Tebennî-Evlat Edinme -2

Bu âyet-i kerîmeye mahsus önemli bir ayrıntı da, âyette ismi ge­çen Zeyd’in (bin Hârise), Kur’ân-ı Kerîm’de ismi zikredilen tek sahâbî olmasıdır.

İşte kendisine gelen bu emr-i ilâhî sebebiyle, Hazret-i Peygam­ber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Zeyneb binti Cahş’a evlilik teklifinde bulunmuştur. Bu evliliğin Allâh’ın emriyle ve Kur’ân-ı Kerîm’de kıyamete kadar okunacak bir vahiyle gerçekleşmesi sebebiyle, Zeyneb Vâlidemiz:

“–Benim nikâhımı, Allah Teâlâ kıydı!..” diyerek Cenâb-ı Hakk’a şükrederdi.

 

Bu Nikâhla İlgili İlk Tepkiler

Peygamber Efendimiz, Hazret-i Zeyneb’le evlenince, münâfıklar hemen dedikoduya başladılar. İşi o kadar ileriye götürdüler ki:

“–Muhammed, oğlunun karısının babaya haram olduğunu bildiği hâlde, kendisi oğlunun hanımını nikâhladı.” dediler.

Bunun cevabını da Kur’ân-ı Kerîm şöyle verdi:

“Muhammed, sizin oğullarınızdan hiçbirinin babası değildir. Fakat O, Allâh’ın Rasûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” (el-Ahzâb, 40)

Bu ilk tepkilerin şiddeti de, Peygamber Efendimizin bu hâdiseyle ilgili vahyi gizlemek istemesinin haklılığını göstermektedir. Ancak Cenâb-ı Hak, İslâm’ı bir bütün olarak tanzim ettiği ve kendi içinde eksiksiz ve kusursuz olmasını murâd ettiği için, çok sevgili Peygamberinin bile, vahyin bir kısmını, velev ki bir süreliğine de olsa, gizlemesini hoş karşılamamıştır. Bu da, Kur’ân-ı Kerîm’in hepsinin Allâh’ın inzâl ettiği şekliyle elimizde olduğunu gösteren en mühim delillerden biri­dir.

Şâyet Peygamber Efendimiz, bir insan olarak Kur’ân-ı Kerîm’e müdâhale edebilme imkânına sahip olsaydı, şüphesiz öncelikle kendisi hakkında indirilen bu ve benzeri itâb (uyarı) âyetlerine müdâhale ederdi. Ancak Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’i beşer müdahalesinden muhafa­za etmiştir. Nitekim bu hususta:

(O Kur’ân), Âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir. Eğer (Peygamber) Bize atfen bazı sözler uydurmuş olsaydı, elbette O’nu kıskıvrak yakalardık. Sonra O’nun can damarını koparırdık (O’nu yaşatmazdık). Hiçbiriniz de buna mâni olamazdınız. Doğru­su o (Kur’ân) takvâ sahipleri için bir öğüttür.” (el-Hâkka, 43-48)

Diğer taraftan Peygamber Efendimizin içinde gizlediği husus, da­ha önceden açıklanması emredilmiş bir vahiy değildi. Sadece ileride olup bitecekleri haber veren bir ilhamdı. Fakat hâdisenin büyüklüğü, bu ilhamı bir an önce açıklayıp açıklamama hususunda Peygamber Efendimiz’de tereddüt meydana getirmişti. Şâyet bu, açıklanması em­redilen bir vahiy olmuş olsaydı, Peygamber Efendimiz bunu tebliğ et­mekte ne tereddüt eder, ne te’hir eder, ne de içinde gizleme ihtiyacı hissederdi. Bu, kendi aleyhine olmuş olsa bile!..

Nitekim Hazret-i Âişe, bu hâdise sebebiyle Peygamber Efendimi­zin düştüğü sıkıntıyı şöyle ifade etmektedir:

“-Eğer Allah Rasûlü, kendisine gelen vahiyden bir şey gizleseydi, işte bu evlilikle ilgili olan âyeti gizlerdi.”

Velhâsıl bütün bu hâdiseler, hep Cenâb-ı Hakk’ın murâdı idi ve böylece evlât edinme âdeti de, bizzat Peygamber Efendimizin eliyle ilgâ edilmiş (yürürlükten kaldırılmış) bulunuyordu.

 

Evlât Edinme Neden Kaldırılmıştır?

Akla şöyle bir soru gelebilir: “İslâm, neden evlât edinmeyi kaldır­mıştır?”

