“…
O, bunu biliyordu. Askere giderken eşiyle son kere yalnız kaldığında demişti ki, “Eve gönderdiğim her mektubun sonuna üç tane nokta koyacağım; üç tane nokta… O üç nokta senin içindir, anladın değil mi?”
Hiç anlaşılmaz mıydı? Eski askerliklerin uzun yıllarında, derbeder fâsılalarla eve gönderilen her mektubun sonunda hep o üç nokta vardı.
Analar, babalar, teyzeler, amcalar, komşular ve tanıdıkları hatırlarının sorulmasına memnun oluyorlar, duâlar gönderiyorlar, ama mektubun sonundaki o üç noktaya hiç mi hiç dikkat etmiyorlardı.
“Üç nokta”nın muhatabı ise, her defasında bir öncekinden leziz, hasret ve aşk cümleleri okuyordu. Hiçbir edîbin o güne kadar kaleme almaya muvaffak olamadığı güzellikteki aşk mektupları, üç noktanın içindeki daracık mekânda, her defasında ter-u taze sevgi kelimeleriyle uzun yolculuklar ediyor, günlerce kayınbabanın emekli cüzdanında, kayınvâlidenin En’âm Cüzü’nün arasında bir muska ihtimamı ile gezdirildikten sonra lütuf kabîlinden gelin hanıma da gösteriliyordu. Onun mektupta yazılanlara aldırış ettiği yoktu; son satırın sonundaki üç noktayı arıyor, buluyor, okuyor, taze havâdisler ve mahrem sevgi sözlerini deşifre ediyor ve daima, o üç noktayı buğulanmış gözlerinden süzdüğü üç damla gözyaşı ile yıkıyordu.
Seneler, seneler sonra, bütün sözlerin mahremiyet yaşmağını yırtıp, üryan tekilliklere düştüğü bir gün, yüreğinin tam üzerinde sakladığı son mektubu çıkarıp sonundaki üç noktayı okşarcasına seyrederek sevgilisine şöyle demişti:
- Sahi Ahmet Bey, ne güzel mektuplar yazardın eskiden? (Ahmet Turan Alkan, Üç Noktanın Söylediği, sh: 209)
* * *
Aşk, muhabbettir. Söylenenlerin bittiği, duyguların kalbe aktığı yerdir.
Susmak, bir kelam olur; duruş, şiir olur. Elâleme yansıyacak bir hâli yoktur. Mahremiyet onun filizi olur, mekânı olur! Her şeyin ulu orta yaşanarak “anlamlı” kılındığı günümüzde; içilen, yenilen, giyilen her şeyin “paylaşım” yapıldığı demlerde…
Sevgi ve aşk; iki kişi arasında kalabildikçe değer kazanır, esrarlı olur.
Evlerimiz; her anı güncel, takipçilerimiz… Evlatlarımız hep yazılar bekleyen blog sayfamız; her daim yazdıkça silinmeyen yanımız…
Evlerimiz, muhabbet kanalımız… Yarına aktarılan, öte âleme götürülecek azıklarımız… Evler, aralıksız çalışan, değer üretim fabrikamız…
Rıza-i İlâhî, verdikçe artan markamız…
* * *
Başları önde, sâkin çiftler bilirim; muhabbetle bakışırlar aralarda… Susarak konuşur onlar… Birbirlerine örtü olur, yoldaş olur, duruş olurlar. Hâlleri aynılaşır; birbirlerini hatırlatırlar. Birliktelikleri, sadece evdekilere değil mahalleye, komşuya gölge olur. Edep bilir, hayâ bilir, latîfe bilir onlar!.. Hâdiseleri tedavi eden hikâyeler bilirler.
“Çok eskiden…” diye başlayan masallar söylerler; hallerini… Acımadan, acıtmadan, çözerler dertlerini… Bilgece, adam ederler çevrelerini…
Masallarımız olmalı bizim de… Evlerimize şifa dağıtacak… Hikâyelerimiz olmalı, güzel evlilikleri anlatacak… “Güzel gören, güzel düşünür!” diye örneklere ulaşacak… Üç noktalarımız olmalı evlilikleri ayakta tutacak…
YORUMLAR