Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ümmet için en önemli hususiyetlerinden biri; Allah Teâlâ’nın verdiği yetki ile kavramların gerçek mânâlarını öğretmesidir. Örf ve gelenek, herhangi bir şeyin ne mânâya geldiğini, insanın cüz’î aklı ile açıklar. Lâkin o kavramın gerçek mânâsını biz Peygamber Efendimiz’den öğreniriz.
Meselâ “gerçek iflas”ın, malını mülkünü kaybetmek değil, kıyamette dünyada kötülük yaptığımız insanlara iyi amellerimizin sevabını verip, iyi amel kalmayınca onların kötü amellerini yüklenmek olduğunu Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den öğreniriz. “Yiğitliğin” rakibini yenen, onun sırtını yere getiren değil, öfkesine hâkim olan olduğunu öğrendiğimiz gibi…
Aynı bunlar gibi Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bizlere temizliğin ne olduğunu, ne olmadığını da öğretmiştir. Tıpkı tuvalet âdâbını öğrettiği gibi… “Sol ayağınla gireceksin, sağ ayağınla çıkacaksın, konuşmayacaksın, uzun kalmayacaksın, sol elinde taharetleneceksin, temiz bırakacaksın…”[1] gibi…
“Bu din, temizlik üzerine kurulmuştur. Cennet’e ancak temiz olanlar girecektir. Allah temiz olan kulunu sever. Kabı-kacağı yıkamak, avluyu temiz tutmak, zenginliğe sebeptir.”[2]
Âyet-i kerîmede; “Orada temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da tertemiz olanları sever.” (et-Tevbe, 108) buyrularak yüce Allâh’ın övgüsüne mazhar olan Kuba halkının, suyla taharetlenmeleri sayesinde bu şerefe eriştikleri söylenmiştir.[3]
Temizlik, dînin ana konularındandır. Fıkıh kitaplarının ilk konusu, tahâret, yani temizliktir.
Temizliğin; olur olmaz ve saatlerce duş almak, kimyevî maddelerle evi, kabı-kacağı ozonlamak, tek sefer giydiklerimizi hemen yıkamak, tek çamaşır için makine çalıştırmak, elektrik prizlerinin içine kadar toz almak, her giden misafirden sonra evi şartlayarak temizlemek olmadığını da öğreniriz. Bugün birçok evde alerjili çocukların olması, temizlikte kullanılan litrelerce, kilolarca kimyevî maddelerin tesiri iledir.
İsrafın temizlik olmadığını, her ne olursa olsun, suyu, vakti, ömrü, malı, mülkü, sabunu, sağlığı, nesli israf edenlerin “şeytanın kardeşleri” olduğunu da bizlere Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- öğretir.
Temizliği, sadece Allâh’a kulluk etmeden önce temizlenip rûhen hazırlanmak olarak anlamak olacak şey değildir. “Îmanın yarısı” denecek kadar önem verilen bir mevzu, bu kadar mahdut bir alana indirgenemez… Bayram temizliğini bitirip, üst kat komşusunun pencere önünü şakır şakır yıkadığı için bütün camları kirlenip ağlaya ağlaya tekrar temizlik yapan, çıkıp kavga eden hanımları bilirim. Temiz olmak adına bencilleşen, insanları zor durumda bırakan da aslında temiz değildir. Kalp kıran, çok temiz olacakmışım diye insanları zor durumda bırakan, temiz değildir.
“-Ne karışıyor bizim temizliğimize; bunu işinde ehil olan yetkililere bıraksın, kimyacılara, doktorlara bıraksın!” diyemeyiz.
“…Temizlik, îmanın yarısı…”[4] ise, bu konu, bizâtihî dînin konusudur.
Bu konuda konuşmak, öğretmek; Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in vazifesidir. Menfaatler ön plâna geçince zeytinyağını, tereyağını yedirtmeyip, içine ne kattıklarını bilemediğimiz kimyevî margarinleri, yemek yağlarını insanlara “gıda” diye pazarlayıp, hiçbir yetkilinin sesini çıkarmadığı dönemleri de gördük. Gıdanın organik olması, sağlıklı olması “tayyip” ve “temiz” olması gerektiğini de din söylemiş. Helâl para ile alınan her yiyeceğin temiz olmadığını, böylelikle helâl olmadığını da dinden, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den öğreniyoruz.
Asıl olan temizlik; ifrat ve tefritten uzak olan bir temizliktir. Avuç avuç kimyevî deterjanlarla yıkanan çamaşırlar, gerçek mânâda temiz olmaz. Balkon yıkamak için her gün kova kova su dökmek, temizlik değildir. Bulaşıkları makinaya dizmek için dakikalarca sıcak suyu açıp bulaşıkları sudan geçirmek, temizlik değildir.
“-Kime ne canım; kullanıyorsam parasını ödüyorum!” diyemeyiz.
Şahsî sarfiyatta tutumluluk esastır. İnsanlara verirken ise cömertlik esastır. Bu, dînin en kıymetli tâlimatlarındandır.
Öyle bir temizlik ki, hem kendimiz, hem çocuklarımız, âilemiz, hem evimiz, hem kıyafetlerimiz, hem kapımızın önü, hem toplu kullanılan alanlarımız, parkımız, piknik alanımız, ormanımız, alışveriş merkezlerimiz, sokağımız, fabrika atıkları, parfüm, egzoz vb. ile su, toprak ve hava kirlenmeyecek… Hiçbir canlı bu temizlikten zarar görmeyecek, hiçbir şekilde israfa gidilmeyecek…
“Temizlik” denince, bunu sadece beden, kıyafet gibi zâhirî temizlik olarak anlamayıp kalp, ruh ve nefis temizliği ile bir bütün olarak düşünülecek... Râgıp el-Isfahânî, temizlik ile ilgili bütün âyetleri maddî ve mânevî olarak, başka bir ifadeyle zâhirî ve bâtınî olarak anlamamız gerektiğini, “Elbiseni temizle!” (el-Müddessir, 4) âyet-i kerîmesinin tefsirinde açıklamıştır.[5]
Bedenimiz, evimiz, çamaşırlarımız, sokağımız, çevremiz tertemiz; vehim ve vesveseden uzak olan aklımız olumlu düşünceler ile tertemiz; küfür, gıybet, iftira ve dedikodular ile ağzımız kirlenmemiş tertemiz; olumsuz düşünce ve konuşmalar ile kalbimiz kirlenmemiş, kirlenenler tevbe ile temizlenmiş ise; çirkin nazar, haset ile insanlar kirletilmemiş, temizlik takıntısı ile hayat, çevremiz ve kendimize çekilmez hâle gelmemiş ise bu çok yönlü temizlik ile îmânının yarısını tamamlayan kul için artık padişahın saraya gelme vaktidir.
“Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecellî ede Hak
Padişah girmez saraya, hâne mâmûr olmadan.”
(Şemseddin Sivâsî)
Böylesi bir kalbe, îman nûru girer ve îman tamamlanmış olur.
Müslümanın haftada bir gün banyo yapması, Allâh’ın hakkıdır. Bunun hâricinde aşırı terlenmiş ve insanlara koku ile zarar verilecekse, zarûrete binâen duş alınır. Bir Cuma günü mescide bazı sahâbîler hurmalıklarında çalışıp toz toprak içinde girince, Peygamber Efendimiz de:
“-Keşke yıkansa idiniz.”[6] buyurmuşlardır.
En çok kirlenen yerler olan yüz, kol, baş ve ayakların dâimî yıkanması abdest ile sağlandığı için “Alışkanlık yapıp her gün duş alıyorum!” diye su ısınana kadar dakikalarca suyu boşa akıtmak, israf etmek, temizlik değildir. Kardeşi aç iken kendisi tok olan nasıl gerçek müslüman değilse, kardeşi Afrika’da susuz iken suyu şakır şakır kullanan da gerçek müslüman değildir. İmkân nisbetinde, onlar için su kuyuları açtırmak da temizliktir. Bencillik ile temizlikten bir arada söz edemeyiz.
Fabrika bacalarına filtre koymayarak havayı kirleten müslüman iş adamı, istediği kadar abdest alırken abdest duâlarını okusun kâr etmez… Çünkü mü’min, yeryüzünde halifedir, emaneti yüklenmiştir, en büyük emanet de bu dünya, insanlar ve diğer bütün canlılardır. Yok etmeyeceğiz, zarar vermeyeceğiz, koruyup yaşatacağız.
Bugün ülkemizde en büyük mânevî rahatsızlıklardan biri, obsesif bozukluk... En çok kendisini gösterdiği yer de temizlik takıntısı… Fetva nöbetinde gün içinde en çok soru aldığımız konu, temizlik takıntısıdır. Kullandıkları kimyevî deterjanlardan elleri yara içinde nice hanım biliyorum. Bu durum âile saâdetinin ve çocukların ruh sağlığının bozulmasına kadar gidiyor.
