Tarihin Beşiği

Servis aracı, şehrin arnavut taşı döşeli kıvrımlarında süzüle süzüle ilerliyordu. Bizler sanki Kaşıkçı elmasını ilk defa gören insanlar gibiydik. Her bir köşede gördüklerimiz, hayret ve hayranlığımızı artırıyordu. Rehberimiz tarihin kaybolan seslerini yıldızlardan toplayıp bize sundukça dillerimiz lâl olmuş, ellerimizse anlatılanları kaydetmek için hızlıca gidip geliyordu.

Bu şehir tarihle öyle hemhâl olmuş ki, her adımda karşımıza nurdan bir sütun uzanıyor. Bir sanat eseri gibi seyrettiğimiz bizi mest eden bu şehir…

Modern dünyanın ayakları altında çiğnenseler de bundan müstağni kalarak, tarihin ve ruhaniyetin buram buram tüttüğü iki şehir tanıdım. Biri İstanbul, diğeri Bursa.

İşte burası Evliya Çelebi’nin “Rûhâniyetli Şehir” dediği Yeşil Bursa.

Bursa’da eski bir cami avlusu

Küçük şadırvanda şakırdayan su

Orhan zamanından kalma bir duvar

Onunla bir yaşta ihtiyar çınar

*  *  *

Ve mimarilerin en ilâhîsi

Bir zafer müjdesi burada her isim

Sanki tek bir anda gün, saat, mevsim

Yaşıyor sihrini geçmiş zamanın

Halâ bu taşlarda gülen rüyanın

Bu dizelerin sahibi Tanpınar, “Bursa’da zaman mefhumunu kaybettim. Sanki ikinci bir zaman yaşıyorum.” diyor. Zamana sığmayan aşkın bir tarih var Bursa’da. Tanpınar devam ediyor: 

“İnce bir zarın birdenbire yırtılıp altta birikmiş zamanın bugüne yabancı hususiyetiyle bendini yıkmış büyük sular gibi dört yanı kasıp kavuracağını sanarak korktum.”

Her köşesinde Osmanlı motiflerini taşıyan Bursa, Devlet-i Osmaniye’nin payitahtı olmak şerefine nail olmuş. Feyz-ü Rahmânî Osmanlıya sanki buradan yayılmış gibidir. Devletin ilk tohumları Bursa ve civarında atılmış, kökleri üç kıtayı sarmıştı. Öyle ya bu çınarı böylesine kudretli yapan köklerinde kaynayan feyiz pınarlarıydı. Yani Anadolu Erenleri… Şeyh Edebali Hz., Geyikli Baba, Emir Sultan Hz., Somuncu Baba Hz…

Türbelerine girince duvarlarını süsleyen işleme ve çinilerle başınız dönüyor. Eşyaya sinen bu yüklü tarihe, camekan içindeki bir sanat eserine bakar gibi değil bir gönül insanı olarak bakabilmek gerekir. Nitekim tarih ibret almak içindir.

Alparslan sorar:

“–Hiç tarih okur musun?”

Diyojen şaşırarak cevaplar:

“–Hayır, okumam. Neden?”

“–Çünkü tarih okumayan ve tarih bilmeyen bir milletin sonu, senin sonun gibi olur.”

 “Hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? Zira dolaşsalardı elbette düşünecek kalbleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama  gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin sineler içindeki kalbler kör olur.” (Hacc, 46)

Bir büyüğümüzün dediği gibi. “Bilmek seyretmek değil, bilmek sırrı çözmektir.” O sırlardan gönlümüze akisler olması için dualar ediyoruz Bursa’da adım adım.

Şimdi Tophane’deyiz. Rehberimiz mübarek ecdadımız Osman Gazi ve Orhan Gazi’nin türbelerini ziyaret edeceğimizi söyledi. Utançla karışık mahcubiyet içinde Tophane’ye adımımızı attık. Türbeye girdiğimizde sanki ortalığı kaplayan sisler ardında nurdan iki çehre belirdi. Osman Gazi edeple uzanan ellerini dizlerine koymuş Şey Edebali Hz.’ni dinliyor:

“Bu dünyada inancını kaybedersen yeşilken çorak olur, çöllere dönersin.

Ananı ve atanı say! Bil ki bereket büyüklerle beraberdir.

Bütün fethedilmemiş gizlilikler, ancak senin adalet ve faziletinle gün ışığına çıkacaktır.”

Osman Gazi atına bindiği zaman gözünün görmediği ufuklara gönlü uzanırdı. O sanki üç kıtayı saran çınarı seyr ü temaşa ederdi. Bu cihad sevdası ömrüyle sınırlansın istememişti. Eyüb Sultan Hazretleri gibi olmak idi dileği. “Cesedimi gidebildiğiniz en son noktaya gömün.”

Sonra sisler arasından ışık huzmeleri göründü. Orhan Gazi çıkageldi. Zafer muştusu taşıyordu siması. Henüz Bursa fethedilmemişti ama Karamürsel’e kadar gelinmişti. Osman Gazi gönlünün aynası evlâdına  bakınca görünmeyen ufukları seyrederdi gözbebeklerinde. Şimdi en ulvî gaye dökülürken dudaklarından, ruhuyla şahlanmış bir atı andırıyordu. Orhan Gazi bu celâdetin karşısında başı önüne düşünce, babaları beklediği müjdeyi verdi.

“Osmanlı’ya ait iki kıta üzerinde hükmetmek yetmez. Zira İ’lâ-yı Kelimetullah azmi iki kıtaya sığmayacak kadar büyük bir davadır! Güneşte parlayan Saint Eli Manastırı’nı göstererek (Tophane): Beni buraya gömün.” demişti.

Bu ruhtu yüzyıllar gerisinde kalsa da an gibi yaşatan tarihi. Türbelerden manevi bir lezzet ve iç burukluğuyla çıktık. Hemen yan tarafta tüm Bursa’yı seyredebileceğimiz bir çay bahçesi olduğunu söylediler.

İçeri girer girmez gördüğüm manzara, kara bulutlar gibi kaplamıştı gün ışıyan hayallerimi. Bir grup genç uygunsuz hallerde oturuyor. Bir grupsa amaçsız, boş lakırdılarla gün geçiriyorlardı. Hem de ruhaniyetli şehir Bursa’da. Osman ve Orhan Gazi türbelerinin yanı başında. Gölgesinde oturdukları tarihin şahitçisi çınarlar hüzne boyanmıştı. Sisler ardındaki o nurani çehreler geldi aklıma. Osman Gazi gelse her birine eğilse baksa. Orhan Gazi’nin gözlerindeki gibi, İlâ’yı Kelimetullah vecdiyle şule şule yanan ışıkları görebilir miydi? Bu arayıştan yorgun gözleri, acaba hangi dünyevî ve nefsanî ihtirasın ızdırabıyla kıvranırdı.

Modernizmi yaşamak adına mukaddes dokumuzdan ilmek ilmek ayrılmak mı gerekir? Yoksa o tarihe sahip çıkıp bendini aşan sular gibi mi olmak? Hangi büyüğümüzü rehber edindik yolumuzu aydınlatmak için? Osman Gazi, Orhan Gazi mi, Şeyh Edebali, Hacı Bayram Veli mi? Ebubekir (r.a.), Aişe (r.a.) mı? Ya da yaşadıklarını hayat memat meselesi gibi göstermeye çalışan kalplerinin kabristanında yaşayanları mı?

 “Bizi dosdoğru yola ilet; nimet verdiklerinin yoluna, gazaba uğramış olanların ve dalâlete düşmüş olanların yoluna değil” (Fatiha, 5-6)

Gönül tellerimizde hangi nağmeler duyulur her sabah ezanlar okunurken? Ruhun Allah’a yakınlığının sesleri mi? Gafletin nisyan tezekkürleri mi?

Türbelerin hemen yanı başında ecdadın ruhuna zıt yaşananlar yüreklerimizi burkmuştu. Fakat çıkarken nereye bastığının farkında bir amcamızdan şu sözleri duymak kıyıya vuran ümitlerimize hayat verdi:

Şu utanılacak halimizle, hangi yüzle buraya geliriz!

“Cihan ârâ cihan içredir ârâyı bilmezler

Ol mâhîler  ki deryâ içredir deryâyı bilmezler.”

(Cihanı süsleyen (Allah), cihan içinde her zaman ve mekanda mevcuttur; ama insanlar O’nu aramayı bilmezler. İnsanların bu hali tıpkı denizde yaşayıp da denizin ne olduğunu bilmeyen balıklar gibidir.)

Ümmet-i Muhammed olmak nimetinin içindeyiz.

Vatan-ı İslâm içinde şanlı bir ecdada sahip olmak nimetinin içindeyiz.

Deryadaki mâhiler gibi yaşatma! Bizi gafleti nisyanımıza bırakma! 

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle