3- O, alevli bir ateşe yaslanacak.
Allah Teâlâ, Ebû Leheb’in geçmişteki hâlinden “mal ve kazancının hiçbir fayda sağlamadığı” şeklinde haber verdikten sonra, gelecekteki hâlinden de haber vermiş ve:
“Ateşe yaslanacaktır!” buyurmuştur.
Âyette geçen “nâr” kelimesi, cehennemdeki ateşi ifade etmek için kullanılmıştır. Cehennemin adlarından birisidir. Başka bir âyet-i kerîmede bu ateş tarif edilirken:
“Allâh’ın tutuşturulmuş ateşidir ki, gönüllere işler!”[1] buyrulmuş ve bu ateşin, dünyada sadece cisimleri yakan ateş cinsinden olmadığı; “daha derine işleyen, rûhları sarıp gönüllere nüfuz eden bir ateş olduğu” ifade edilmiştir.
Bu âyet-i kerîmede üç açıdan gaybî hakikat haber verilmiştir.
Bunların ilki, Ebû Leheb’in daha önceden kavmi içinde bir saygınlığı varken, Peygamber Efendimize muhalefet ve düşmanlığı sebebiyle gittikçe dengesi bozulmuş ve bu kızgınlıkla saçmalamaya başlamıştır. Peygamberliğin ilk döneminde Mekke’ye gelen hacılar, onun sözlerine başta itibar ederken, konuşma ve tavırlarındaki dengesizliği gördükçe kendisinden uzaklaşmışlardır. Bu da mal ve evlatlarının kendisine fayda vermediği bir hâldir.
İkinci gaybî haber ise, malının ve kazancının kendisine fayda vermeyeceği şeklindedir. Ebû Leheb, çok cimri ve mala taparcasına bağlı bir kimseydi. Peygamber Efendimiz ve mü’minler açısından ölüm-kalım savaşı demek olan Bedir Savaşı’na katılmak üzere Mekkeli müşrikler büyük bir hazırlığa girişmişlerdi. Kureyş’in bütün ileri gelenleri bu savaşa katıldılar. Ancak Ebû Leheb, İslâm’a ve yeğenine olan bütün düşmanlığına rağmen savaşa iştirak edemedi. Kendi yerine Ebû Cehil’in kardeşi Âs bin Hişâm’ı gönderdi. Ona:
“-Bana olan dört bin dirhem borcun karşılığında, benim yerime sen savaşa gidiyorsun!” dedi.
Aslında o, Âs bin Hişâm’ın iflas etmesi sebebiyle, ondan alacağı borcu ve faizi almaktan ümidini kesmişti. Bu bahaneyle, alacağını takip etmekten de kurtulmuş oldu. Ancak yüklü bir meblağı kaybetti.
Bu savaş öncesinde hasta olan Ebû Leheb, “adese” denilen bulaşıcı bir çiçek hastalığına yakalanmıştı. Bedir Savaşı’nda müşriklerin büyük bir mağlubiyet alması üzerine, bu savaşı müteâkip yedi gün içinde kahrından öldü. O dönemde, Araplar, “adese”yi tâun gibi bir hastalık olarak gördüklerinden, kendilerine bulaşmasın diye Ebû Leheb’den uzak durmuşlardı. Hatta Ebû Leheb öldüğü hâlde, üç gün boyunca âilesinden kimse yanına yaklaşamadı. Nihayet insanların ileri geri konuşmalarından utandıkları için, ücretle tuttukları Sûdanlı işçiler, uzun çubuklarla Ebû Leheb’in cesedini ittire ittire evden çıkarmışlar, bir çukura yuvarlayarak üstüne attıkları taşlarla onu örtmüşlerdi. Başka bir rivâyete göre ise, onu çukura gömmemişler; bir duvarın kenarına kadar iterek tamamıyla örtünceye kadar üstüne taş atmışlardı. Bu hâdise, Kur’ân-ı Kerim’in on beş yıl önce haber verdiği bir hâdise olmuş, ne malı-mülkü, ne de evlatları onun bu acıklı durumunda kendisine yardımcı olamamıştır.
Üçüncü gaybî mûcize ise, Kur’ân-ı Kerim’in onun “cehennemlik” olduğunu haber vermesi ve Ebû Leheb’in, ölene kadar küfür ve isyan üzere yaşayıp böyle ölmesidir.
Gerçekten Kur’ân-ı Kerim’de İslâm’a yaptığı düşmanlık sebebiyle kim azarlanmış ve küfür üzere öleceği îma edilmişse, ilerleyen zamanlarda bu, aynıyla gerçekleşmiştir. Diğer hiçbir delil olmasa bile, bu durum, Kur’ân-ı Kerim’in her şeyi bilen yüce bir Rab tarafından indirildiğini isbat eden en büyük delillerden birisidir.
4- Odun taşıyıcı olarak karısı da (ateşe girecek).
Ebû Leheb, “cehennemlik” olduğu gibi, hanımı da “cehennemlik”tir. Fakat bu cehennemlik oluş, kocası sebebiyle değil, kendi inkâr, isyan ve düşmanlığı sebebiyledir.
Ebû Leheb’in karısı, Ümmü Cemil’dir. O, Ebû Süfyan bin Harb’in kardeşi, Muâviye’nin halasıdır.
Kıraat farklarına göre, bu âyet iki şekilde anlaşılabilir:
1- “Karısı da odun hamalı olarak cehenneme girecek” demektir.
2- “Odun taşıyıcısı kadın” mânâsında kınama anlamı ifade eder.
Mecâzî anlamıyla “odun taşıyıcı” tâbiri; “koğucu, laf taşıyan, bozguncu” mânâlarına gelir.
Ümmü Cemil’in “odun taşıması” hakkında, müfessirler şu açıklamaları yapmışlardır:
a- O, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in geceleyin geçeceği yol üzerine diken dallarını bizzat bırakıyor veya tuttuğu birilerine bıraktırmak sûretiyle, Peygamber Efendimize eziyet etmek istiyordu. Malı çok olsa da, kendisi, bayağı ve âdî bir kimse idi.
b- O, insanlar arasında laf getirip götürüyordu. Araplar, birisi, diğeri aleyhine başkalarını kışkırtacak olduğunda, “Filân, filan aleyhine odun taşır.” derlerdi.
c- O, Peygamber Efendimizi fakir olmakla kınıyordu. Kur’ân-ı Kerim de onu “odun taşımış olmakla” ayıplayıp kınamıştır.
d- Burada murad olan, onun, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e düşmanlık hususunda yüklenmiş olduğu günâhlardır. Çünkü bu günahlar, onu ateşe sürükleme hususunda odun gibidir.
5- (Hem de) boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip olduğu hâlde.
Âyet-i kerîmede, “cîd: (gerdan)” kelimesinin seçilmesi, mânânın “Gerdanında (süs yerine) bir ip olduğu hâlde” şeklinde olmasına yol açmıştır. Bu ifadede birçok edebî sanat ve nükte yer almaktadır:
Ümmü Cemil, boynunda kıymetli mücevher bulunan bir gerdanlık takıyor ve:
“-Lât ve Uzza’ya yemin ederim ki, bu gerdanlığı satarak gelirini Muhammed’e karşı kullanacağım!” diyordu.
Âyet-i kerîmede “gerdanında” kelimesi seçilerek, kendisinin bu hâli küçümsenmiş ve alaya (istihzâ) alınmıştır. Gerdanlık takıp gururlandığı o süsü, cehennemde kalın bir ipe bağlı olacaktır.
“Hablun min mesed” ifadesi de, “sağlam liflerden, kıvrılarak örülmüş bir ip” mânâsına gelir. “Mesed” isimli bu ip; lif, deri, hurma kabuğu vb. malzemelerden imal edilebilmektedir.
Ebû Leheb ve karısı, Peygamber Efendimize düşmanlıkta yardımlaşma sebebiyle, cehennemi beraberce hak etmişler ve tıpkı burada kötülükte birbirleriyle yarıştıkları gibi, orada da birbirlerine azap etmede yarışacaklardır. Onlara bu dünyada kazandıkları mal, itibar, evlat vb. dünyalıklar fayda vermemiş; onlar bu dünyevî nimetleri İslâm aleyhinde kullanmak sûretiyle âhiret azabına sermaye yapmışlardır. Bu yüzden de iki dünyada hüsran ve helâki hak etmişlerdir.
[1] el-Hümeze, 6-7.
YORUMLAR