“-Dışarıdan eve gelen herkesi pis zannediyorum, onların oturduğu koltukları, halıları, onlar gittikten sonra dakikalarca temizlik malzemeleri ile siliyorum.”
“-Çocuğumun altını her temizlediğimde pis olduğumu düşünüp hem onu hem kendimi yıkıyorum.”
“-Eşimin ve çocuklarımın kıyafetlerini kapıdan içeri girer girmez çıkartıyor, kendileri banyoda yıkanmadan hiçbir yere oturtmuyorum.”
“-Temiz olmadığımı düşünüp dakikalarca banyo yapıyorum. Abdestim olmadı deyip, dakikalarca gusül abdesti alıyorum, abdest alıyorum…”
“-Mutfakta misafir gittikten sonra çay kaşıklarını ozonla kaynatıyorum.”
“-Devamlı gaz çıkardığımı zannediyorum. Kıpırtı hiç bitmiyor, habire abdest alıyorum…”
Bu tür rahatsızlıkların dînî hassasiyeti olan kimselerde daha fazla olması, şeytanın müslümanlara sağdan yaklaşması olsa gerek…
Doktorlar, takıntı vb. sıkıntıların, kişinin yaşadığı travmaların dışa vurum biçimi olduğunu söyleseler de travmaları yaşarken namaz ve duâ ile Allah Teâlâ’dan yardım istemenin maddî ve mânevî bütün rahatsızlıklarda en önemli tedavi vesîlesi olduğunu Kur’ân-ı Kerîm’den öğreniyoruz. Allah varsa, âhiret varsa, herkes yaptığının hesabını verecekse; “kulunu, O’nu yaratana bırakmak”[7] bizlere emrediliyor ise, kulların incitici her sözünü Allâh’a arz etmek; O ne emrediyorsa onu yapmak, maddî ve mânevî sağlığımızı korumak için en önemli vazifemizdir, en büyük huzur kaynağımızdır.
Travmalardan sonra şeytanın verdiği vesveseler ile kişinin kendisini çok kötü hissedip, işin içinden çıkılmaz hâle getiren düşüncelerden “hemen Allâh’a sığınmak”[8] farzdır, lâzımdır. İki ton yük taşıyan bir sisteme on ton yük yüklersek nasıl iflas eder ve bütün ayarları bozulursa, Şeytanın vesvesesi ile düşünce sistemimiz de bozulup hata vermeye başlar. Bütün meseleleri kendi kendimize halledebileceğimizi zannederiz. Hâlbuki bütün gayretlerimizi gösterdikten sonra, acziyetimizi itiraf ederek Allâh’a sığınmak, en büyük mânevî yardımı beraberinde getirecektir. Bu hususları daha detaylı anlayabilmek için A’râf Sûresi’nin 196-206 arasındaki âyetlerini tefekkür ederek okumamız ve bunlarla gereği gibi amel etmemiz gerekir ki, burada bizi her an koruyacak hayatî tedbirlerden bahsedilir.
İbadete hazırlık olan bütün temizliğe, niyet ile başlamak, duâlar okuyarak abdest almak; temizlik hayatımızda şeytanın vesvesesinden korunmak için çok önemli bir tedbirdir.
Bu sebeple Peygamber Efendimiz’in abdest tamamlandıktan sonra öğrettiği duâ çok ibretlidir:
“«Şehâdet ederim ki tek olan, hiçbir ortağı olmayan, Allah’tır; O’ndan başka ilâh yoktur. Ve şehâdet ederim ki, Muhammed O’nun kulu ve Rasûlü’dür. Allâh’ım! beni tevbe edenlerden ve temizlenenlerden eyle!» duâsı, abdestin akabinde yapılırsa Cennet’e girmeye vesile olacaktır.”[9]
Bu duâ ile hem bize ilâhlık taslayan nefse, hem zorba, vesveseci şeytana büyük darbe vurulmaktadır. Temizlik esnasında yapılan israflardan hatalardan tevbe edip:
“-Rabbim ben temizliği kendimce algılıyorum ve bu küçük aklım beni çok hatalara düşürüyor. Lûtfet, ikram et de beni Senin sevdiğin, beğendiğin temiz kulların arasına dâhil et!” demiş olup, muhtemel sıkıntılardan, takıntılardan bu duâ ile korunmuş oluyoruz.
