Hindistan’ın belki de en güzel bahçesinde, portakal servi ağaçlarının, fıskıyeli havuzların arasında bir kabir vardır. Ağra şehrindeki bu kabir, herkesin zihninde bir takım tedâîleri olan Tac Mahal’den başkası değil.
Şah Cihân’ın, eşi Mümtâz Mahâl’in ölümü üzerine yaptırdığı Tac Mahal, dünyanın yedi harikasından biri. Yirmi bin işçinin çalıştığı Tac Mahal’in inşası, 1631’den 1651’e kadar yani tam 20 yıl boyunca devam eder. Tac Mahal 42 zümrüt, 102 yakut, 625 elmas, 50 büyük inci ve onbinlerce kıymetli madenle süslenmiştir. Yapımı için 47 milyon altın harcandığını da biliyoruz.
Beyaz mermerden yapıldığı için mehtaplı gecelerde aydan daha parlak görünen Tac Mahal, romantik görünüşü ile birçok yazara, şaire ilham kaynağı da olmuştur.
Bu eşsiz(!) güzelliğin kapağını açıp, onu okumaya başladığınızda da acaba aynı duyguları hissetmeye devam edebilecek miyiz?
Bakın Allâh Teâlâ bizlere ne buyuruyor:
“Şüphesiz ki Allâh, mü’minlerden nefislerini ve mallarını cennet karşılığında satın almıştır.” (et-Tevbe, 111)
Cânı Allâh yolunda kullanmanın en güzel nihâyeti şehâdet olduğu gibi, malı Allâh yolunda kullanmanın en güzel yollarından biri de infaktır. Nitekim Cenâb-ı Hakk bizlere cennet karşılığında bu güzel alış-verişi teklif ederek, “büyük kurtuluşu” işaret ediyor.
Gelin okumaya devam edelim:
Kalbi Allâh’dan uzaklaştırıp kendine bağlama istidadı, en fazla mal ve evlâdda mevcuttur. Bundan dolayı Allâh Teâlâ:
“Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir fitne (imtihan vesilesi)dir. Büyük mükâfat ise, ancak Allâh katındadır.” (et-Teğâbün, 15)
“İslâm’da mülk, gerçek manada ne fertlerin, ne de toplumundur. Mülk ancak Allâh Teâlâ’nındır. Kula belirli bir zaman dilimi içerisinde ve muayyen şartlar çerçevesinde, bu mülke tasarruf hakkı verilmiştir. Be bakımdan kul, sahip olduğu mülkü istediği gibi keyfince kullanamaz. Mülk, gerçek sahibinin, yani Cenâb-ı Hakk’ın gösterdiği istikamette sarfedilmelidir…”
İşte malı Allâh yolunda kullanmanın en güzel örneklerinden biri olan “Muhteşem Süleymaniye Cami”de İstanbul semâlarında yükselerek şehrin silüetini süsler.
Şeyhülislâm Ebussuud Efendi’nin temele ilk taşı koymasıyla başlayan inşaat yedi senede tamamlanır ve yaklaşık olarak 59 milyon akçeye (bugünün rakamlarıyla 400 milyon dolara) mâl olur. Külliyesiyle beraber ise, bu meblağ yedi buçuk katını (3 milyar dolar) bulmuştur.
Mimarbaşı Koca Sinan, bu eserinde Osmanlı ihtişamını mimârîye aksettirmek yolunda eşsiz bir ustalık sergiler. Cami-i şerîfin inşâsında kullandığı dört büyük sütunu, dört farklı bölgeden (İskenderiye, Baalbek, Saray-ı âmire ve Kıztaşı) temin etmiştir. Binada kullanılan ak mermerler Marmara Adasından yeşil mermerler Arabistan’dan getirilmiştir. Kapıları abonozdan, duvarları İznik çinilerindendir.
Caminin inşâsı esnasında kul hakkına, hatta hakkına riayet edilmiştir. Öyle ki, burada çalıştırılacak hayvanlar programa bağlanmış; yeme, istirahat ve çalışma zamanları muntazam bir şekilde tertip edilmiştir.
Caminin kubbe yazılarını yazan Hattat Karahisârî’yi de anmadan geçmek olmaz. Karahisârî, bu caminin ihtişamının bir parçası olan hüsn-i hatlara o kadar itina gösterdi ki, son harfin son tashihinde gözlerinin feri tükendi ve âmâ oldu; dünyayı seyir penceresi kapandı. Kısacası gözlerini bu muazzam mabedin ihtişamına kurban etti.
Nihayet Cami bittiğinde bu muvaffakiyyete şaşırdığı ölçüde hayran da kalan Kanûnî, gayet memnun ve mesrur bir şekilde:
“Camiyi ibadete açma şarefi, onu böylesine muazzam ve muhteşem bir şekilde bina ve inşâ eyleyen mimarbaşımız Sinan’a aiddir.” dedi. Sanatına önce tevazuyu öğrenmekle başlamış olan Sinan, zahirdeki emsalsizliğini, rûhî derinliğinde de göstererek o anda Karahisârî’nin fedakârlığının düşündü ve Sultan’ın sözlerine edeble şöyle mukabele etti:
“Sultanım! Karahisârî hatlarıyla bu Camiyi tezyin ederken gözlerini feda etti. Bu şerefi ona bahşediniz!..”
Bunun üzerine Kanûnî, orada bulunan gözyaşları arasında Camiyi Hattat Karahisârî’ye açtırdı.
İşte iki tarihî eser…
İkisine harcanan emekler ve yapılan masraflar…
Acaba hangisi insanlara daha çok hizmet etmekte?...
YORUMLAR