Asya’da, maymun yakalamak için kullanılan bir çeşit tuzak vardır: Bir Hindistan cevizi oyulur ve iple bir ağaca veya yerdeki bir kazığa bağlanır. Hindistan cevizinin altına ince bir çukur açılır ve oradan içine tatlı bir yiyecek konur. Bu çukur, sadece maymunun elini açıkken sokacağı büyüklüktedir.Yumruk yaptığında elini dışarı çıkaramaz. Maymun tatlının kokusunu alır, yiyeceği yakalamak için elini içeri sokar, ama yiyecek elindeyken elini dışarı çıkarması imkânsızdır. Sıkıca yumruk yapılmış el, bu delikten dışarı çıkmaz. Avcı geldiğinde maymun çılgına döner, ama kaçamaz. Aslında bu maymunu tutsak eden hiçbir şey yoktur. Onu sadece, kendi bağımlılığının gücü tutsak etmiştir. Yapması gereken tek şey, elini açıp yiyeceği bırakmaktır. Ama açgözlülüğü o kadar güçlüdür ki, bu tuzaktan kurtulan maymun çok nâdir görülür.
Dünya, temiz doğup yeni elbisesiyle çamurda oynayan çocuk misâli kirlendiğimiz yer. Annesinin kızıp, hesap soracağını bile bile bir anlık oyun zevki ve hevesi için her şeyi göze alan çocuk misâli...
Evet, oynadığımız ve oyalandığımız. Öyle ya, oyundan vazgeçmeyen bir varlığız. Çocukken oynadığımız o kadar oyun azmış gibi, büyürüz de yine devam eder oyunlar... Ama büyüdüğümüzde biraz daha değişir oyunun rengi, çocukken oynadığımız gibi mâsum değildir bu oyunlar... Duygularımızla, umutlarımızla, hayallerimizle, geleceğimizle ve hattâ hayatımızla oynarız.
Dünya, tıpkı anlatılan hikayedeki gibi, şeytan denen acımasız avcının hazırladığı tuzaklarla kuşatılmış bir orman... İçi oyulmuş, bütün kötülükler, haramlar doldurulup, dıştan süslenmiş ve kurbanının bütün zayıf noktaları dikkate alınarak hazırlanmış bir tuzak... Hayat yolculuğunda yürüdüğümüz yollara konulmuş ve sinsice kurbanını beklemekte olan bir tuzak... Ve kurban, insan!..
Nefsî istekleri, açgözlülüğü yüzünden sahip olduklarının bile şükrünü edâ etmekten mahrum varlık... Gördükçe isteyen, elde ettikçe çoğaltan, çoğalttıkça doymayan varlık... Dünya ormanındaki tuzaklardan haberdar olmasına rağmen, hakikatlere göz yumup, helâke doğru iştahla koşan varlık... Nefsiyle savaşa girdiği hâlde dara düştüğünde tesellîyi yine düşmanda arayan varlık... Bir saat sonra bile yaşama garantisi olmadığı hâlde, biriktirme duygusudan vazgeçemeyen bir varlık...
Oysa ki, Rabbim birkaç lokmayla yetinebilecek donanımda yaratmıştı insanoğlunu... “...Eğer şükrederseniz, elbette size (nîmetimi) artıracağım...” (İbrahim, 7) buyurmuştu. Yalancı dünya pazarında dürüst tüccar olabilseydik, kârımız olurdu ticaretimizden... Biz farkında olmasak da ömür sermayemiz azalıyor; tıpkı ağaçta tuzağa düşmüş ve avcıyı beklemekte olan kurban gibi... Ve gün gelir, her yalanın bir sonu olduğu gibi, hakikate açılır gözler... Güneş doğar karanlık ormana, her taraf aydınlanır. Artık yalanların saklanabileceği bir gölge kalmamıştır. Çırpınmaktadır hakikatle karşılaşan yalanlar gibi insanoğlu, bir uçurum kenarında... Sarmıştır telâş, yolun sonuna geldiğinin farkındadır artık... Avlanan bütün kurbanlar gibi aldanmıştır, dışı süslenmiş yalanlara ve artık avcının elindedir bütün ipler... Her kurban gibi insanoğlu da ilk ve kolay olan kaçış yolunu seçer. Ama bütün hayatını uğruna fedâ ederek biriktirdiklerini bir göz kırpımında silip kaçmak kolay değildir. Kim kolay kolay yapabilir ki bunu? İşte asıl bu yüzden kurbanı olur zaaflarının... Aslında zor değildir kurtuluş. Bazen bütün gücünü kullanarak, çabalayıp kendini hırpalamak için bir sebep yoktur. Mâsivâyı avucunun içinden ve kalbinden attığın an, kurtulursun asıl avcı olan nefsinin elinden... İnsanı felâkete sürükleyen nefsânî istekleri ve daha fazla kazanç hırsıdır aslında...
İşte bu yüzden maksadımız, av veya avcı olmadan, onca tuzağa rağmen sağ-sâlim çıkmak olmalıdır dünya ormanından... Rabbim, nefsiyle mücadelede zafere erenlerden eylesin cümlemizi... Âmin!..
YORUMLAR