4) Özümüze dönüp kendi kendimizle kaldığımız, tefekküre ve duâya yoğunlaştığımız zamanların azlığını daha yakından fark ettik.
5) Her an ölebilecekmiş gibi yaşamadığımızı, tefekkür-i mevt yapsak bile ölümü bu kadar yakın hissetmediğimizi düşündük.
6) Sağlığın her an elimizden çıkabilecek bir nîmet olduğunu bildiğimiz hâlde, üzerinde gereği kadar düşünüp tedbir almadığımızı fark ettik.
7) Tahâret, gargara, mazmaza, abdest âzâlarını yıkama gibi temel temizlik kâidelerinin dünya ülkeleri tarafından yeni keşfedilişini izlerken; ne güzel bir dînin mensubu olduğumuza daha yakînî bir şuurla şükrettik.
8) Büyük çoğunluğu müslüman olan ülkemizde, kendini dînî hassasiyete sahip olarak tanıtanların önemli bir kısmının, eksik ya da yanlış din bilgisine sahip olduğunu üzülerek bir kere daha anladık. Özellikle tedbir ve tevekkül kavramlarının farklı yorumlanışlarını hayretle müşâhede ettik.
Öyle ki, Cuma ve cemaatle namazın yasaklanması, gerekli tedbirlerin alınmasına yetmedi; sadece işi îcâbı dışarıda bulunma zorunluluğu olan kişilerin ferdî olarak namaz kılmalarını sağlamak maksadıyla açık olan câmi ve mescitlerin kapatılması gerekti. Müslümanların otokontrolü, kişisel ve toplumsal sorumluluk şuuru, kul hakkı hassasiyeti yeterli olsaydı, buna ihtiyaç duyulmayabilirdi belki...
Kul hakkı meselesinin, güncel meseleler masaya yatırılarak, bütün detaylarıyla işlenmesi gerektiğine olan kanaatimiz arttı. Kişinin ihmali neticesinde kendisinin ya da bir başkasının can kaybına ya da hastalanmasına sebebiyet vermesinin vebâlinin düşünülemediğini esefle gözlemledik.
İslâm’ı yaşamayı; sadece namaz, oruç, zekât, hac gibi şartlarla sınırlayanların kul hakkı hassasiyetine gereken önemi göstermediğine, durumdan vazife çıkarma pratikliğini kuşanamadığına üzülerek şahit olduk. “Ne edersin kendine, edersin kendi kendine…” atasözünün bu tip imtihanlar için geçerli olmadığını düşündük. Yaptığımız yanlış ve ihmallerin, topluma mâl olacağı bir süreci yaşadık. Uzmanların îkazlarını hiçe sayan câhilâne tutumların nelere yol açabileceğinin çok da düşünülmediğine şahit olduk.
9) Bu maddeye başlarken, önce Asr-ı Saâdet’te yaşanan bir hâdiseyi yâd edelim: Hani Yermük Harbi’nde üç yaralının arasında dönüp dolaşan su kırbası hikâyesi… Her biri, kardeşini kendisine tercih (îsâr) etmiş ve son nefesini verdikleri o en kritik anda bir yudum su içemeden hepsi şehit olmuşlardı.
Bu destansı hâdisenin ardından şu âyet-i kerîmeyi hatırlayalım:
“Muhâcirlerin ve Ensar’ın ilkleri ile onlara güzelce uyanlardan Allah hoşnut olmuştur, onlar da O’ndan râzıdırlar. Onlara, sonsuza dek hep içinde kalmak üzere altından ırmaklar akan Cennetler hazırlamıştır. Büyük bahtiyarlık işte budur.” (et-Tevbe, 100)
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in terbiyesinde yetişen Muhâcir ve Ensar efendilerimizin izinde giden müslümanlardan olmak için daha çok gayret göstermemiz gerektiğini, kriz günlerinde daha yakından fark ettik. Marketleri yağmalayarak bencilce davranan, haksız zamlarla haram-helâl dengelerini hiçe sayan kişiler, bize daha çok tebliğ vazifesi düştüğünü hatırlattı.
