İnsan, sahip olduğu nimetlerin büyüklük ve değerini, maalesef onlardan mahrum kalmadan kolay kolay anlamıyor. Bizler, sıcak yataklarımızda deliksiz uykular çekerken hatta gaflet uykusuna dalıp sabah namazını bile kaçırırken Senegal’de, yaşları dört ilâ on arasında değişen kimsesiz veya himayesiz çocuklar için hayat sabah namazıyla başlıyor. Üstlerinde eski püskü ve yırtık elbiseler bulunan, ayaklarında ise çoğunlukla bir terlik bile bulunmayan bu çocuklar, her sabah erkenden kalkıyor ve sabah namazına geliyorlar. Perişan, bakımsız, hasta ve yarı aç bu çocuklar, namazın ardından etraftaki köylere dağılıyor ve yaşamak için dilenmeye başlıyorlar. Muhtaç oldukları bir-iki dolar… Yani üç-dört lira… Eğer gün içinde uğradıkları yerlerden bu asgarî parayı bile toplayamazlarsa açlık bir tarafa, bir de dayak yeme korkuları var.
Bu, kaldıkları kursta okuyabilmeleri için tek şansları… Günün sonunda o bir-iki doları toplayanlar, kurslarına mutlu ve huzurlu bir şekilde, yüzleri gülerek dönüyorlar. Diğerleri ise melûl ve mahzun… Sanki bütün dünyanın dertlerini omuzlarında taşıyor gibi… Gerçekten de küçücük yaşlarına kıyasla çok ağır bir yükün altındalar… Bir insanın, açlık, yokluk ve acılarla çevrili bir hayata, ümitsizce devam etmesi ne kadar zor!..
Onların bu hâllerini görüp de üzülmemek mümkün mü? Bizim de gözlerimizden iki damla yaş düşüyor. Sonra kendi çocukluğumuz, akranlarımız ve ülkemizdeki çocuklar geliyor aklımıza… İster istemez mukayese ediyoruz. Çeşit çeşit marka kıyafetler almaya çalışan, istediği olmayınca küsüp anne-babasıyla konuşmayan, bir yediğini bir daha yemeyen, neredeyse bir giydiğini bir daha giymek istemeyen çocuklar… İki dünya arasındaki farkları siz de görebiliyor musunuz?
Senegal’de veya Afrika’nın pek çok ülkesinde, o masum yavruların hiçbiri hayatları boyunca yumuşak bir yatak görmediler. Ya toprak veya betonun üstünde yatıyorlar, ya da otlarla samanlarla yumuşatılmış bir yerde… Yattığı yerlerdeki haşerat veya zeminin sağlıksız olması yüzünden vücutlarında yaralar çıkıyor. Tedavi ve ilaç imkânı olmadığı için bu yaralar, zamanla büyüyor ve ölümlere bile sebep oluyor.
Bu acımasız şartlar sebebiyle buradaki çocukların pek çoğunun geleceğe dair hiçbir umudu kalmamış. Yollarına çıkan bir “beyaz”, onlar için kısa süreli bir umut kapısı… Belki bir hafta dilenmekten kurtulmak, bir nebze karınları doyurmak demek “beyaz insanlar”… Onların da çoğu bir bedel istiyor, bu en hayati ihtiyaçlarını karşılamak için… Bazıları dinlerini değiştirip Hıristiyan olmalarını, bazıları kendileriyle beraber ülkelerine gitmelerini… Karşılıksız, Allah için bu işi yapan “beyaz”lar ise, bu ülkelere yeni yeni gelmeye başladılar. Ama onların da imkânları sınırlı… Dökülen bir bardak suyun, koca bir çölde kuruyup gitmesi gibi yapılanlar kaybolup gidiyor, Afrika’nın karanlıkları içinde… Elbette bunları bir gören, bir duyan, bir kayda alan var. Hiçbiri boşa gitmiyor. Ama bu cılız ışık, kapkara bir kıtayı aydınlatmaya yetmiyor. Oraya daha fazla ışık, daha fazla gönül, daha fazla himmet lâzım…
Ne olur kardeşlerim, “komşusu açken tok yatan bizden değildir” buyuran Peygamber Efendimizin fermanını unutmayalım. Sizlere uzak mesafelerden sesleniyorum. Şu an Senegal’de “yağmur mevsimi”… Kaç çocuk ıslanıyor dışarda bilen var mı? Evet, ıslanmak güzeldir yağmurun altında; değiştirecek üstümüz olursa… Hastalanınca annemiz bakacaksa… Ama burada öyle değil!.. Ne kuru başka bir kıyafet var, ne kurulanacak bir ev, ne de başını okşayıp hastalıklarını tedavi edecek bir anne…
Afrika kıtasından, Senegal ülkesinden sesleniyorum sizlere… Onları, uzak memleketlerdeki kardeşlerinizi unutmayın!
YORUMLAR