“Ne diye gamlanıyorsunuz, sıkıntılara dalıyorsunuz?
Yolculuk zamanı geldi, merkep[1] kiralayın.
Kalkın dostlar, yola düşün de can gibi temizlenin.
Avın ardından uçun. Neticede oktan, yaydan aşağı değilsiniz ya!
İster zengin olun, ister fakir. Rızık harekette gizlidir, davranın.
(Böylece) geceleyin gayb âlemine yol alırsınız, sabah olunca yeniden doğarsınız.”[2]
(Hz. Mevlânâ -k.s.-)
Tasavvuf kitapları, insanları hakikate karşı duruşlarına göre üçe ayırır;
1- Avam,
2- Havas,
3- Havassü’l-havas.
Siz buna; “ehl-i dünyâ”, “ehl-i ukbâ”, “ehl-i cemal” de diyebilirsiniz.
Şeriat ehli, Tarîkat ehli, hakîkat ehli de denilebilir.
Kimileri nefislerinin esiri olmuşlar,
Kimileri ruhlarına tâbî olmuşlar,
Kimileri de “nefahnâ” sırrına ermişler; nefesi geçip “Nefesin Sahibi”ne ulaşmışlar, O’nun meftûnu, âşığı olmuşlardır.
* * *
Kalbimde dostlarımın ıztırapları… Kalbim, ortasından ikiye ayrılmış Kızıldeniz gibi… Bir kısım insanların avâmî ıztırapları bir yanımda; geçim derdi, yokluk derdi, vasıf derdi, ekonomik özgürlük, daha fazla güzellik, daha zarif bir beden sahibi olma dertleri...
Bir kısım sâliklerin dertleriyle dolu öbür yanım; teheccüde kalkamamak, kalksa bile ancak uyuklayarak tesbih çekebilmek; uyuklamasın hadi, bu sefer de huşû ve lezzet azlığı dertleri… Öfkeye hâkim olamamak, minnetsiz infak edememek, hizmette kalite standardına ulaşamamak, Kur’ân’ı hissedememek, rüyada Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-’i görememek, umreye gidememek, ibâdetten lezzet alamamak gibi…
“Tohum gibi yer altındayım, baharın emrini bekliyorum.
Hele bahar gelsin de kendi nefesim olmadan hoş bir nefes alayım.”
Dilsiz dudaksız bir fakir olup erenlerin kapısını çalıyorum. Hazret-i Mevlânâ’nın üslûbuyla cevap veriyorlar:
“İster zengin olun, ister fakir,
Rızık harekette gizlidir, davranın!”
-Geçim derdi olan, güne erken başlasın. Rızıkların dağıtıldığı saatte kapısını açmış olsun.
-Tembel tembel oturmakla depresyon geçmiyor. Kalksın, gayretle sarılsın işlerine.
-Ayağına taş bağlanmış gibi çöküp kalmasın suyun dibine. Davransın, çıksın suyun yüzüne.
-Az da olsa sadaka versin. Verince arttırılır. “Vermek vasfı” kalpte hâsıl olunca Cenâb-ı Hakk’ın “Kerem” hazinesinin parolasını söylemiş oluyorsun. “Açıl susam açıl” demiş gibi açılıyor kayalıklar önünde. Dağ ikiye ayrılıyor.
-Vâkıa Sûresi’ni okusun. Mümkünse akşam namazı sonrası âile faaliyeti olsun. Bir kişi veya her gün sırasıyla herkes okusun, diğerleri dinlesin, takip etsin. Peygamber tavsiyesi ciddiye alınsın, fırsat bilinsin.
-Rızka mani şeyler var; evin ve elbiselerin kirli olması. Mutfakta bulaşık bekletmek gibi… Temizliğe riâyet mühim. “el-Kuddüs” esmâsına sarılan “selâmet”e çıkıyor âdeta. “El-Kuddüs” ismi, temizlikle görülüyor âlemde.
Bunlar zâhirî rızık için…
-Mânevî inkişâfa ihtiyaç duyan, hasret çeken de harekete geçsin. Birine bin eklesin. Duâyı artırsın, tilâveti artırsın, ibâdeti artırsın. Sünnet olan tesbihâta riâyet etsin. İttibâ ettiği sünnetleri artırsın. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yatmadan önce her gece okuduğu sûreleri okusun meselâ. Hizmetini artırsın, tefekkürünü artırsın, muhabbetini artırsın.
