“Çöldeydi… Gecenin lâhûtî nağmeleri ile feyizyâb olmuştu. Kumlara uzandı, gözlerini semâya çevirdi. Sanki elini uzatsa, yıldızlara dokunacaktı. Biraz gayret etse bir seyyârenin fevkinde bütün semâyı dolaşacaktı. Çölü seviyordu. Hele çölde yürümeyi ve tefekkürü çok daha fazla… Peygamberlerin büyük bir kısmına yol olmuştu, yâr olmuştu, yâren olmuştu bu kum zerreleri…
Düşünmeye devam etti, gökteki seyyâreler, çöldeki kum zerreleri gibi insan geçmişti dünya sahnesinden… Her insan ayrı bir deniz, her hikâye ayrı bir umman…
Peki, “Eğer bana sorulsaydı dünyaya gelmek istediğim zaman, ben hangi zaman dilimini seçerdim, bu hayat defterini doldurmak için?” diye düşünürken… Şeyh, gecenin mehtâbı gibi göründü yeniden…
“-Bak, evlât!” dedi… “Asrın içinde en kıymetli an, En Güzel’e tevâfuk eden buluşmalardır! Sen gül râyihaları almaya kur gönül saatini… Kıvamı tutmuş bir ümmetliğin mest eden efsûnunda, cânı cânâna fedâ etmenin bîhuş eden muştusunu arzula…”
* * *
Mesnevî’de şöyle bir hikâye anlatılır:
Bir gün aslan, kurt ve tilki avlanmak için dağa çıkmışlardı. Avları yakalayıp birbirinin sırtına yükletmek ve taşımak için yardım edeceklerdi. Üçü birlikte o geniş kırda birçok av tutacaklardı. Aslında erkek bir aslan için kurt ve tilki ile arkadaşlık etmek ayıptı, lâkin aslan onlara ikram olsun diye, kendilerine yoldaşlığı kabul etti.
* * *
Hikâyedeki aslandan maksat, hakîkat ve mârifet aslanı olan “veliyy-i kâmil”dir. Kurt ve tilkiden murat ise; hayvanlık sıfatından kurtulamamış sûrî insanlardır. Evliyâullah hazarâtı, bazen böyle hayvan sıfatlı insanlarla beraber bulunurlar. Çünkü Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, “Cemaat, Allâh’ın rahmetine sebeptir.” buyurmuştur. Olur ki, cemaat arasında Allâh’ın sevgili bir kulu bulunur; onun yüzü suyu hürmetine, diğerleri de Allâh’ın lutf u keremine nâil olurlar.
* * *
Bu cemaat, aslanın maiyyetinde heybet ü azametle dağa doğru gidince, bir yaban sığırı, bir keçi ve iri bir tavşan avladılar. Avlarını ormana getirdiler. Aslan kurda dedi ki:
“-Ey eski ve tecrübeli kurt! Bu avı aramızda taksim ederek bir adalet göster.
Kurt:
“-Şâhım, yaban sığırı senin payındır. O büyüktür, sen ise iri gövdelisin. Bu, sana lâyıktır. Keçi benim hissemdir ki, orta vücutludur. Ey tilki, sen de tavşanı al.” diyerek taksimâtı yaptı. Fakat bu taksimat aslanı hoşnut etmemişti:
“-Ey kurt! Sen ne dedin? Ben burada iken sen ve ben demeye cesaret ediyorsun hâ!.. Haydi, bana doğru gel!” dedi ve kurdun yaklaşmasıyla ona bir pençe vurması bir oldu. O pençe darbesi kurdu parçaladı. Aslan kükremeye devam etti:
“-Mâdemki beni görmek ve karşımda bulunmak, sana kendini unutturmadı; böyle bir cana, inleyerek ölmek gerektir!”
Ondan sonra aslan, tilkiye dönüp:
“-Şu avları yemek için bir de sen taksim et!” dedi.
Tilki, aslanın önünde yerlere kapandıktan sonra dedi ki:
“-Efendimiz; şu besili sığır, kuşluk yemeğin olsun. Şu keçi öğle yemeğin, tavşan da gece çerezin olsun!”
Aslan, bu taksimattan hoşlanmıştı:
“-Ey tilki, sen böyle bir taksimi kimden öğrendin?” diye sordu. Tilki de:
“-Ey hayvanlar âleminin pâdişâhı! Kurdun hâlinden öğrendim!” cevabını verdi.
Bunun üzerine aslan:
“-Mâdem ki sen bizim aşkımızda fânî oldun ve bu fedakârlığı gösterdin, avların üçünü de al götür.”
“Bir kimse Allâh’ın olur, her şeyini, hatta kendini Allâh’a verirse, Allah da onun olur.”
Tilki o zaman; aslan, avların taksimini kurttan sonra bana emretti diye yüzlerce kere şükretti ve dedi ki:
“-Eğer bunları bana evvelden «taksim et» diye emreyleseydi, aslanın pençesinden canımı kim kurtarabilirdi?”
* * *
Mevlânâ Hazretleri; aslan, kurt ve tilkinin hikâyesini bitirirken bizi kıssadan hisseye yöneltiyor ve şöyle devam ediyor, hikmet deryası sözlerine:
“O hâlde bizi evvelkilerden sonra dünyaya getiren Cenâb-ı Hakk’a hamd ü senâlar olsun. Allâh’ın eski zamanlardaki müşriklere etmiş olduğu siyasetleri okuduk ve işittik. Cenâb-ı Hakk’ın bizi sonradan dünyaya getirmesi, o eski kurtların hâlinden ibret alıp, tilki gibi kendimizi korumamız içindi. Hakk’ın Rasûlü ve sözünde sâdık olan Peygamber-i Ekber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bundan dolayı bizim için «Ümmet-i Merhûme» yani «Allah’ın rahmetine mazhar olmuş ümmet» buyurmuştur.
O eski kurtların, hâlâ mevcut eserleri meydanda... Ey büyük adamlar, ey aklı başında kimseler; o eserlere bakın da ibret alın.” (Bkz: Mesnevî, Şefik Can Tercümesi, c: I, 195-196)
* * *
Mesnevî’nin bu meşhur hikâyesi; âhir zaman ümmeti olmanın hem güzel ve rahmet tarafını bizlere hatırlatıyor, hem de tefekkür ve ibrete dâvet ediyor. Şayet geçmişi bilmezsek, Allâh’ın kâinâtta cârî olan kanunlarını (Sünnetullah) anlamaz ve ona göre hayatımızı tanzim etmezsek âkıbetimiz, geçmiştekilerden çok da farklı olmaz. Nitekim şöyle denilmiştir:
“Geçmişten ibret almazsa kişi, geleceğe ibret olmaktır işi!..”
YORUMLAR