Muhterem Okuyucularımız;
Yeni bir yıla, Peygamber Efendimiz ile başlamak ne güzel… Bu yılımızın, bu ayımızın da “Velâdet-i Rasûl” ve “Muhabbet-i Rasûl” ile şenlenmesi duâsıyla…
Kapakta da okuduğunuz gibi, bu sayımızda “Peygamber Efendimize İtaat” konusunu gündemimize aldık. İtaat, mü’minin en büyük özelliklerinden… İslâm olmak, Allah Teâlâ’ya, O’nun emir ve yasaklarına teslim olmak, boyun eğmek demek… Îman kalbin teslim oluşu, tasdik edişi; İslâm ise, bedenin, her uzvun teslim oluşu… Îmandaki teslimiyet, derinliklere indikçe huşû oluyor, takvâ oluyor, ihsan oluyor. Bedenin teslimiyeti ise, biraz daha zâhirî plânda… Münâfıklar da zâhiren teslim oluyor; ama kalben teslim olamadıkları için hep “iki ileri bir geri” gidip geliyorlar; îman ve küfür arasında…
Îmanla küfrü ayırt eden bir ölçü de “Peygamber Efendimize îman ve itaat”… Tanımak, sevmek, büyüklüğünü kabul etmek yetmiyor. O’na:
“-Sen emînsin, yani güvenilir insansın, yalan söylemezsin.” demek yetmiyor.
O’nu bütün kalbiyle tasdik etmek, peygamberliğini kabul etmek, diliyle ikrâr etmek ve daha ötesi, O’nu candan aziz bilip her emrine “İşittik ve itaat ettik!..” demek gerekiyor.
Bugün kafaların, gönüllerin, gündemlerin karıştığı zamanları yaşıyoruz. “Bize Kur’ân yeter!” diyen Müslümanlara, “Kur’ân’ın diliyle; Peygambersiz, Sünnetsiz İslâm Olmaz!” diyoruz. Bu söz, bu çağrı; bize âit değil!.. Onu bu mevkîye, Allah Teâlâ getirmiş. “O’nun verdiğini alın!” buyurmuş. “O, kendi hevâsından konuşmaz!” buyurmuş. Kendisine muhabbet yolunu, “Peygambere itaat etmeye” bağlamış Rabbimiz… Mü’minlerin îmanını, ihtilâflı meselelerde konuyu “Allâh’a ve Rasûlü’ne arz etmeye” bağlamış. Hattâ meseleyi bu hakemlere arz etmek yetmiyor, kalbinde hiçbir kaygı, endişe taşımadan çıkacak karara bütün gönlü ile teslim olmayı, îmanın şartı kabul ediyor Rabbimiz… O hâlde hayatımızı, dertlerimizi, problemlerimizi, ihtilâflarımızı, Allâh’a ve Rasûlü’ne arz etmeye ihtiyacımız var. Onların hakemliğine râzı olup çıkacak kararı, “Boynumuz kıldan incedir!” diyerek kabullenmeye, kalbimizde en küçük bir sızı hissetmeyecek şekilde teslim olmaya, muhabbet duymaya ihtiyacımız var.
Hâşâ, “Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de kim ki?! Ona îman etmeden bile cennete girmek mümkündür!” deme cür’etini gösterenlerin bulunduğu bir çağda, “Hadis ve sünnete gerek yoktur. Bize Kur’ân (hattâ Kur’ân’ın kırık dökük bir meâli) yeter!” diyenlerin bulunduğu bir toplumda “Allah Rasûlü’ne bağlılık, sevgi ve teslimiyetimizi” gözden geçirmeliyiz.
Peygamber Efendimiz hayattayken O’nun söylediklerine itaat etmesi gereken ümmet, O’nun vefâtından sonra “Sünnetini yaşama ve yaşatma” konusunda yarışmalıdır. Eğer İslâm, Kur’ân ve Sünnet’in bir araya gelmesiyle ancak mükemmel bir sûrette yaşanabiliyorsa, o hâlde Rabbimiz, tıpkı Kitâbını koruduğu gibi, O’nun tamamlayıcısı ve hayata tatbiki demek olan Sünnet’i de korumuştur ve kıyâmete kadar koruyacaktır.
Ne mutlu, gönlünü ve başını, Rasûller Serveri’nin ayakları altına serebilenlere… Ne mutlu, O’nun mübârek sözü üzerine, söz söylemeden, “İşittik ve itaat ettik!..” diyebilenlere… Rabbim, bizleri de bu yüce kervâna dâhil olanlardan eylesin. Hayatımız boyunca da, vefât edip mahşerde dirilirken de bu ikrâr ile haşr eylesin. Âmin.
YORUMLAR