Ümid Ve Korku

Mü’minin kalbi, korku ve ümit arasında bulunur. O, bir taraftan Allâh’a kalbinde sonsuz bir muhabbet duyarken, diğer taraftan bu muhabbeti zedeleyecek hata ve günahlar yapma korkusunu taşır. “Takvâ” diye de isimlendirilen bu hâl, mü’minin kalbindeki îmanının kemalini gösterir.

Allah dostları, her söz ve davranışlarında büyük bir dikkat ve uyanıklık üzere yaşamaktadırlar. Hangi davranışlarının Allâh’ın rızâsına uygun, hangi söz ve davranışlarının ise, Allâh’ın gazabını celb edeceğine dâimî sûrette itina gösterirler. Çünkü ufacık bir sapma, büyük bir çöküşe yol açabilir. Kulun Allah katındaki makamı yükseldikçe, aynı bir tepeye tırmanır gibi, kulluk hassasiyetinin artması gerekir. Çünkü yerde insan emniyet hâlindedir; ayağı sürçüp düşse de en çok bir yerini yaralar. Ama yüksek tepelerden yere çakılma, çok daha fecî sonuçlar doğurur.

Kur’ân-ı Kerîm’de takvâ sahibi mü’minlerin hâli şöyle tasvîr edilmektedir: “Mü’minler ancak, Allâh zikredildiği zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allâh’ın âyetleri okunduğunda îmanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir.” (el-Enfâl, 2)

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de şöyle buyurmaktadır: “Sinek başı kadar bile olsa, gözünden Allah korkusuyla yaş çıkan ve bu yaşı yanaklarına değecek kadar akan hiçbir mü’min yoktur ki, Allah onu (ebedî) ateşe haram etmesin!” (İbn-i Mâce, Zühd, 19)

Mü’minin kalbi, bu hâl üzere Allâh’ın rızâ ve muhabbetinden mahrum kalıp gazâbına uğrama korkusuyla çırpınırken, bir yandan da O’nun sonsuz rahmet ve merhametine nâil olma ümîdini taşır. Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Allâh’ın sonsuz rahmetini çeşitli vesîlelerle ashâbına anlatarak onları ümitlendirmiştir.

Bir keresinde Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e (ayrı düştüğü) çocuğuna duyduğu hasretten dolayı rastladığı her çocuğu kucaklayan, göğsüne bastırıp emziren bir kadının da aralarında bulunduğu bir esir grubu getirildi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- çevresindekilere o kadını göstererek:

“-Bu kadının çocuğunu ateşe atacağına ihtimal verir misiniz?” diye sordu.

“-Aslâ atmaz!” dedik. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz:

“-İşte Allah Teâlâ, kullarına, bu kadının yavrusuna olan şefkatinden daha merhametlidir.” buyurdu. (Buhârî, Edeb, 18; Müslim, Tevbe, 22)

Bu merhametli annenin yavrusuna duyduğu şefkat, Allâh’ın rahmetinin büyüklüğünü anlamamıza yeter. Ancak Peygamber Efendimiz, bu şefkatin genişliğini başka hadîs-i şerîflerinde de haber vermiştir. Bunlardan sadece bir tanesini daha zikredelim:

“Allah Teâlâ’nın yüz rahmeti vardır. Bunlardan birini insanlar, cinler, hayvanlar ve böcekler arasına indirmiştir. Onlar bu sebeple birbirlerini sever ve birbirlerine acırlar. Yabanî hayvan yavrusuna bu sebeple şefkat gösterir. Allah, o doksan dokuz rahmeti kıyamet günü kullarına merhamet etmek için yanında alıkoymuştur.” (Buhârî, Edeb, 19; Müslim, Tevbe, 17, 19)

O hâlde bir mü’min; Allâh’ın bu engin merhametini göz önünde bulundurmalı, ancak O’nun cezâ ve azâbından, bilhassa rızâsını kaybetmekten korkmalıdır. Böylece ufak bir hata yaptığında hemen Allâh’a sığınmalı, bağışlanma ümidiyle O’nun yüce dergâhına el açmalıdır. Yaptığı ameline güvenmemeli, her an Allâh’ın rızâsını kazandıracak başka hayırların peşinde koşmalıdır.

PAYLAŞ:                

Zahide Topcu

Zahide Topcu

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle