların hepsini dağıttım. Hepsini verdim. Şimdi ben yoksul kaldım. Sermâyemi, elimde bulunan her şeyi temize de döktüm, pise de! Ey sermâye veren padişah!.. Bana daha da fazlasını ihsân et!»
Bu feryatlar üzerine Cenâb-ı Hak, güneşe der ki:
«-Çabuk, onu harâretinle göklere yükselt!» Buluta da:
«-Onu hırpalamadan hoş bir yere götür!..»
diye ferman buyurur. Suyu çeşit çeşit yollara sürer. Onu göklerde temizledikten sonra, bazen yağmur, bazen kar, bazen de dolu hâlinde yeryüzüne yağdırır. Sonunda onu, kıyısı olmayan sınırsız denize ulaştırır. Artık damla, yok olmaktan kurtulmuş, katre iken umman olmuştur.
Suların semâda temizlendiği gibi sen de Cenâb-ı Hakk’a yaklaşarak kendini bütün kirlerden arıt. Böylece sen de yağmur gibi ol, bereket ve rahmet saç!”
Hak dostları da, semâda temizlenip berraklaşan su misâli, kalp ve nefis temizliğiyle arı duru hâle gelmişlerdir. Bu derinlikte Allâh’a yakınlaşarak O’nun cemâl tecellîlerinin altında, parlak bir yıldız misâli, kararan dünyamıza ışık saçmışlardır. Onların mânâya uzanan tefekkür nazarlarında, kâinatın sırları dile gelmiştir.
İşte, suyun mâcerasının dile gelişi gibi…
Mevlânâ Hazretleri, su ile insan arasında benzerlik kuruyor. Kirlense de, suyun aslının temiz oluşuna dikkat çekiyor. Tüm Hak dostları, asırlardır, Mevlânâ Hazretleri gibi insanlığı kendi hakikatine çağırıyorlar. Ki böylece insan, kendindeki güzellikleri görüp, o güzelliğe doğru seyr ü sefere çıkacak, o seyr ü sefer de insanlığın kurtuluşuna giden bir yol olacak!... Hak dostları, “Ey insan, sen büyük bir kıymetin sahibisin, o cevheri çamura atmak olmaz!..” deyip, bataklığa düşenlere ellerini uzatırlar. Merhamet olurlar, aşkla kanatlanan bir merhamet… Bedenleri ölse de zaman ötesine kanat çırpan bu merhametle kâfir-mücrim ayırt etmeksizin ümit pınarı olup yüzyıllarca çağıldarlar. İnsanlığı kirlerinden arındırırlar.
Allah dostları, yumuşacık yağmur damlaları gibi incitmeyen, kırmayan, kırılmayan bir rahmet olup tüm gönülleri tesir altına almışlardır. Kalplerinden çıkan sözleri, kalpleri mesken tutmuş ve o hasta sîneleri, uzman bir gönül hekimi gibi tedâvî etmişlerdir.
Hak dostları, kaynağını okyanustan alan ve en çorak topraklardan daha katı yüreklere bile “el-Hayy” isminin tecellîsiyle hayat bahşeden feyz ırmaklarıdır.
Onlar ki, imâmesi Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- olan tesbih taneleridir. Kur’ân ve sünnet ışığıyla aydınlanan, bir lahza bu istikametten ayrılmayan kandillerdir.
Onlar ki, hizmetle çırpınan bir yüreğin sahipleridir. “Başkalarının yükünü çekmek, kendi yükünü çektirmemek!.. Yani, yâr olmak, bâr olmamak!” düstûruyla insanlığın yükünü omuzlarında taşımışlardır.
Onlar ki, Hak sevgisinde insan sevgisini bulmuşlardır.
Onlar ki, Hâlık’ın nazarıyla yaratılana bakarlar. Âsîleri bile hor görmezler. Kendilerine uzanan hoyratça bir nazara, kahır dolu bir söze karşı zehir saçmamışlar, zehirler ellerinde baldan tatlı bir safâya dönüşmüştür. Onlar hep yağmur damlaları gibi rahmet olmuşlardır. Muhabbet ve aşk sanatında, ırmak ırmak gelen kirleri ve çamurları, engin bağrında temizleyen bir okyanus gibidirler. Kim hangi hata, hangi kusur, hangi kirle gelirse gelsin, onların arasında, okyanusa düşmüş kirli su gibi arınıp temizlenir.
Bugün, cemiyetimiz buhranlar, karanlıklar içindeyken, Allah dostlarının hayat düsturlarına her zamankinden daha çok muhtacız. Birbirimizi seyrettiğimiz tozlu aynaları, ancak onların bakış açılarıyla temizleyerek toplumun dinamiti sayılan ikilikten kurtulabiliriz.
Gelin, yazımızı nihâyetlendirirken, bize hoş bir bakış açısı sunan Mevlânâ Hazretleri’ne kulak verelim:
“Gel, gel, daha yakın gel! Bu yol ayrılığı ne zamana kadar gidecek? Mâdem ki, sen bensin, ben de senim! Artık bu senlik-benlik nedir? Biz Hakk’ın nûruyuz. Hakk’ın aynasıyız. Haydi, şu benlikten kurtul. Herkesle anlaş, herkesle hoş geçin. Sen, kendinde kaldıkça bir habbe, bir zerresin. Fakat herkesle birleştin, kaynaştın mı bir umman, bir madensin.”
O hâlde şimdi, Hak sevgisinde, insan sevgisini bulan yüce gönüllüler gibi, yüzümüzü Hakk’a çevirme vakti. İnsanlığa hayat veren bir damar olup, eriyen, kaybolan, ayaklar altında çiğnenen ahlâk, sevgi ve merhameti düştüğü yerden kaldırmak vakti! Rahmet deryasında kaybolup, o rahmeti saf bir damla letâfetinde insana sunmak vakti! Haydi, şimdi varlığını keşfedip tüm âleme rahmet olmak vakti!..
YORUMLAR