Bunun pek çok hikmeti sayılabilir;

Şüphesiz evlât edinmenin en fecî neticelerinden biri, zamanla soyun karışması, kimin, aslında kimin çocuğu olduğunun tespitinin zorlaşmasıdır. Çocuk, yeni girdiği âile çevresi dışında, öz anne ve babasını ve yakın akraba­larını tanımamakta ve bu da ebediyyen evlenmesi yasak olan kişiler­le bilmeden evliliklerin gerçekleşmesine sebep olabilmektedir. Tarihte bunun acı misalleri pek çok kez yaşanmıştır. Bu sebeple illâ birisi evlât edinilecekse, âilenin resmî bir ferdi olarak değil, öz anne ve babasıyla hatırlanmalıdır. Bu hususta, Ahzâb Sûresi’nde:

“…Allah evlâtlıklarınızı da öz oğullarınız olarak tanımadı. Bunlar sizin ağızlarınıza geliveren sözlerden ibarettir. Allah ise gerçeği söyler ve doğru yola o eriştirir.” (el-Ahzâb, 4)

“Onları (evlât edindiklerinizi) babalarına nisbet ederek çağırın. Allah yanında en doğrusu budur. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, bu takdirde onları din kardeşleriniz ve görüp gö­zettiğiniz kimseler olarak kabul edin. Yanılarak yaptıklarınızdan size vebâl yok; fakat kalplerinizin bile bile yöneldiğinde günah vardır. Allah bağışlayandır esirgeyendir.” (el-Ahzâb, 5) buyrulmaktadır.

Yine evlât edinilen çocuklarla ev içerisindeki mahremiyet ve haremlik-selâmlık meselesi çok önemli bir problem teşkil eder. Evlât edinilen kimse bir kız çocuğu ise, ileride evlât edinen baba ile arasın­da nikâh düşeceği için evlenmeleri câiz olur. Aksi de mümkündür; evlâtlık erkek ise, evin annesi ile nikâh düşer. Aynı şey, evlât edini­len kimse ile âilenin diğer fertleri (kardeşler vb.) açısından da düşü­nüldüğünde, aynı ev içerisinde rahat bir şekilde oturup kalkılamaya­cağı âşikârdır.

Diğer bir husus da, dışarıdan gelen bir çocuğun, âile içerisinde kan bağı vasıtasıyla asıl hak sahibi olan kimselerin arasına girerek mi­ras vb. haklar elde etmesidir ki, bu da zamanla âile içinde çok ciddî ve hatta bazen kanlı çatışmalara sebep olabilmektedir.

İslâm’da, evlât edinip âile fertleri içine sokmak değil, himâye al­tına almak vardır. Kimsesiz ve sahipsiz kalan çocuk, en yakınları ta­rafından bakılır, büyütülür; ancak hâmînin kütüğüne kaydedilmez ve kendisine miras vb. haklar tanınamaz. Bu usûl, günümüzdeki “koru­yucu âile” gibidir. Böyle yapmak, yani bir yetimi büyütüp gözetmek de Allah katında çok büyük bir mükâfat sebebidir.

 

Koruyucu Âile Hizmeti

Günümüzdeki ifadesiyle koruyucu âile hizmeti, “herhangi bir sebepten ötürü kendi âilesinin yanında kalması mümkün olmayan çocukların, uzun veya kısa süreli olarak, ücretli veya gönüllü statüde, devlet denetiminde, âileler tarafından kendi âile ortamlarında bakılması ve yetiştirilmesi”dir.

Şüphesiz her çocuk için en sağlıklı ortam, kendi biyolojik âilesinin yanıdır. Ancak çeşitli sosyal ve ekonomik zorluklarla zayıflayan ve dağılan âileler, ya da zihnî, bedenî veya psikolojik problemleri sebebiyle bütünlüğünü sağlayamayan âileler, çocuklarının ihtiyaçlarını karşılayamaz, onlara bakamaz hâle gelebilmektedirler.

Bazı çocuklar ise kendi âileleri tarafından ihmal ve istismara uğramakta, bu yüzden sağlıklı gelişimi açısından biyolojik âileden uzaklaştırılması hayâtî bir zarûret teşkil etmektedir.