-“Dağınıklık, iki yüzlülüktendir.” diyor Hazret-i Mevlânâ... Dağınıklığını toparlasın; söylediklerini yapsın, yaptığını söylesin.
“Nilüfer, goncanın kulağına: «A güzel kokulum,
Düşmanla savaşmak için savaş çağı geldi.» diyor.”
“Çocuklarınıza ata binmeyi, ok atmayı, yüzmeyi öğretin” buyuruyor Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-. Bakıyoruz günümüz şartlarında üçü de çok zor. Te’vil ediyoruz öyleyse:
1-Bir işin gerçekleşmesi için gereken vâsıtaları, onlardan yararlanmayı usûlüyle, âdâbıyla yapmayı öğretmek. Ata binmeyi öğretir gibi.
2-İleri hamleler yapmayı öğretmek. Meselâ yarın başarı avını avlamak için bugün çalışma okunu atmak gibi. Ok atmayı öğretir gibi…
3-Mânâ denizini seyr u sefer eylemeyi, hattâ içine dalıp yüzmeyi; balıklarını, mercanlarını görmeyi deniz ürünleriyle gıdalanmayı öğretmek; yüzmeyi öğretir gibi… Hazret-i Mevlânâ:
“-Dün gece, dostlarla, suyun bir karış üzerinden hızla uçarak geçtik.” der Mesnevî’de… Nasıl bir seyr lezzetidir o! Nefesimiz kesiliyor düşününce, hayal edince bile… Sübhânallâh…
Çocuklarımız, bunları, dinleyerek öğrenmeyecek; bakarak, göre göre öğrenecek… Yani bizi soylu Arap atlarıyla bozkırlarda süzülürken görecekler. Avımızı, hedefimizi tam on ikiden vururken görecekler. Kaslarımızın kuvvetine hayran kalacaklar, yayı çekerken… Bir çiçekte, bir karıncada, güneşin doğuşunda geceleri gökyüzünü seyrederken görecekler bizi. Namaz kılarken güzel güzel… Kur’ân okurken içli içli... Salavât getirirken aşk ile, sürûr ile…
“A güzelim seni görüyorum cennet bahçesinde.
Bir nar ağacının dalında gülüyorsun.”
İşte hareket… İşte ehl-i takvâya rızık bolluğu getirecek gayret imkânı. Avâm öyle, havas böyle. Peki havassü’l-havas? Cenâb-ı Pîr’e, Hazret-i Mevlânâ’ya bakıyorum.
“-Yazım eksik kalmasın pîrim!..” diyorum, “Hem-demi olamadığım; hem-râhı, hem-pâsı olmadığım o mübârek zâtlar ne ile arttırdılar rızıklarını ve şimdikiler ne ile artırsınlar?” dedim.
“Öyle bir âşık gerek ki, bana” diye başladı;
-Öyle bir canlanma, harekete geçiş olmalı ki onda, o kalktı mı kâinat ayağa kalkmalı. Çadır direği gibi doğrulup dikildi mi, kaldırmalı kendine bağlı bütün hey’etleri… Düşüp kalmışları, yanı üzre yıkılmışları, ümitsizliğe düşmüşleri, gaflete kapılmışları, dalâlet yoluna sapmışları…
-Cehennem gibi aç olmak mârifete karşı... Onun aşk yangınında cehennem bile yanmalı. Tecellî dalgaları vurdukça harlanmalı ateşi. Nihayet denizi de yakmalı, kavurmalı.
-Kemâlât mertebelerini geçmeli bir bir… Kurtarmalı ruhu, ten kafesinden. O ruhun “nefahnâ” nûru ile aydınlanmalı kâinat. Ercesine savaşmalı, kendi nefsinin ve bütün nefs-i emmârelerin şerriyle… Terk etmeli dünyayı, ukbâyı, sonra kendini…
-“Gönlün yedi yüz perdesi var.” dedi, Hazret-i Pîr... Gönlü, nefis ve “ene” perdesinden kurtarmak, öyle bir nûr açığa çıkaracak ki Arş’tan ses gelecek ona: “Mâşâallah…. Mâşâallah…”
-Artık o noktadan, rızâ ile, halkı irşada yükseldiğinde, o mânâ denizinden nice inciler ve mercanlar saçmalı, halkın hayatlarına...
