Dünya, Allah Teâlâ’nın kulları içinden en güzel amelleri yapanları tespit etmek ve bunu kendilerine de göstermek için yarattığı bir imtihan mekânıdır. İnsana bu dünyada belli oranda sahip olma, varlıklar üzerinde tasarruf etme yetkisi verilmiş ve içinde cennet hayatından kalma bir ebedîlik arzusu yerleştirilmiştir. Bütün bunlar, insanı zaman zaman nefsine yenik düşürebilmektedir. İnsan, hep sahip olduğundan daha fazlasını ister. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in de buyurduğu gibi:
“Âdemoğlunun bir vadi dolusu altını olsa bir vadi daha isterdi. Âdemoğlunun ağzını topraktan başka bir şey doldurmaz.” (Buhârî, Rikak, 10)
Günümüz modern hayat sisteminde de insanın bu tabiî meyil ve iştahı daha fazla kabartılmakta ve tüketim teşvik edilmektedir. İnsanlar kitleler hâlinde alışveriş merkezlerine, çarşı ve pazarlara gitmekte ve fütursuzca tüketmektedirler. Artık elbise ve eşyaları; “tamir ettirme” mefhumu çoktan unutuldu, onun yerine hemen yenisini almak, daha kolay ve hatta daha ucuz (!) hâle getirildi. Bazen de eldeki eşyaların bozulmasına da gerek kalmaksızın, “modasının geçmesi” değiştirilmesi için yeterli bir sebep hâline geldi.
Tabiî, bunun yanında pek çok faktör de tüketimi kışkırtmakta, bizleri satın almaya yöneltmekte… Bunların başında hiç şüphesiz kitle iletişim araçları, reklâmlar, taksitli ve kredi kartlı alışverişler ve âilece gezmek için uğradığımız mekânlara dönüşen alışveriş merkezleri gelmektedir.
Kitle İletişim Araçları ve Reklâm
Teknolojinin zirve yapması ve uydulu sistemlerle tv kanallarının çoğalmasıyla, insanlar ekranların başında daha uzun süre kalmaktalar. Tabiî ki, konuşma hakkı hep ekrandakilerde olunca, insanlar seyreden/yönetilen nesne konumunda “edilgenler”… Ürünler ise, hayata hâkim konumdaki yöneticiler/etkenler” olmaktadır. Artık günümüzde toplumların hayat biçimlerini, kıyafetlerini, kültürlerini, eğlence ve dinlenme biçimlerine kadar her şeyi, medya ve reklâmlar yönetmektedir. 0-6 yaş arası çocuklar bile ebeveynlerinden televizyonda gördüğü oyunları ve markasını ezberlediği yiyecekleri istemektedirler.
Ürünlerdeki çeşitlilik, seçimde alternatif oluşturduğu gibi ihtiyaç dışı malzemeler de reklâmlar sayesinde “aslî ihtiyaç”lar olarak hayatımıza yerleşmeyi başarmış durumda. Eskiden bir temizlik maddesiyle bütün evin temizliği yapılırken şimdi reklâmlar sayesinde torbalarla ve çeşit çeşit temizlik maddesi tüketmekteyiz.
Alışveriş Merkezleri
Kapitalizmin esaslarına göre, üretilen malların daha “fazla”, hatta “en fazla” tüketilmesi şarttır. Böylece tüketim devam edecek, o da üretimi gerektirecektir. Üretimin devam etmesi için ne pahasına olursa olsun tüketimin de devam etmesi gerekmektedir. Satın alınan ürün ister kullanılsın, isterse hiç kullanılmadan çöpe atılsın!..
Bu yüzden insanlarla tüketim merkezleri olan yerlerin birbirine yaklaştırılması gerekmektedir. Ya insanlar pazara gelmeli, ya da çarşı-pazarlar, ihtiyacı olan her ürünü insanların ayağına götürmelidir. Günümüzde çığ gibi büyüyen alışveriş merkezlerinin Türkiye’deki ilki, 19. yüzyıl ortalarında İstanbul’a gelerek yerleşen İngiliz kökenli Baker Ailesi tarafından kurulmuştur. Buradan önce İstanbul’un varlıklı her kesimine, ardından da Anadolu’nun bütün bölgelerine ağ gibi yayılmıştır.
Bünyesinde bütün hizmetlerin toplu hâlde ve muhafazalı bölümlerde bulunması, âilenin bütün fertlerine beslenme, eğlence, lavabo ve mescid gibi hizmetlerle hitap etmesi, zamanla insanlara avantaj gibi gelerek takdir ve ilgi toplamış, ama giderek bir tutku hâline dönüşmüştür. Artık âile fertleri, -özellikle çocuklar- gezme ve eğlenme mekânı olarak daima alışveriş merkezlerini tercih etmeye başlamışlardır. O kadar ki, yemek yemek için, dinlenmek ve eğlenmek için tercih edilen alışveriş merkezleri, bir müddet sonra topluma başlı başına hayat tarzı aşılamaya başlamıştır.