Hangi gerekçe ile olursa olsun, âilesinden ayrılarak büyümek zorunda kalan çocuklara, âile sıcaklığını hissettirmek ve onu, toplumun kanayan bir yarası olmaktan korumak çok önemlidir. Çocuk ve gençlerin, büyüme ve yetişme çağlarındaki maddî-mânevî bütün ihtiyaçları, en sağlıklı şekilde, iyi niyetli ve fedakâr âileler tarafından karşılanabilir. Bu sayede çocuklar, yetişkinlerin rehberliğinde hayata hazırlanır, boşluk ve travma yaşamadan en buhranlı dönemleri geride bırakabilirler.

 

Koruyucu Âile Hizmetinin Resmî Dayanağı

Ülkemizin de imzalamış olduğu 2 Eylül 1990 tarihli Çocuk Hakları Sözleşmesi ile koruyucu âile hizmeti daha da önem kazanmış olup hâlen bu hizmet, 14.12.2012 tarih ve 28497 sayılı Koruyucu Âile Yönetmeliği’ne uygun olarak Âile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından yürütülmektedir.

 

Kimler Koruyucu Âile Olabilir?

Ülkemizde TC vatandaşı olup sürekli olarak Türkiye’de ikamet eden, 25-65 yaş aralığında bulunan, en az ilkokul mezunu, düzenli geliri bulunan, evli/bekâr veya çocuklu/çocuksuz herkes (çocuğun biyolojik anne-babası ya da vâsîsi dışındaki kişiler) koruyucu âile olabilmektedir. Koruyucu âile olmak için kişilerin ikamet ettiği ilde bulunan Âile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü’ne şahsen başvurmaları gerekmektedir.

 

Koruyucu Âile Bakım Modelleri

Kendi âileleri yanında yetişme şansını geçici bir süre için yitirmiş ya da çeşitli sebeplerle evlat edindirilememiş kız ya da erkek, sağlıklı ya da engelli, tek ya da kardeş olan çocuklar arasından uygun vasıflara sahip olanlar, koruyucu aileler yanına yerleştirilmektedir.

Koruyucu Âile Hizmeti içerisinde dört farklı tip bakım modeli bulunmaktadır:

1- Süreli koruyucu âile

2- Akraba veya yakın çevre koruyucu âile modeli

3- Geçici koruyucu âile modeli

4- Uzmanlaşmış koruyucu âile

 

Nasıl Koruyucu Âile Olunur?

Âile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü’ne dilekçe ile başvuru yapılarak ilgili belgeler teslim edilir. Bu belgeler içinde koruyucu âilenin çocuğun bakımına, psiko-sosyal gelişimine ve eğitimine tesir edecek fizikî ve psikolojik bir engelinin bulunup bulunmadığına dair hastanelerden alınan rapora bakılır. Uygun görülen kişi veya kişiler; inceleme, çocukla eşleştirme, uyum aşamaları ve sözleşme imzalanmasından sonra çocuğu teslim alırlar. Ancak ilgili kurum, periyodik izleme ve denetimlerle çocuğun gelişimini takip etmeye devam eder.

Koruyucu âilenin çocuk için yapacağı bakım, eğitim vb. masraflar, ilgili çocuğun (varsa) engellilik ve yaş durumuna göre değişkenlik gösteren miktarlarda, aylık ve yıllık ödemeler şeklinde devlet tarafından karşılanır.

Koruyucu âile hizmeti, çocuklar için sadece “bir bakım modeli” olmasının çok daha ötesinde, onlar için bir rehabilitasyon sürecidir. Kendisi gibi farklı problemleri olan onlarca çocuğun tek bir binada, tek bir sistem dâhilinde  büyümesi, eğitim görmesi ve birbirinden olumsuz etkilenmesi yerine daha sıcak, daha özel ve kalıcı etkileşimin mümkün olduğu “koruyucu âile modeli” ile çocuklar, daha sağlıklı ve mutlu olabilmektedir. Yeter ki, iyi niyet ve ehliyet sahibi âileler bu işe tâlip olsun ve bu hizmet, yetkililer tarafından sûistimâle fırsat vermeyecek şekilde iyice denetlensin.

Netice itibariyle dînimiz, çeşitli vesîlelerle yetim ve öksüzlerin himâye edilmesini, bütün topluma büyük bir vazife olarak yüklemiş ve böyle çetin bir fedâkârlığa tâlip olan kimseleri de Allâh’ın rızâsı ve Cennet’le müjdelemiştir.

Ne mutlu bir garibin gözyaşını silebilene!.. Ne mutlu, bir yetimin gönlüne girebilene…

PAYLAŞ:                

Halime Demireşik

Halime Demireşik

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle