İslâm sanatı, İslâm îtikadı ve ahlâkıyla bütünlük arz eden bir vasfa sahiptir. Bu hakikati, -ırk itibariyle kökeni ne olursa olsun yaşadığı çevre ve aldığı terbiyenin de tesiriyle- tam mânâsıyla bir İslâm sanatkârı olan, Mimar Sinan’ın eserlerinde müşahede etmek mümkündür.
Mimar Sinan, eserlerinde kubbeyle temsil ettiği değişmez bir hakikat etrafında, eserleri adedince farklı yollar arayışı içerisinde olmuş bir sanatkârdır. Onun bu arayışını, İslâm irfan kültüründe, “Allâh’a varan yollar mahlûkatın nefesleri adedincedir.” cümlesiyle ifade edilen hakikatten ayrı düşünmek pek mümkün değildir. Onun bu farklı yollar arayışının misallerini, ilk dönem eserlerinde dahî görmek mümkündür. Üsküdar Mihrimah Sultan Külliyesi de bu ilk dönem eserlerinden biridir.
Bu külliyenin, adına inşa edildiği Mihrimah Sultan, Kanunî Sultan Süleyman’ın Hürrem Sultan’dan olma kızıdır. Kanunî’nin sadrazamlarından Rüstem Paşa ile evlendirilmiş bu saraylı hanımefendi, tarihin hayırseverlikle yâd ettiği şahsiyetlerdendir. Hayrâtı içerisinde en mühimleri, kendi adına yaptırmış olduğu iki adet külliyedir ki, bunlardan birisi Edirnekapı’da, diğeri ise bahis mevzuumuz olan Üsküdar İskelesi’nde bulunmaktadır.
Külliyenin Özellikleri
Mimar Sinan tarafından 1542’de inşâsına başlanan Üsküdar Mihrimah Sultan Külliyesi, 1548 tarihinde tamamlanmıştır. Bu külliye, ilk yapılış itibariyle câmi, medrese, sıbyan mektebi, hamam, tabhâne, imâret ve handan müteşekkildi. Ancak günümüzde sadece câmi, medrese, sıbyan mektebi üçlüsü ayakta kalabilmiştir. Câmi-i şerîf ibâdete açıktır. Câmiin kıble istikametinde ve avlu duvarlarının dışında kalan sıbyan mektebi, günümüzde aslına yakın bir tarzda “çocuk kütüphanesi” olarak hizmet vermektedir. Medrese kısmı ise, bir tıp merkezi tarafından kullanılmaktadır.
İbrahim Hakkı Konyalı, eski kaynaklarda bu külliyenin “leb-i derya” yani denizin dudağı (kıyısı)’nda kurulduğundan bahsedildiğini aktarır. Bu durumda inşâ edildiği devirlerde deniz kıyısının câmiye, günümüzdekinden daha yakın olması muhtemel gözükmektedir.
Câmiin hâkim unsurlarından birisi, son cemaat mahallini her üç cepheden kuşatan geniş saçaktır. Bu saçaktan deniz tarafına doğru bir çıkıntı yapılarak bu çıkıntının altına genişçe bir şadırvan eklenmiştir. Son cemaat mahalli hakkında merhum tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı, şu tasviri yapmaktadır:
“Son cemaat yerinin sağında, sonradan açıldığı anlaşılan bir mükebbirlik[1] vardır. Mâbedden buraya dört pencere açılmaktadır. Camiin birer şerefeli, iki minâresinin kapıları son cemaat yerine açılmaktadır. Solundaki minârenin kapısı üzerinde, şimdiye kadar hiçbir yerde eşine rastlanmayan bir oymacılık ve kakmacılık şaheseri vardır. Bir taşa kabartma olarak kelime-i tevhid kazılmış, yazıların boşluklarına ve kelimelerin etrafına kırmızı ile karışık renkli çeşitli taş oturtulmuştur. Sonra bu levha, aynı şekilde bir çerçeve içine alınmıştır. Sanatkâr, bu eseri sanki mikroskopla işlemiştir. O kadar ince ve hurda işçilik vardır ki, insan Türk’ün bu yüksek kudreti karşısında hayran kalıyor. Diğer minâre kapısının üstüne bir madalyon içine sâde kelime-i tevhid yazılmıştır.”[2]
Câmiin vâdi (Bülbülderesi Vâdisi) içine bakan kıble istikameti ile deniz tarafına bakan tarafı arasında seviye farkı olduğu içindir ki, deniz istikametinde yaklaşık iki insan boyunda bir set oluşturulmuştur. Camiin dış avlusu, bu set üzerinde yükselir. Bu avluya sağ ve sol cenahlardan iki adet merdivenle çıkılır. Sağ cenahtaki merdiven çift yönlüdür. Dış avluya bir üçüncü giriş de kıble istikametinde alçak boylu bir kapı mârifetiyle açılmıştır. Zeminin o taraftaki yüksekliği sebebiyle bu üçüncü giriş merdivensizdir. Bülbülderesi istikametinden iskeleye doğru yürümekte olan yolculardan bazıları cadde kenarında çirkin trafik keşmekeşiyle iç içe yürümek yerine câmi sokağına sapar ve sıbyan mektebinin önünden geçerek bu kapıdan girip dış avlunun havasını teneffüs etmeyi ve nihayet merdivenli çıkışlar mârifetiyle iskele istikametine geçmeyi tercih eder. Bu kısa zamanlı seyrine biraz daha revnak katmak isteyenler, hemen sağ taraftaki merdivene yönelmek yerine saçaklar altından geçerek sol taraftaki merdivene kadar yolunu uzatmayı tercih eder. Saçakların başlangıç noktasında yer alan sıralı beş kubbe altındaki son cemaat mahalli, sabahın erken saatlerinden, avlu kapıları kilitlenmeden önceki geç saatlere kadar sürekli namaz kılan yolcularla doludur. Dış avlusunda ise, boğazın -her ne kadar etrafı çirkinleştirilse de hâlâ güzelliğini koruyan- manzarasına dalmış insanları görmek her zaman mümkündür.