Bol renkli, bol ışıklı alışveriş merkezlerinde; kampanyalar, çekici ambalajlar insanları âdeta efsunlayıp tüketime yönlendirmektedir. Bir aldıkça bir kazandıran ürünler, ihtiyaç değilken ihtiyaç hâline dönüşmeye başladığı gibi, kredi kartı ve taksit imkânları da henüz kazanılmayan paraları ipotek altına almaktadır. Bütün bunların sonucunda ise, mutlulukla yapılan alışverişler ya kredi kartı mağduru olarak cezaevlerine ya da ağır borçlardan dolayı âile facialarına sebep olmaktadır. Kısacası, parayla satın alınmaya çalışılan saâdet, hüsranla bitmektedir.
Sonuç Olarak
“Her şeyden önce; günümüz insanları ev-barınma-yiyecek ve giyecek gibi aslî ihtiyaçlar dışında niçin gereğinden fazla ve işe yaramaz ürünleri tüketmeye yöneliyorlar?”
Bu soruyu incelediğimiz zaman görüyoruz ki; insanlar, aslında ihtiyaçları çok fazla olduğu için alışveriş yapmıyorlar!.. Daha farklı bir ifadeyle, aldıkları şeylerle zaten var olan ihtiyaçlarını gidermiyorlar. Onlar, alışveriş sayesinde ruhlarındaki bir boşluğu doldurmaya çalışıyorlar. Alışveriş yaptıkça kendilerini, güçlü ve mutlu hissediyorlar.
2000’li yılların insanını alışverişe iten en önemli faktör; reklâm, medya, alışveriş merkezleri ve çevrenin hâricî faktörleri yanında, bilhassa mânevî boşluktur. Bu kalbî doyumsuzluk/rûhî açlık, bizleri görünüşü hoş, renkli ve cezbedici şeylere, alışveriş merkezlerine yönlendirmekte ve âdeta; “Tüketiyorum; öyleyse ben de varım!” duygusu yaşatarak tatmin etmektedir.
Ne Yapmalıyız?
1- Başta nefsimiz, âilemiz, akraba ve komşularımız olmak üzere iç donanımımıza/ eğitimimize/rûhî gıdamıza önem vermeliyiz. İçten/özden beslenmeyen insanlar, dışarıdan ne kadar yerlerse yesinler doymayacak; ne kadar giyinirlerse giyinsinler ısınmayacaklardır. Saraylarda bile olsalar, gerçek mutluluğu kazanamayacaklardır.
Bütün açlıkların ve bütün eksikliklerin sebebi, “İslâmî ahlâk ve terbiye noksanlığıdır”.
2- İnsanoğlu sosyal bir varlıktır. Dolayısıyla âile, arkadaş, yakın çevre, meslek ve okul çevresinden etkilenerek değişime uğraması veya sahip olduklarıyla onları etkileyerek değişime uğratmaması mümkün değildir. Bizi dünya sevgisine ve dünyalık alışverişe yönelten çevreyle görüşmemizi en asgarî dereceye düşürerek bizleri menfî etkilemelerine engel olabiliriz. Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Hazret-i Ali’ye vasiyet ederken:
“-Ey Ali, ölülerle oturmaktan sakın ki; onlar ancak dünyalarını konuşurlar!..” buyurmuştur.
Hazret-i Ali:
“-Ölüler kimdir, ey Allâh’ın Rasûlü?” diye sorunca:
“-Zenginler ve dünya ehlidir ki, sen onları topladıkları şeylere tıpkı annenin evlâdına yöneldiği gibi yöneldiklerini görürsün. Onlar, yarın (kıyamette) kaybedenler olacaklardır!..” buyurmuştur. (Vasiyetü’n-Nebî, sh: 103)
Bunun yanı sıra maddî bakımdan bizden daha alt seviyedeki insanların yaşayışına bakmak da hâlimize şükredip gereksiz ihtiraslarımızı frenlemeye yardımcı olacaktır.
3- Evin aslî ihtiyaçları için alışverişe çıkacağımızda mümkünse yalnız olarak ve ihtiyaçları yazılı olarak belirledikten sonra markete gitmeli ve alışveriş yapmalıyız. Çünkü bütün âile gezerek marketlere gidildiği zaman, ihtiyaç olmayan birçok ürün ihtiyaç gibi düşünülmekte ve gereğinden fazla tüketilmektedir.
4- Tüketimin en büyük panzehiri, israfı önlemektir. Özellikle mutfakta sebze ve meyvelerde daha titiz davranarak her hafta veya her ay yapılan alışveriş süresini biraz daha kısaltabiliriz.
5- Aynı şekilde elektrik, su, telefon, harçlık, kalem-defter vs. kullanımında da hassas davrandığımız zaman gözle görülür şekilde tasarruf edip böylece âile ekonomisine katkıda bulunabiliriz.
Bir âile reisi olan Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de bu konuda hanımı Hazret-i Âişe -radıyallâhu anha-’ya hitâben şöyle buyurmuştur:
“-Ey Âişe!.. Eğer cennette bana kavuşmak istiyorsan, dünyadan bir yolcunun azığı kadar bir miktarla yetin. Zenginlerle beraber olmaktan sakın. Bir elbiseyi de yama yapıncaya kadar eskimiş sayma!..” (Tirmizî, 1780)
YORUMLAR