Muhterem Okuyucularımız;
Ramazan ayının en kıymetli gün ve gecelerine ulaşmış bulunuyoruz. Rabbimiz, bu mübarek vakitlerden layıkıyla istifade etmeyi nasip etsin. Bizi, bu ayın feyz, rahmet, bereket ve mağfiretinden nasipdâr kılsın.
Uzunca bir zamandan beri Ramazan aylarında, ümmet olarak nasibimize hep hüzün düştü. Bayrama yüzlerimiz gülerek erişemedik. Dergimizin baskıya hazırlandığı günlerde, Ramazan ayının arefesinde Amerika ve İsrail’in yapmış olduğu provokasyon ve katliâmlar gündemimize bomba gibi düştü. Kadın, çocuk, yaşlı, tekerlekli sandalyedeki mâsum ve sivil binlerce insanların üzerine yöneltilen mermiler, bizi de can evimizden vurdu. Filistinleri bu kadar çaresiz ve sahipsiz bırakan, dünyanın korku ve menfaatler üzerine kurulu “yeni düzeni” idi.
Elbette bu işin tarihî seyri, bugünkü hâli ve geleceği hakkında söylenebilecek çok şey var. Ancak biz, söyleyeceklerimizi tek cümlede özetlemeye çalışırsak; “Biz ümmet olamadığımız, samimi bir îman ve kardeşlikle birbirimizi kucaklayamadığımız müddetçe, daha çok kaybederiz.” Bu, bir karamsarlık ve ye’s (ümitsizlik) hâli değil, aslâ!.. Allâh’ın rahmet, bereket ve inâyetinden hiçbir zaman ümidimizi kesmeyiz. Fakat Rabbimizin bu dünyaya koyduğu birtakım değişmez kurallar (sünnetullah) var. “Birlik olan, parçalanmış olana hükmeder.”, “Aşağılık duygusu içinde, düşmanına hayran olanlar yok olup giderler.”, “Bu dünyada herkes, -mü’min de olsa, kâfir de- çalıştığının karşılığını görür.”, “Küfür tek millettir.” gibi…
İçten ve dıştan her türlü hıyânete, saldırı ve düşmanlığa karşı; mü’minlerin tek yumruk olma vakti gelmiş ve geçmektedir bile… Tabiî, bunun yolu da, içimizdeki düşmanı, yani “nefsi” yenmekten geçiyor. İktidar, benlik, menfaat, taassup, tarafgirlik, asabiyet vb. bütün putlarımızı yere sermemiz ve Ramazan ayında insanlığa indirilmeye başlamış olan “Allâh’ın ipine” sımsıkı sarılmamız şart…
İşte bir Ramazan ayı daha geldi ve gidiyor. Eğer bu günler, bizim iç dünyamızda bir değişiklik yapmamışsa, bizi “daha hayırlı, daha müttakî, daha çok ihlâs sahibi” kılmamışsa; kendi açımızdan Ramazan’ı gerektiği gibi değerlendirememişiz demektir. Bereket ve mağfiret ayı Ramazan, bize uğramadan gitmiş, demektir. Gelin, bir muhasebe yapalım, kendi kendimize… Ramazan öncesi ve sonrası arasında ne fark var hayatımızda… Ramazan, önceki kötü hayat ve alışkanlıklarımıza sadece geçici bir sekte mi vurdu, yoksa biz Ramazan’a yapışarak önceki hayatımızı geride mi bıraktık? Ramazan bizi, amansız düşmanımız olan nefsimizin tuzaklarından kurtardı mı? Gözlerimizi açtı, gönlümüzü genişletti mi?
Fert fert Allâh’ın rızasını hedefleyen, Kur’ân’la dirilmiş, Sünnet-i Seniyye ile istikametlenmiş, birlik ve kardeşlik ruhu ile hareket eden kimseler olmadıkça; Peygamber Efendimizin sevdiği ümmet olamayız. Peygamber Efendimizin müjdelediği ve hedeflediği ümmet olmadıkça da, insanlığın gözyaşı bitmez.
Biz de Şebnem Dergisi olarak, bu sayımızla gönüllerinize tercüman olmak istedik. Hem beraber hüzünlenip gözyaşı dökmek, hem de gayret kılıcını tekrar kuşanıp “insan olmaya” bismillah dedik. İnsan olmak, müslüman olmak demek… Müslüman olmak, Allâh’ı tanıyıp O’na şükretmek, nankör olmamak demek…
Rabbimiz, son günlerine kavuştuğumuz Ramazan ayını, hepimiz için bereketli eylesin. Bizi, Kur’ân’ın dirilten âyetlerinden mahrum etmesin. Bizi, âlemlere rahmet Nebîsi’nin sevdiği, özlediği kardeşleri eylesin. Âmin.
YORUMLAR