Mimarîye Akseden Dünya Görüşü
Üsküdar Mihrimah Sultan Külliyesi, bulunduğu zeminin kıble istikametine göre, konumu sebebiyle asimetrik bir plânda inşâ edilmiştir. Bu külliyenin hacim itibariyle en belirleyici iki unsuru, câmi ve medresedir. Sağlı-sollu konumlanmış bu iki ana unsurdan câmi, “ulûhiyetin yüceliği” ifadesine uygun olarak gökyüzüne uzanan dikey bir ağırlığa sahipken, medrese “ubûdiyetin mahviyeti”ni ifade edercesine satha yayılan ve toprakla bütünleşmiş yatay bir ağırlığa sahiptir. Câmideki yücelik vurgusu, son cemaat mahallini kapatan geniş ve bittabiî gölgeli saçağın da tesiriyle topraktan bağımsız bir ifadeyle kuvvetlendirilmiştir. Çift minâreli câmiin, medrese tarafındaki minâresi diğerine nisbeten daha kalındır. Bu asimetrik tercih, ağırlık merkezinin bu minareye doğru çekilerek câmi ve medrese ikilisinin birbiriyle mütenâsip ve yekpâre bir görüntü sağlaması için olsa gerektir. Ayrıca Merhum Turgut Cansever, bu mimarî tercihlerle Mimar Sinan’ın hareketli bir mimarî vücuda getirdiğini şöyle ifade etmektedir:
“Kubbenin merkezinden sâbitlenmiş durağan ifadesine karşılık, ön cephe ayaklarının ileri hareketlenen biçimleri, câmiin medrese tarafındaki minâresinin daha kalın olması, ana kitlenin ileriye hareketlenen ifadesiyle medresenin zemine bağlı ve dönük yapısının farklılığı, son cemaat yerinin geniş saçağının koyu gölgesiyle oluşan boşluk üzerinde zeminle yapı kitlesi arasındaki irtibâtının kopmasını ve câmiin boşlukta, kalın minâre etrafında yönünü bulmak için yamaca ve medreseye göre dönerek ilerleyen bir hareket ifadesi kazanmasını sağlar.”[3]
Burada sözü edilen dâirevî hareket, külliyenin bütünü için olduğu kadar sadece câmi-i şerîf göz önüne alındığında da apayrı bir görüntü ortaya çıkmaktadır. İnce ve kalın minâreli câmiin iskele tarafından geniş bir saçak üzerinde duran ana kütlesine bakıldığında (sabit ayak, kalın minâre hizasında kabul edilmek üzere) kollarını asimetrik bir şekilde yukarı kaldırarak deveran eden bir semâzeni hatırlatması, tesadüfî olmasa gerektir. Ehl-i hakikat bir mürşid olan Mevlânâ Hazretleri’nin, bu dünyadaki hareket tarzını anlatan pergel istiâresinin Mevlevîlikte semâzen âyinleriyle, mimarîde ise böylesi tasarım tercihleriyle ifadesini bulması, aynı irfan muhîtini paylaşmanın bir neticesidir.
Değişen Üsküdar
Üsküdar, günümüzde İstanbul’un yaşadığı değişime paralel olarak hızlı bir değişim sürecine girmiş bulunmaktadır. Geçmişin Üsküdar yamaçlarında yeşilliklerle iç içe serpiştirilmiş ve mimârî ebat açısından kesinlikle devâsâ kılınmamış ve bu hâliyle de câmileri ön plana çıkarıp kendisi geri plânda kalmayı tercih etmiş ahşap konaklarının yerini, bugün yeşilliğe hayat imkânı bırakmayacak sûrette birbirine bitiştirilmiş ve İstanbul Boğazı’nı ille de kendi nefsine râm etmek hevesiyle âdeta biri öbürünün başını ezerek yükselmeye çalışan apartman yığınları almıştır.
Hatalı ulaşım projelerinin neticelerinden birisi olan meydandaki otobüs, minibüs ve taksi duraklarının çirkin ve gürültülü manzarası, Mihrimah Sultan Külliyesi başta olmak üzere Üsküdar’ın buram buram mâneviyât saçan hayır eserlerinin uhrevî havasını teneffüs etmeyi neredeyse imkânsızlaştırmaktadır. Bakalım, hangi akla hizmet bilinmez, ille de tarihî ve kültürel ehemmiyet açısından en önemli bir noktada kazılmaya başlanmış bulunan tüp geçit istasyonunun buraya taşıyacağı ilgisiz kalabalığın tahrik edeceği ticârî iştahlarla gökdelenlerin Üsküdar’ı yutma yarışına girmesi ne kadar zaman alacak…
[1] Mükebbirlik (Mükebbire): Câmilerde dışa doğru çıkma şeklinde yapılan ve müezzinlerin, imamın tekbirlerini dışarıda dulunan cemaatin duyması için tekrarladığı yer.
[2] İbrahim Hakkı Konyalı, Âbideleri ve Kitâbeleriyle Üsküdar Tarihi, İstanbul 1977, c. I, s. 216.
[3] Turgut Cansever, Mimar Sinan, Klasik Yayınları, İstanbul 2010, sh: 108.
YORUMLAR