Kâinatta Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den daha temiz bir kimseyi tanımıyorum, bilmiyorum. Çünkü Efendimiz’i Cenâb-ı Hak terbiye etmiştir. Gerçek temizliği O’na öğretmiş, inananlara öğretmesini de emretmiştir. Hadîs-i şerîflere baktığımız zaman ne büyük kolaylıklarla karşılaşır, bizim temizlik zannettiğimiz nice şeyin abartı, aşırılık, ifrat olduğunu da görürüz.
Bizâtihî necis, yani pis olan kan, irin, kusmuk ve idrardır. Bunlar hususunda dikkatli olmak, ama “Peygamberimiz’in ölçüleri ile” dikkatli olmak esas vazifemizdir. Bunların hâricindeki hususlarda ise, rehberimiz yine Kur’ân ve Sünnet’tir. Kâinat bizâtihî temizdir, toprak temizdir, o sebepten yeryüzü bize mescit kılınmıştır. Kirleten insandır.
Kedinin içtiği suyun artanını içip o su ile abdest alan Ebû Katâde’ye garip garip bakan kadına:
“-Biz Allah Rasûlü’nden öğrendik; kedi necis değildir, evinizde dolaşan (evcil) hayvanlardandır.” buyurmuştur.[10]
Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, koyun derisini yüzmeyi beceremeyen köleye işi öğretmek için koyunun derisi ile eti arasına elini sokup koltuğuna kadar elini götürmüş, cemaate abdest tazelemeden namaz kıldırmıştır. Kan bulaşmamış, idrar bulaşmamış olduğu için eli temizdir, Efendimiz’in... Bunu duyunca iğrenir gibi bakan hanımlar görürüm. Abdest aldıktan sonra ellerine sürdükleri, nasıl ve hangi maddelerden yapıldığını bilmediğimiz kimyevî kremlerle bizler daha mı temiziz?
Aralarında Amr bin Âs’ın da bulunduğu bir kafile ile yola çıkan Hazret-i Ömer, yolda bir havuzun başına varır.
“-Havuzunun başına yabanî hayvan gelir mi?” diye sahibine soran Amr bin Âs’a, Hazret-i Ömer engel olup:
“-Ey havuz sahibi, bunu söyleme, çünkü biz yabânî hayvanların peşinden su alacağız, onlar da bizim peşimizden su içecekler.” demiştir.[11]
Dînî konularda hükümler, en asgarî şartlar gözetilerek verilir. Bunu beğenmeyip pis olarak gören insanların Afrika’da susuzluktan insanların içtikleri, temizlendikleri suya bakmalarını ricâ ederim.
“-Eteğimi tesettürlü olmak için uzatıyorum. Pis yerlerden de yürüdüğüm oluyor.” diyen sahâbî hanıma Efendimiz:
“-Sonradan bastığın yer, o pis yerlere değen yeri temizler.” buyurmuştur.
Mescide giderken pis kokulu bir yerden geçmek zorunda olup kıyafetinin kirlendiğinden şikâyet eden bir hanıma ise, Peygamber Efendimiz:
“-O pis yolun devamında temiz yol var mı?” diye sormuş, “Evet.” cevâbını alınca da:
“-Bu yolda pislenen, diğer yolda temizlenir!” buyurmuşlardır.[12] Başka bir ifadeyle, toprak, pis olanı temizler.
Elbisesine hayız kanı bulaşınca ne yapacağını soran hanıma, Peygamber Efendimiz:
“-Tırnağınla önce kazı. Sonra su ile o bölgeyi yıka. Kan görünmeyen yerlere de su serpiver!” buyurmuştur.
Âdet döneminde kullandığı kıyafeti ne yapacağını soran hanıma ise:
“-Kan varsa o bölgeyi yıka, yoksa üzerine su serp kâfîdir.” buyurmuşlardır.[13]
“İçime sinmiyor!” deyip sadece bir gün kullandığı çamaşırı yıkayan müslüman hanımın peygamberi kimdir diye sormak gerekir.
Def-‘i hâcetten sonra yanına su ile gelen Hazret-i Ömer’e, Peygamber Efendimiz:
“Her küçük abdesti bozduğumda abdest almakla emrolunmadım. Eğer bunu yaparsam sünnet olur.” buyurmuşlardır.[14]
Devamlı abdestli gezmek çok güzeldir. Çok su içmenin tavsiye edildiği şu günlerde her sudan sonra tuvalete giden hanımlar için devamlı abdestli durmak ciddi zorluk olup, büyük abdest değil, her küçük abdest bozduktan sonra Peygamber Efendimiz’in abdest almadığını bilmek, böyle durumlarda bunu uygulamak da sünnettir.
Kafasında yaralanan bir sahâbî, ihtilâm olunca etrafındakiler gusletmesini söylemiş, o da soğuk havada tepeden tırnağa yıkanmış. Yara iltihap aldığı için sahabînin öldüğünü duyup üzülen Peygamber Efendimiz:
“-Neden teyemmüm ettirmediniz. Cehâletin şifası sormak değil midir?” buyurmuşlardır.[15]
Gusletmesi gereken, fakat hava çok soğuk olup guslettikten sonra sabah namazına giderse hastalanacağını düşünüp teyemmüm alan Amr bin Âs’ın bu davranışını, Peygamber Efendimiz tebessüm ederek onaylamıştır.[16]
“-Temiz toprak, on sene boyunca su bulamasa bile, müslümanın abdest suyu (mesabesinde) olur.”[17] buyurmuştur Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-…
Peygamber Efendimiz, hanımlarından biri ile âilevî münasebette bulunup bazen ağırlık bastığında gusledene dek, ellerini duvara vurup teyemmüm ederdi.[18] Bunlar bize, Hazret-i Âişe tarafından aktarılan, hem kolaylık, hem de kıymetli sünnetlerdir.
Saçlarının çok ve gür olduğunu söyleyip gusülden sonra başının devamlı ağrıdığından şikâyet eden Ümmü Seleme Vâlidemize, Peygamber Efendimiz:
“-Başına avucunla üç kere su dökmen yeter.” buyurmuşlardır.
Fakat bu durum, erkekler için geçerli olmayıp onların saçları uzunsa, iyice saçlarının dibine suyu ulaştırmalarını emretmiştir.[19]
Her ne kadar cünüp olsa da müslümanın aslâ necis olmadığını[20] söylemiştir Efendimiz… Gusülden sonra uzvundan bir şey çıkana:
“-Sadece normal abdest al, kâfi!” buyurmuşlardır.[21]
Allah Rasûlü ile yolculuk yapan bir hanım sahabî, deve üstünde iken âdet olmuş, heybesine kan bulaşmış, bunu gören Efendimiz:
“-Neyin var, galiba hayız olmuşsun. Kendini düzelt, bir kap su al, içine tuz dök, heybeye bulaşan kanı yıka, hemen bineğine dön!” buyurmuşlardır.
O hanımın o günden sonra suya tuz katmadan temizlendiği görülmemiş, cenâze yıkama suyuna da tuz katılmasını istemiştir.[22] Peygamber Efendimizin sözüne itaat etmek, bunu dâim uygulamak ne büyük rahmettir, ne büyük berekettir.
Peygamber Efendimiz’in cünüplükten temizlenmek için yaklaşık dört litre su ile guslettiğini biliyoruz.[23] Aynı kabın içine birlikte ellerini sokarak eşleri ile guslederdi ve suyun cünüp olmadığını, elimiz içine sokulduğu zaman bozulmadığını söylerdi.[24]
Bütün bunları anlattığım bir derste hanımın birisi:
“-Peygamber’in de (hâşâ) takvâsı pek azmış!” deyiverince anlamıştım, temizlik anlayışımızın sünnetin çok dışında ve küllî akıldan çok uzakta olduğunu…
Bir diğeri de Peygamber Efendimiz’in bu sözlerine rağmen:
“-Benim içime sinmez hocam, şartlaya şartlaya yıkamadan edemem!” demişti.
Bir başka hanım da:
“-Temizlik bizim işimiz hocam. O kadar karışmaya gerek var mı?” deyivermişti cüz’î aklı ile…
Kâinatta gelmiş geçmiş en temiz insan Peygamberimiz olduğu hâlde O’nun sözlerinin arkasına mim koymak, hastalıklı teslîmiyetimizin bir başka belirtisi…
Temizlik takıntısı olanların, temizlikte ifrata kaçanların Allah Rasûlü’nün sünnetini çok iyi bilmeleri gerekir. Îman bir kişinin elini, zararlı olandan çektiremezse, başka ne çektirir?
“Cennetin anahtarı namaz, namazın anahtarı abdesttir.”[25]
Tuvaletten çıktıktan sonra abdest aldığımızda kişinin üzerine su serpmesi, bizim hikmetini bilemediğimiz, yaptığımız zaman bereketini göreceğimiz kıymetli bir sünnettir.[26]
Her abdestten önce misvak kullanmak, evimize girer girmez ilk olarak dişlerimizi misvaklamak, diş fırçalamak da hikmetini bilemediğimiz bir sünnettir. Bu sünneti diriltsek ne güzel olur.[27]
“Abdeste başlarken Allâh’ın zikredilmesi ile her yer yıkanmasa da bütün vücudunun temizlendiğini; Allâh’ın adı anılmazsa sadece yıkanan yerlerin temizlendiğini”[28] bildiren Efendimiz, temizliğe dair bizlere çok ince bir sır vermiştir. Abdestte müsbet bir sihir vardır, iyileştirici, rûhu ve bedeni temizleyici iksir vardır. Bunu bilip, farkında olmak çok kıymetlidir. Namaz disiplini olmayan, namazda gayretsiz olana abdest hususunda gayretli olması söylenmelidir ki, abdest namazın anahtarı olup, ona namaz kapısını abdestle, Rabbimiz açacaktır.
Ukbe bin Âmir’den rivayet edilen bir hadîs-i şerîfte Peygamber Efendimiz:
“Ümmetimden bir adam vardır. Gece kalkıp kendi nefsini abdestle tedavi eder. Düğümlü olan bu adamın elini yıkadığı zaman bir düğümü çözülür. Yüzünü yıkadığı zaman bir düğümü daha çözülür. Başını mesh ettiği zaman bir düğümü daha çözülür. Ayaklarını yıkadığı zaman bir düğümü daha çözülür. Sonra Allah Teâlâ şöyle buyurur: «Kuluma bakın, kendini ne güzel tedavi ediyor! Bu kulum Benden ne isterse veririm.»”[29] buyurmuşlardır. Bundan büyük müjde olabilir mi?
Gusül abdesti değil, namaz abdestinin kulun nûrunu artırdığını biliriz.
“Mü’minin ziyneti (nûru), abdest suyunun ulaştığı yere kadar varır.”[30]
Peygamber Efendimiz, “Kıyamet günü, Havz-ı Kevser’in başında ümmetini karşılayacağını, abdest âzâlarının parlaklığından ümmetini tanıyacağını” bildirmiştir.[31]
Rabbim, bu nûr ile Kevser havuzunun başında Peygamber Efendimiz ile buluşmayı cümlemize nasîb etsin. Âmin!.
[1] Bkz. Ebû Dâvûd, Tahâret, 7; Tirmizî, Tahâret, 17.
[2] Bkz. Deylemî, hadis no: 4285.
[3] Bkz. Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 9.
[4] Rudânî, Temizlik, 344; Tirmizî, Deavât, 86.
[5] İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân Tefsiri, Müddessir Sûresi.
[6] Buhârî, Cum’a, 15.
[7] Bkz. el-Müddessir, 11.
[8] el-A’râf, 200.
[9] Tirmizî, Tahâret, 41.
[10] Rudânî, 414.
[11] Rudânî, 353.
[12] Rudânî, 387, 388.
[13] Rudânî, 400, 401.
[14] Rudânî, 496.
[15] Ebû Dâvûd, Tahâret, 125/337; İbn-i Mâce, Tahâret, 93.
[16] Buhârî, Teyemmüm, 7; Ebû Dâvûd, Tahâret, 124.
[17] Nesâî, Tahâret, 203; Tirmizî, Tahâret, 92.
[18] Rudânî, 353.
[19] Rudânî, Temizlik, 779, 792.
[20] Rudânî, Temizlik, 823.
[21] Rudânî, Temizlik, 823.
[22] Ebû Dâvûd, Taharet, 122/313.
[23] Rudânî, Temizlik, 805.
[24] Rudânî, Temizlik, 356, 357.
[25] Tirmizî, Tahâret, 1; Ahmed bin Hanbel, Müsned, III, 341.
[26] Rudânî, Temizlik, 493.
[27] Rudânî, Temizlik, 584, 585.
[28] Rudânî, Temizlik, 624.
[29] Rudânî, Temizlik, 524.
[30] Müslim, Tahâret, 40.
[31] Müslim, Tahâret, 39.
YORUMLAR