“Her gün gülistana gidelim, açılmış gülleri seyredelim.
Bahçeden topladıklarımızı önümüze yığalım, en güzellerini seçelim.
Âşıklara saçmak için etek etek güller derelim…
İşte şuracıkta; o gülün kokusu, bizim nefesimizden geliyor;
Biz yakîn bahçesinin gül fidanıyız.
Dünya, o gülden esip gelen rüzgârın getirdiği kokuyla doludur;
Yani o gül diyor ki: “Biz böyleyiz işte…”
Madem kokusunu aldık, (bu rüzgâr) bizim haberimizi de götürür oraya;
Eskimiş, yıpranmışız ama iyileştirir, gençleştirir o (gül) bizi.”
* * *
“Âşıkların feryatlarını duyuver bugün,
Her zerre inleyişle, feryatla dopdolu.
Zerrenin dili, hareketidir (dönüşüdür)...”
Âşıklar, zerre zerre Hakk’a doğru uçuşlarıyla feryatlarını dile getiriyorlar. Ne kadar aşk, o kadar gayret! Nerede hareket, orada bereket… Bereket ise, verim demektir. Aşk ile her kıpırdanış, bir perde yırtıyor bu yüzden... Durunca ölüyoruz, durunca kuruyoruz yâ Rab; oysa “Şemsu’d-Duhâ Sultanı”nın çevresinde hayat var… Dönenlere… Çağlayanlara… Kıvrananlara…
“Doğ ki, zerre, güneş doğunca var olur.”
Bir işaret lûtfet yâ Rasûlâllah, ayı ikiye bölüp tekrar birleştiren mübarek parmağınla dokun; Mûsâ’sı ol sînemin, tam da ortasındayken ıztıraplar, kavuşsun kalbimin Kızıldeniz’i birbirine! Asanı vur... İşte gözyaşlarımız, dostlarımla bizim…
“Aşk; göğe uçmak, her nefeste yüzlerce perdeyi yırtmaktır.
İlk nefeste nefisten kurtulmaktır; ilk adımda ayaktan geçmektir aşk.
…Ayağın kalmayınca da onlar çekerler seni.”
Ayak, nefse bağlı aklı temsil eder lügat-ı Mevlânâ’da. Hazret-i Pîr, Mesnevî’de bir insan tipinden bahseder ki, çok rahatsız edicidir. Söylenen, tavsiye edilen şeylere evet diyen, kabul eden, kafa sallayan, ama uygulamaya geçirmeyenleri buğday başaklarına benzetir. Rüzgâr esince, o nereye esiyorsa, o tarafa doğru eğilirler. “Fakat…” diyor Hazret-i Mevlânâ, “sen ayaklara bak; baş evet diyor, ama ayak hayır’da!..”
Artık o çok sevdiğim ilâhîyi dinlerken farklı bir sızı var içimde:
“Ey dost artık ne dersen de
Geldim bu dergâha bende
Şol başaklar yel esende
Yatar Yunus Yunus diye”
Yûnus Emre, Şems, Hazret-i Mevlânâ, hepsi bir tek şeyi temsil eder: “insan-ı kâmil”i, zamanın kutup yıldızı olan muhterem insanı. Selâm olsun ona canlardan, gönüllerden!.. Mevlâ, ona kanatlı semâzenler gibi “meydan”da dört dönecek, beyaz güvercinler gibi Mescid-i Nebevî’de kanat çırpacak evlâtlar bağışlasın… Rüzgâr esince eğilip sonra bütün inatçılığıyla (!) baş kaldıranlardan eylemesin bizleri…
[1] “Merkep”, Hazret-i Mevlânâ’nın semboller dünyasında “nefs”e karşılık gelir.
[2] Şiirler, Mevlânâ’nın “Dîvân-ı Kebîr”inden alınmıştır.
YORUMLAR