2018 yılının Mayıs ayı, insanlık adına, Müslümanlar adına acı bir hâdiseyle kirlendi. Daha altı ay önce, 6 Aralık 2017’de ABD başkanı Trump, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdığını ve ABD Büyükelçiliği’nin Telaviv’den Kudüs’e taşınması tâlimâtını verdiğini söylemişti. Bu taşınma, mevcut konjektür de düşünülerek iki yıl içinde tamamlanacaktı. Ancak onlar açısından her şey tahmin ve hesaplarından ötede iyi geçmiş demek ki, iki yıla yaydıkları bu taşınma işini altı ayda tamamlayıverdiler.
14 Mayıs 2018 Pazartesi tarihinde, Trump, elçiliğin Kudüs’e alınmasıyla ilgili bir törene katılmak üzere kızını ve damadını Kudüs’e gönderdi. Onlar da büyük bir kutlama eşliğinde gülücükler atarak bu merasimi icrâ ettiler.
Tam da bu sıralarda Filistin’in başka bir bölgesinde, İsrail askerleri gerçek mermiler kullanarak protesto gösterileri düzenleyen Filistinlileri “avlıyorlardı”. Çünkü Filistinliler, 15 Mayıs 1948’de İsrail’in kurulması ve 1 milyona yakın Filistinliyi o bölgeden sürgün etmelerini “Nekbe” (Büyük Felâket) olarak isimlendirmişler ve tam da bu felaketin 70. yıldönümünde vatanlarına “dönüş” hareketi başlatmışlardı. Ancak bu dönüş ve protesto gösterileri oldukça kanlı hâle dönüştü. Ellerinde attıkları taş dışında hiçbir silah taşımayan, kadın, çoluk-çocuk ve özürlüler üzerine tam donanımla İsrail askerleri hedef gözetmeksizin ateş açtı. Keskin nişancılar, dronelar vb. birçok askerî ekipmanla 8 aylık bir bebek olan Leyla dâhil olmak üzere 61 Filistinli sivil kendi topraklarında öldürüldü, 2.500’e yakını da yaralandı.
Amerika, bunu “İsrail’in sınırını savunma hakkı” olarak gördü, Avrupa sessiz kaldı, Ortadoğu “kınayıp kınamamak” hususunda derin tereddütler yaşadı. O kınamanın dahî hiçbir faydası olmayacak olsa da, herkes kendince mâlum tarafını seçti.
Dünya genelinde ve özellikle Ortadoğu’da milyonlarca müslümanın katili Amerika da, işgalci ve terörist devlet İsrail de yaptıkları ile hiç şaşırtmadılar. Düşman, kendisine düşeni yaptı, her zaman olduğu gibi fütursuzca gerçek yüzünü gösterdi.
Peki müslümanlar? Yeri geldiğinde bir buçuk milyar dediğimiz, sayısıyla iftihar ettiğimiz o müslümanlar nerede? Kimi darbeye muhatap olmuş, idaresi tepetaklak hâle gelmiş; ezilmiş, öldürülmüş, hapse atılmış, bastırılmış. Kimi fakirleştirilmiş, kimi uyutulmuş. Kimi “aynı dine, aynı Allâh’a, aynı Peygambere, aynı Kitaba” inandıkları, “aynı kıbleye” dönüp namaz kıldıkları hâlde birbirlerine düşman kesilmiş. Birbirlerinin gırtlağını sıkmak, birbirlerini yok etmeye çalışmak “en büyük kutsalları” hâline gelmiş!..
Artık onların gözünde, Mekke’nin, Medine’nin, Kudüs’ün bir değeri yok! Müslüman canının, kanının, malının, nâmusunun bir değeri yok!.. Düşen müslümansa, bir tekme de kendileri vurmak için âdeta sıraya geçiyorlar. Dün Myanmar, dün Endülüs, dün Bosna, bugün Kudüs, yarın daha bakalım, başka nereler?!
“Allâh’ın huzuruna çıkıp hesap verme” korkusunu kaybetmiş, dünyevî iktidarına dört elle sarılmış, gayr-i müslimlerin yanında şeref ve izzet arayanlara ne demeli? Kendi vatanında, kendi milletine silah doğrultan, kendi canından, kendi kanından, kendi dininden insanları gözü kara bir şekilde, gönül rahatlığıyla öldüren kimselere ne demeli?
Gelin, düşmanı çok dışarılarda aramayalım? Biz hâini kendi bünyemizde yetiştirdik, yetiştiriyoruz. Düşman düşmanlığını yapıyor ve yapacak? Dostlar düşman olmuş, başka düşmana gerek var mı?
Ey yüce Rabbimiz, ey hizibleri parçalayan, ey Mâsum ve Yetim Nebîsini her türlü düşmanına karşı muzaffer kılan! Ey gerçek izzet ve celâl sahibi olan Allâh’ım!.. Müslümanları, Müslüman kıl! Onlara tekrar îman, sebat, birlik, şeref, izzet ve haysiyet nasip et. Dinin için yaşamayı, dinini yüceltmek uğrunda her şeyini gönül huzuru ile fedâ etmeyi cümlemize nasip et. Bize, katından bir sahip çıkar. Âmin.
YORUMLAR