Sunuş

Muhterem Okuyucularımız;

Çok dolu dolu geçen bir ayı geride bıraktık. Aylardır seçim-propaganda arasına sıkışmış olan ülke gündemi, bayramı müteâkip büyük dramlarla sarsıldı. Peşpeşe yaşanan ve günler süren acılarıyla çocuk kaçırılma hâdiseleri, herkesi derinden sarstı.

“Karınca incitmeye korkan” bir medeniyetin evlatları, bugün hangi noktaya savruldu? “Kul hakkı” hususunda kılı kırk yaran insanların torunları, hunharca hayvan katletmeye, küçücük çocukları âilesinden kopartıp almaya, saldırmaya, eziyet etmeye, hatta öldürmeye kadar vardılar. Yaşlılarına merhamet etmeyen, kadın ve çocuklarına zulmeden bir toplum; “medenî” olamaz. Bırakın medenî olmayı, “insan” olmayı bile hak etmezler!..

Biz, İslâm Dîni’nin “şefkat ve merhamet medeniyeti” olduğunu biliyoruz. Biz, İslâm’ın insanın kalbini, “nazargâh-ı ilâhî” olarak kabul ettiğini biliyoruz. O hassas kalbi incitmek, Kâbe’yi yıkmaktan daha vahimdir, müslümanların nezdinde…

Gelin görün ki, böyle bir hassasiyet ve rikkatten bugün hangi noktalara savrulduk?! İslam’dan ve insanlıktan ne kadar uzaklaştık!

Kendi dininden, dilinden, milletinden insanlara silah doğrultan; insanların nâmus ve şerefini hiçe sayan kimseler çıktı aramızdan… İslâm, müslüman bir kardeşini incitmeye yol açabilir diye “arkadan konuşmayı”, “kaş-göz işareti yapıp alay etmeyi” yasaklamışken biz bugün kendi akrabalarımızı toprağa gömmeye başladık. En yakınlarımızdan başlayarak zulmetmeyi âdeta bir hak olarak gördük; insanların emeklerini sömürmeyi, onların sırtlarından yükselmeyi bir fazilet bildik. Ahlâk, merhamet, vicdan, şefkat, yardım birer “yük” ve “enayilik” olarak görülmeye başladı.

Bütün bunlar, aslında en temel noktadaki kopuştan kaynaklanmaktadır: “Allâh’ın bizi yarattığı, bizim her hâlimizden haberdar olduğu ve yaptıklarımızdan er veya geç O’nun huzurunda hesap vereceğimiz inancından” uzaklaşmamızdan… İnsan ne kadar Allah’tan uzaklaşırsa, o kadar vahşileşir. İnsan, ne kadar âhiret gününü unutursa o kadar insanlıktan çıkar.

Bugün maalesef “din adına” insanlara kan kusturanlar da yok değil! Onlar da “dindarlığının ölçüsünü”, “din adına” ne kadar insana işkence yaptığıyla ölçüyorlar. Tabiî ki, onlar İslâm’ı temsil etmiyor. Ve tabiî ki, onlar İslâm’a en büyük lekeyi sürüyorlar.

Zaten saf, câhil bir şekilde bu oyuna ortak olanlar bir tarafa, bunu planlayıp organize edenler de İslâm’a düşman olanlar… İslâm’ın merhamet ve tebessümünün kendilerinin “küresel zulüm ve menfaat ağına” mani olduğunu düşünenler, İslâm’ı insanların gözünde alternatif olmaktan çıkarmaya çalışıyorlar. Rabbimiz fırsat vermesin.

Bu sene, Allâh’ın dâvetine icabet edip mukaddes beldelere giden hacı kardeşlerimize çok büyük vazifeler düşüyor. Ümmet adına el açıp Allâh’a duâ etmek; oradan alıp getirdikleri mağfiret ve kardeşlik iklimini bütün dünyaya yaymak… Âhiretin provasını yaptıkları o günlerin heyecanıyla, hayatlarına yeni bir sayfa açmak…

Mü’min âhiretin endişesini derinden hissetmeye başlayınca, bambaşka bir insan oluverir. Hayatından lüzumsuz endişe ve gayretler çıkar. Yerini; şuurlu, dikkatli ve samimi olarak atılmış adımlar alır. O “boş” konuşmaktan, “boş” işlerle meşgul olmaktan kurtulur. Hayatını, “Allâh’a kulluk ekseninde” tekrar tanzim eder ve hesabını, “Hesap Günü’nde önüne konacak gibi” yapar.

Rabbimiz, kendisine lâyık kul, Hazret-i Muhammed Mustafa -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e lâyık ümmet eylesin. Bizi, bu âhirzaman imtihan ve fitnelerinden korusun. Bizi, rızâsına eren sâlih ve sâdık kullarla beraber haşreylesin. Âmin.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle