Sunuş

Muhterem Okuyucularımız;

Bu ay, yine gündemde pek çok hâdisenin bulunduğu bir hengâmda dergimizi hazırladık. Bunlardan ilki, İstanbul’da, 26 Eylül 2019 tarihinde, 13:59’da 5,8 şiddetinde meydana gelen bir depremdi. Güpegündüz büyük sallantı, insanları ciddi bir paniğe sevk etti. Kimi hemen sevdiklerini aradı, kimi bir an önce evlatlarının yanına gitmek üzere yola çıktı, kimi daha büyük bir korku ile kendisini dışarıya attı. O geceyi ve takip eden birkaç günü dışarıda geçirdi. Kısacası, can tatlıydı. Ama hayatın bir gerçeği var: Ölüm… Ne kadar kaçarsak kaçalım, bir gün muhakkak karşımıza çıkacak… O yüzden kendimizi depreme hazırladığımız kadar, belki ondan daha öte ölüme hazırlamak şart!.. Depremin ne zaman geleceği, geldiğinde bize tesir edip etmeyeceği belli değil! Ama ölüm hepimize gelecek. Bundan kaçış yok.

Diğer önemli mesele de, îman sahibi olmak… Mü’min olduktan sonra, ölümün hangi şartlar altında ve hangi vasıtayla geldiği çok mühim değil! Ama kalpte deprem olmuş ve fay hatları; bizim inanç, ahlâk ve düşünce dünyamızı enkaza dönüştürmüşse, o zaman yaşamaya devam etsek de beyhûde… Canlı bir cenaze hükmündeyiz, demektir. Öldükten sonra bile yaşamak varken, daha nefes alıp verdiğimiz halde kendimize, insanlığa faydası olmayan bir ceset hâline dönmüşsek, ne acı!..

İnsanın önce kendisine, sonra yaşadığı topluma ve kâinâta hayrı dokunduğunda, o artık “mükerrem bir insan” hâline gelir. O aynı zamanda eşref-i mahlûkâttır. Ama insan, yine aynı sıralama ile kendisine, toplumuna, insanlığa ve kâinâta zararlı bir varlığa dönüşmüşse, bu sefer de “esfel-i sâfilîn’e: aşağıların aşağısına” dönüşmüş demektir. İşte hem kendi toplumumuzu, hem de insanlığı tehdit eden en büyük belâlardan birisi, terördür. Bugün İslâm Âlemi, terörle yaftalanır oldu. Ancak ne tuhaf bir çelişkidir ki, terörden en çok zarar görenler onlar ve en çok terörle anılanlar da onlar…

Bu ne yaman bir hâldir ki, rahmet dini olan İslâm bünyesinde, yaban eller vasıtasıyla atılan tohumlar, nâdân ve ahmak kişilerce hasat ediliyor ve burada yetiştirilen “fide”ler, bir mankurt mantığıyla kendi toplumlarına düşman hâle getiriliyor. Böylece hem insanları, hem toplumu yok edecek; üstelik İslâm Dini’ne leke sürecek bir “kullanışlı” ve düşmanca bir gayret ortaya konuyor.

İşte buna hep birden karşı durmak lâzım… İslâm’ı kirletenlere, canımızdan canlar çalmaya çalışanlara müsaade etmemek lâzım! Sürümüzden kuzu kaptırmamak, gerektiğinde etrafımızda dolaşan kurt ve çakallara dersini vermek lâzım… Tam da bu vesileyle, Türkiye, Ekim ayının 9’unda, sınır başımızda yerleştirilen bir terör devletine amansız bir saldırı başlattı. Kısa zamanda büyük başarılar ortaya koyan bu harekât, masada gerçekleştirilen bir anlaşmayla perçinlendi. Böylece Türkiye’nin haklılığı ve gücü, dost-düşman herkes tarafından itiraf edilmiş oldu. Hoş; bu çetin günler, kimin dost, kimin düşman olduğunun ortaya çıktığı büyük fırsatlar da vermektedir, bu da ayrı bir mesele…

Böyle yoğun bir gündem içinde, biz de dergimizde “âlemlere rahmet” olarak gönderilmiş Hak Nebî’yi ve O’nun şefkat toprağı Medîne-i Münevvere’yi işlemeye çalıştık. Karınca misali, adım adım da olsa, istikametimiz belli… Tarafımız da belli olsun. Biz, rahmet dininin rahmet elçileriyiz. Yeryüzünü îmar ve ıslâha gönderildik. Allâh’ın kuluyuz, sadece O’ndan korkar ve sadece O’na boyun eğeriz, vesselâm…

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle