Sunuş

Muhterem Okuyucularımız;

Yine farklı bir gündem başlığı ile huzurlarınızdayız: Sır… Sır tutmak, sırra sahip çıkmak, ketum olmak, âile sırlarını korumak, ikili münâsebetlerde sır, devlet kademesinde sır…

Aslında hayatımızın her alanında insanın “dilini tutması”, gönlündeki, zihnindeki her şeyi olduğu gibi konuşmaması istenmekte…

İslâm, biraz da dilin terbiyesi demek… Çünkü dilini terbiye etmeyen, dünya-âhiret belalardan korunamaz. İslâm’a dil ile girilir ve İslâm’dan dil ile çıkılır. Konuşulması gereken yerde konuşmak fazilet, konuşulması gereken yerde susmak rezâlet ve zillet, nerede, kime, nasıl konuşulacağını bilmek ise basiret ve firasettir.

Ecdâdımız, bilhassa devlet yönetiminde sırra ve sırrın korunmasına büyük değer vermiş. Bu uğurda ser vermiş, sır vermemiş. Bugün geldiğimiz nokta ise mâlum…

Âile hayatında da mahremiyet ve sırlar var. Eşler, birbirinin örtüsü… Sır perdesi kalkınca, âile üzerindeki sadakat, samimiyet, ilâhî muhafaza ve bereket de kalkıyor âdeta…

Evlerin sırları, parça parça dökülüyor. Kalın duvarların ardında ne yenilip içildiği, âilelerin nerelerde gezip tozduğu, kimlerle görüşüp anlaştığı, kimleri sevip kimlerden hangi hâdiselerle nefret ettiği herkesin mâlumu… Evlerin kapıları, pencereleri açılmış; herkes evin dört bir tarafına kameralar yerleştirmiş, kimsenin göremediği yerlerde “selfie”ler çekerek her şeyi ortaya döküyor. Aynaların sırrı dökülünce, aynadan eser kalmadığı gibi; hiçbirimizin özeli, mahremi, gizlisi kalmadı. Biz biraz da kendi elimizle kendimizi açık ettik, maalesef…

* * *

Her birimizin “sır”ları var. Saklamak istediğimiz, kimsenin görmesini arzu etmediğimiz, Allah ile kendi aramızda olan veya öyle düşündüğümüz sırlar… Bu sırlara muttalî olan birisi ne yapmalı? Gördüğünü, duyduğunu herkese yaymalı mı? Rabbimiz:

“Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül; bunların hepsi ondan sorumludur.” (el-İsrâ, 36) buyuruyor.

Peygamber Efendimiz; “Kişiye yalan olarak, her duyduğunu söylemesi yeter.” (Müslim, Mukaddime, 5) buyurmuştur.

O hâlde mü’minlerin her duyduğunu söylememesi, her gördüğünü anlatmaması gerekiyor. Söylenen her söz, dudaktan çıkan her kelime ayrı bir mes’ûliyet yükü… Sözün her türlüsünün olabildiğince israf edildiği günümüzde, kelimenin ağırlığını, cümlenin mesûliyetini hissedecek erlere ihtiyaç var. Çünkü her fuzûlî söz, insanın ayağına dolaşıyor. Her haddini aşan şaka, îma, kaş-göz işareti bir ok gibi muhatabın kalbine saplanıyor, kul hakkı ve âhiret yüküne dönüşüyor. O hâlde günah yükümüzü hafifletelim, kelimelerimizi seçelim, sohbetlerimizi “hayır üzerine” konuşmalara döndürelim ya da en güzeli, susalım.

* * *

Sırlar, biraz da bizi saklar. Rabbimiz toprağın içindekileri dışarıya dökeceği gün, kalplerde zihinlerde gizlenenleri de ortaya koyacak… Herkes sırrını “açık” etmiş olacak.

Sırların ortaya çıkacağı, nice kimselerin mahcup olacağı o gün, Rabbimiz bizim yüzümüzü kara çıkarmasın. Kendisine mâlum olan sırlarımızı, “es-Settar” ismiyle bu dünyada örttüğü gibi, âhirette de örtsün.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle