Düşünmek ve hatırlamak mânâsındaki “fikir” kökünden türeyen tefekkür, Allah Teâlâ’nın büyüklüğünü, kudretini, azametini düşünmek demektir. Allâh’ın büyüklüğünü düşünen kişi, aslında kendisinin ne kadar âciz ve zayıf olduğunu bilir ve nihayetinde Rabbine hakkıyla “kul” olabilmenin en büyük şeref olduğunun şuuruna varır.
Kur’ân-ı Kerîm’de “tefekkür” kavramı, fiil şeklinde 18 âyette geçmiş, Cenâb-ı Hakk’ın azametinin/büyüklüğünün düşünülmesi teşvik edilmiş ve böyle davrananlar övülmüştür. Tefekkür hakkında Ebu’d-Derdâ -radıyallâhu anh- da şöyle buyurmuştur:
“Bir saat tefekkür; kırk gecelik nâfile ibadetten üstündür.”
Selîm bir kalp ve akılla tefekkür eden bir müʼmin için, kâinatta sergilenen ilâhî kudret tecellîlerinin her biri ayrı ayrı, ibret nazarıyla düşünülmesi gereken kevnî âyetlerdir. Kişi; insanları, hayvanatı, nebâtâtı, bunlara dâir rızıkları, suyu, havayı, toprağı; hâsılı kâinatı tefekkür etmelidir. Nitekim bu kurulu düzen, bu intizam, sadece ve sadece Rabbimiz’in büyüklüğüne işarettir. Her sabah doğan her akşam batan Güneş, ekolojik denge, yeryüzü, gökyüzü, atmosfer gibi sayısız tefekkür vesîlesi mevcuttur.
Kendi yaratılışımızdan tefekküre başlasak, teşbihte hata olmayacağını ifadeyle, “Nefsini bilen Rabbini bilir!” düstûrunca “madden kendini bilen de Rabbini bulur!” diyebiliriz.
Cenâb-ı Hak, her insanı ayrı güzellikte, ayrı biçimlerde yaratmıştır. Rabbimiz her insanın sîmâsını ayrı, parmak izini, sesini, kokusunu ayrı yaratmış ve Mü’minûn Sûresi’nin 12-14. âyetlerinde bu yaratılışın safhalarını şöyle anlatmıştır:
“Andolsun Biz insanı, çamurdan (süzülüp çıkarılmış) bir özden yarattık. Sonra onu sağlam bir karargâhta nutfe hâline getirdik. Sonra nutfeyi aleka (aşılanmış yumurta) yaptık. Peşinden, alekayı, bir parçacık et hâline soktuk; bu bir parçacık eti kemiklere (iskelete) çevirdik; bu kemikleri etle kapladık. Sonra onu başka bir yaratışla insan hâline getirdik. Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah, pek yücedir.”
Âmennâ ve saddaknâ… İnandık ve tasdik ettik… Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah pek yücedir…
Bir nutfeden etli, kemikli bir insan hâline gelmemizi sağlayan Rabbimiz’e hamd ederek kalbimizi tefekkür edelim evvelâ… Vücudumuz oluşurken anne karnında harekete geçen ilk organımızdır kalp. Bebeğin kalbi, anne karnında, altıncı haftadan itibaren atmaya başlar. Diğer organlar, kalp ve damar sistemi etrafında şekillenmeye devam eder. Kalbimiz ortalama olarak dakikada 70, günde 100.800 ve yılda 37 milyon kez kasılarak, içindeki kanı vücudumuza pompalıyor. Üstelik 280-300 gram ağırlığı ve bir yumruk büyüklüğüyle hayatımızı devam ettiriyor.
Sübhânallâh!
Tefekküre devam edelim: Kalbin dış yüzünü perikard denilen çepeçevre bir zar kaplıyor. Bu zar ile kalp arasında, kalbin çalışırken rahat hareket edebilmesi için çok az miktarda kayganlaştırıcı sıvı bulunuyor. Bir pompa sistemi gibi, kanı damar sistemi ile vücuttan topluyor, oksijenlenmesi için akciğere yolluyor ve oksijenden zenginleşmiş kanı tekrar vücuda pompalıyor.
Kalbimiz vücudumuza 1 dakikada, yaklaşık 5.5 litre kan pompalıyor. Bu da 1 günde yaklaşık 8 ton, 1 yılda ortalama 3.000 ton, 80 yılda ise 240.000 ton demek... İnsan ömrünün ortalama 80 yıl olduğu kabul edildiğinde pompalanan kan, yaklaşık 10 ton kapasiteli 24.000 tankeri dolduracak kadar çok…
“Biz insanı en güzel biçimde yarattık.” (et-Tîn, 4) buyuran Rabbimiz’i tefekküre kalbimizden başlayalım dedik, ama her bir organın çalışmasını bu şekilde ele alırsak ciltlerce tefekkür vesilesi ortaya çıkacaktır. Yukarıdaki rakamları okurken bile yorulan biz, hiç yorulmadan, durmadan, işini aksatmadan çalışan, tâbir-i câizse bu fabrikayı çalıştıran güç ve kudret karşısında nasıl âciz ve fakir olduğumuzu düşünelim.
Bizleri yoktan var eden, bizlere can verip cesedimize ruh elbisesini giydiren, bize nefes verip, bize kimlik ihsân eden Hâlık-ı Zülcelâl’e; fabrika gibi çalıştırmış olduğu ve hiçbir bedel ödemediğimiz hâlde bizlere ihsan buyurduğu her bir uzvumuz için ömrümüzün sonuna kadar alnımızı secdeden hiç kaldırmasak şükür nâmına, teşekkür adına ne kadar yol katedebiliriz? Biz ki O’na hakkıyla şükretmekten, O’nu hakkıyla tesbih etmekten âciziz… O sebepledir ki, gazabından rahmetine sığınıyor, O’ndan yine O’na kaçıyoruz. Vermiş olduğu her nîmet için hamd ü senâ ediyoruz…
* * *
Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:
“Doğrusu Biz insanı babadan ve anneden gelip birleşen karışık bir nutfeden yarattık…” (el-İnsan, 2) Âyet-i kerîme, “…Onu imtihan edelim diye…” olarak devam ediyor.
Bir başka âyette ise Rabbimiz;
“İnsan hiç dikkat edip düşünmez mi ki, Biz onu bir damla sudan nasıl yaratıyoruz?” (Yâsîn, 77) buyuruyor. Bir sonraki âyet de “Kendi yaratılışını unutarak…” diye devam etmekte…
Yukarıdaki âyet-i celîleler farklı sebeplerle indirilmiş olsa da değinmiş olduğumuz kısımları bir bütün olarak okursak; Rabbimiz, insanı imtihan etmek için bir damla sudan yarattığını, onun ne kadar âciz ve muhtaç olduğunu belirtirken, insanın kendi yaratılışını unutarak benliğini, nefsini ön plâna çıkartıp gereği gibi kul olamadığını, üstelik Rabbine karşı gelecek kadar kibir ve gurur içine düştüğünü bildirmiştir.
Günümüzde bilhassa şahit olduğumuz ve bir an evvel geçmesini dilediğimiz salgın hastalık olan koronavirüste bir kez daha anladık ki, gözle görülemeyecek, elle tutulamayacak bir virüs, kaç yüz bin insanın ölmesine sebep olmaktadır.
Dünya teyakkuzda, fakat elden bir şey gelmiyor. “Ben sağlıklıyım!” diyen insanın gözle görülemeyen bir virüs yüzünden nasıl elden ayaktan düştüğünü, nefes darlığı, yüksek ateş gibi insanı zor duruma sokan nice belirtileri yaşadığını hepimiz gördük, şahit olmaya da devam ediyoruz.
Vücudumuzda kurmuş olduğu düzeni, yaratmış olduğu ve gözle görünmeyecek kadar küçük bir virüs veya mikropla büyük imtihanlara tâbî tutan Rabbimiz, kişiye sağlık nîmetinin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha hatırlatıyor ve âdeta buyuruyor ki:
“Ey insan! Nedir o kerîm olan Rabbine karşı seni aldatan?
O Rabbin ki, seni yarattı, bütün âzâlarınla birlikte vücut sistemini düzenledi, sana ölçülü ve dengeli bir biçim verdi. Seni her bakımdan dilediği en güzel ve en mükemmel sûrette terkip etti.” (el-İnfitar, 6-8)
YORUMLAR