Okul çağı, insanın topluma karıştığı (sosyalleştiği), yeni arkadaş ve çevreler edindiği, toplumun benimsediği gelenek, örf ve âdetleri öğrenip kabullendiği zamandır. Ferdin, toplum içinde yer edinmek için gerekli kabiliyet, özellik ve fırsatları bulduğu bu okul ocağı, aynı zamanda genel kültür ve tecrübenin de aktarıldığı müstesnâ bir merkez rolü görmektedir.
Eğitim ve öğretimin kalbi mesâbesindeki bu sahalar, günümüzde maalesef devamlı feryâd ve figânın yükseldiği bir ağıt evine dönmüş durumda!.. Gün geçmiyor ki, herhangi bir gazete, dergi veya televizyonda liseli bir öğrencinin vukuâtına rastlanmasın!.. Ayrıca bu tür hâdiseler hem keyfiyet itibariyle ağırlaşıyor, hem de kemmiyet açısından çoğalıyor. Bu durum, ne yazık ki, sadece ülkemize mahsus bir özellik de arz etmiyor.
Duyuyoruz ki, Amerika’da, Avrupa’da gayr-i meşrû hâmilelik yaşı, ilkokula inmiş. Ortaokul ve liseden mezun olup da ciddî bir ilişki veya arkadaşlık (!) yaşamamış insana tesâdüf etmek mümkün değil!.. On yaşındaki bir çocuk okul basıp öğretmenini, arkadaşlarını âdetâ kurşuna diziyor. Daha niceleri… Uyuşturucu, mafya, silah, şiddet, sigara, içki, kumar… vb. almış başını gitmiş!..
Eskiden “uzaktan davulun sesi hoş gelir.” hesâbı, bizi çok fazla ilgilendirmeyen, düşündürmeyen bu gibi olaylar; etrafımızda, yanıbaşımızda tekrarlanmaya başlayınca bir tedirginlik aldı bizi de… Ne oluyoruz, nereye gidiyoruz?!
“-Bizim zamanımızda…” diye başlayan ve dünle bugünü kıyaslayan ifâdeler gittikçe artıyor.
Eskiden çocuklar, sokaklarda, mahallelerde gece yarılarına kadar rahatça, güvenle oynayabilirdi.
Eskiden bırakın büyük insanları, küçücük çocuklar bile şehri bir baştan bir başa elini kolunu sallayarak dolaşabilirdi.
Eskiden…
Peki şimdi ne oldu?
Değişen neler var?
Her türlü ahlâksızlık ve şiddet, medya eliyle körüklenir oldu. Televizyonları bir akşam bu gözle izleyin; içinde silah, öldürme, hakaret, dayak, işkence olmayan bir film veya dizi bulabilecek misiniz? Hatta kimi dizilerde, bu gece 30 kişi öldürüldü, 40 kişi öldürüldü diye çetele tutuluyor. Yine dikkat edin bakalım, üç yaşında-beş yaşında çocuğunuzla yüzünüz kızarmadan izleyebileceğiniz kaç program bulabilirsiniz?!. İçinde kadeh tokuşturulmayan kaç güzîde (!) filmimiz, ya da dizimiz var?!
Evet, bu, o kadar alenî, o kadar tekrarlanan bir durum hâline geldi ki, çoğunlukla olan biteni fark etmiyoruz. Bu sahneleri göre göre kanıksıyor, alışıyor ve gözümüzde normalleştirerek âdeta hazmediyoruz.
Artık bir çiçeğin ayak altında kalması bizi üzmüyor, arabanın çiğnediği kedi-köpek, zamanla bize âdeta haz vermeye başlıyor. İnsanların ölümle boğuşmaları, işkence görmeleri hiç de yadırganacak şeyler değil sanki!..
Bir masumun ölümüyle titremesi gereken dünya, o kadar çalkalanmış ki, deprem üzerinde yaşamaya alışmış insanlar bunu hissetmiyor bile!..
Bu çöküş önce evde başlıyor; anne ve babada… Evden aldığını okul perçinliyor. Gençliğinin, “deli”kanlılığının baharında gençler, yeni heyecanlar arıyor. Büyüklerinde gördükleri “kolay kazanma”nın, bitmek tükenmek bilmeyen “dünya hırsı”nın, “zayıfı ezme”nin ihtisâsını yapıyorlar okullarda…
El ele veren gençler, tek başlarına âciz kaldıkları işleri “hep birlikte” yapıyorlar. Çeteler kuruyorlar, çakı, bıçak, kasatura… ne bulurlarsa okula taşıyorlar, dayılanmak, efelenmek ve büyüklüğünü kabul ettirmek için… Haraca bağlıyorlar, “baba”lık yapıyorlar. Bu demir mengene; hem onların ruhunu sıkıyor, hem de sınıf arkadaşlarının…
Fuhuş çılgınlığı, ahlâkî çöküş ve dejenerasyon, neredeyse teşvik ediliyor… Basılı- görüntülü yayınlar, yine öncü… Bu uğurda bütün engelleri göğüslüyor, gençlere ve halkımıza hizmet vermenin (!) amansız yarışı içinde… Sineması, dizisi, hikâyesi, romanı, karikatürü, reklamı; hepsi, ama hepsi “bu çorbada bizim de tuzumuz olsun” kabîlinden katkıda bulunuyorlar, zinde ve körpe ruhları zehirlemeye… Gençliğinin, duygularının baharında olan gençler, “el ele tutuşturuluyor”. Düşülen hatalar, affedilmesi gereken kaçınılmaz “yol kazaları”…
Medyaya göre, âileler, anne-babalar, toplum; gençleri anlamalı, müsâmaha etmeli, onların önünü açmalı, hatta medenîleşme (!) yolunda rehberlik etmelidir. Onları daha “ileri”, daha “çağdaş”, daha “modern” yapmak için el ele vermeli, gençlerin birbiriyle kucaklaşmasının önü açılmalıdır!!!
Sokaklar, çocukların yeni meskeni oluyor; anne-babanın biraz daha kazanabilmek için sokakların bağrına bıraktığı çocuklar, ayakkabıcı oluyor, mendil satıyor, merhamet dileniyor insanlardan!.. Bir çoğu evdeki, okuldaki kıskaca dayanamayıp daha insaflı bulduğu sokaklara terk ediyor, kendisini… Bazıları da çaresiz… Kapı dışarı edildiğinden sokaklarda…
Okuldaki bağlantılarıyla ufak ufak çocuklara sirâyet eden zehir tüccarları… Çocukların, insanların hayatlarından, hayallerinden ve üç kuruş paralarından çalan harîs, acımasız, gaddar varlıklar!.. Zenginliklerini, insanların cesetleri üzerine kuran insanlığın yüz karaları!..
Evet, burada saydığımız ve sayamadığımız daha nice konular, çok acı!.. İçimizi yakıp kavuruyor. Medeniyet ve irfanın beşiği olması gereken okullar, bu anafor içinde savrulup gidiyor, maalesef!..
Ama daha da acısı; çarpık eğitim sistemi sebebiyle çocuklarımızın güzel ahlâktan, mâneviyât ve dinden uzak bırakılması!.. Ruhlarının hasta olması... Gönüllerinin, ateizme (inançsızlığa), satanizme (şeytana tapmaya) kayması… Allâh’ın, –hâşâ- gökyüzüne hapsedilerek dünyadan uzaklaştırılması…
Bütün bunların neticesinde insanların ve bilhassa gençlerin derin bir boşluk ve hiçlik içinde yaşaması!.. “Yarın” endişesi olmayan, bugünü kurtarmanın derdinde olan, dünyada sadece haz ve menfaatleri için yaşayan, kısa zamanda köşeyi nasıl döneceğinin hesabını yapan bir gençlik yetişmesi…
Tembel, içine kapanık, vurdumduymaz, kendisi için yaşayan, kendisinden başkasını sevmeyen, saymayan bir gençlik!.. Tanrı tanımadığı gibi hiçbir mukaddes değere saygısı ve inancı kalmamış bir gençlik!..
İşte medenî dünyanın içinde kavrulduğu buhran bu!.. Ve biz de şu ân, tam bu cehennemin eşiğine geldik. Bir ayağımız çukurda!.. Esrar, içki, kumar, fuhuş… belki er-geç bitebilir; ya inançsızlık!.. İnsanı içten içe kemiren gerçek kurt bu!.. Eğer, okullarımız, aslında olması gerektiği gibi, insanı ruh ve bedeniyle bir bütün olarak inşâ edemezse, bu uçuruma daha nice nesiller kurban gidecek!..
Uykumuzu kaçırması gereken, en büyük derdimiz bu olmalı!.. Kendimizin ve çocuklarımızın, gerçek istikbâlini kurtarmak!..
YORUMLAR