10) Sosyal medya, internet, televizyon ve benzerlerine ayırdığımız zamanın çoğunun mâlâyâni olduğunu, kıymetli zaman sermayemizi tükettiğini, belki de çok az ömrümüz kalmış olabileceğini daha yakıcı bir şekilde hatırladık.
11) Doğruluğu kesin olmayan haber kaynaklarının tesirlerinde kalarak oluşan bilgi kirliliğine, provokatif ya da maksatlı paylaşımlara karşı önlem almak zorunda olduğumuzu, altını çizerek not ettik.
“Ey îmân edenler! Bilmeden birilerine zarar verip de sonra yaptığınıza pişman olmamanız için, yoldan çıkmışın biri size bir haber getirdiğinde doğruluğunu araştırın.” (el-Hucurât, 6) âyet-i kerîmesinin getirdiği emirlere daha fazla dikkat etmeliydik.
Haberin kime ait olduğunu bile bilmeden dikkate alıp yaydığımız oldu. Böyle kriz ortamlarında bu gibi dikkatsizliklerin faturasının daha ağır olduğunu, psikolojik olarak hassas bir dönemden geçerken, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, bir mü’minin kalbine sevinç koyabilmenin kıymetine dikkat çekişini kulağımıza küpe yapmamız gerektiğini daha acı tecrübelerle anladık. Bulanık suda balık avlamaya çalışan felâket senaristlerinin, algı operasyonu yönetenlerin ekmeğine yağ sürmemek için daha dikkatli ve uyanık olmamız gerektiğine dair kararlar aldık.
12) “İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu; böylece Allah -dönüş yapsınlar diye- işlediklerinin bir kısmını onlara tattırıyor.” (er-Rûm, 41) âyet-i kerîmesini ibret ve tefekkürle tekrar tekrar okumaya olan ihtiyacımızı fark ettik. Bu fesâda en ufak bir desteğimiz olmaması için, kâinatın bize emanet olarak verildiği gerçeğini hatırımızdan hiç çıkarmayıp, bu şuurun yılmaz savunucuları olma yolunda gayretlerimizi artırmanın zarûretini hissettik.
13) Adına bir sûre tahsis edilerek dikkat çekilen nâdir hâdiselerden “Fil Vak’ası”ndaki gibi büyük bir ibret vesikasının canlı şâhitleri olduk. Rabbimizin tarihte farklı şekillerde gerçekleştirdiği bir îkâzın muhatapları olarak dehşetle sarsıldık. Dilerse gözle görülmeyecek kadar küçük bir virüsle, normal şartlarda imkânsız gibi görünen nice toplumsal değişimin hızla meydana gelmesinden dolayı, nefis muhâsebesine ve beyin fırtınalarına ihtiyaç duyduk. Kıyametin ayak sesleri gibi hissettiğimiz hız ve büyüklükte gelişen hâdiseler, âhir zamanda yaşadığımızı aynel yakîn olarak hissetmemizi sağladı.
14) Bundan sonraki hayatımız ve nesillerimizin yaşayacağı dünya için yapabileceklerimizi gözden geçirmeye, İslâm’ın güzel ahlâk, zarâfet ve kul hakkı hassasiyetlerinin canlı numûneleri ve tebliğcileri olmaya dair kararlılığımız arttı.
Rabbimiz, Ümmet-i Muhammed’i ve insanlık âlemini, maddî-mânevî şerirlerin şerrinden muhafaza eylesin. Bizleri ve nesillerimizi takvâ sahiplerine önder kılsın. Donatılmış olduğumuz sayısız nîmetlerden mahrum bırakmasın. Bütün hastalarımıza âcilen şifâlar ihsan eyleyip hasta yakınlarını feraha kavuştursun. Sağlık çalışanları ve idarecilerimize yardım edip yüksek muvaffakıyetler ihsân eylesin. Âmîn…
YORUMLAR