Muhterem Okuyucularımız;
Üçayların baş tâcı mübârek Ramazan Ayı’nda, farklı bir konu ile huzurlarınızdayız. Farklı, ama hayâtî derecede önemli bir konu… Zira bizzat kendisinde veya yakın çevresinde bu konuların menfî tesirinden zarar görmemiş kimse yok gibidir. Aynı zamanda netâmeli bir konu… Sözü fazla uzatmayalım; sihir, büyü, kehânet, falcılık vs. konularını -şimdilik- bir arada işleyelim dedik. Kuş bakışı da olsa, önemli bir konuya temas edelim, kanayan bir yaramıza daha parmak basalım diye düşündük.
İnsan garip bir varlıktır; “emîn ve sâdık” bir Peygamberin sözüne kulak asmaz ve O’nu dinlememek için türlü bahaneler bulur da, hiç tanımadığı, ahlâkını, hayatını hiç bilmediği “ne idüğü belirsiz” bir medyumun, kâhinin sözlerine kulak kabartır; ona göre hayatını ve dostluklarını gözden geçirir.
İnsan garip varlıktır; tecessüs illetinden, başkalarının ne yaptığını, kendisi hakkında ne düşündüğünü, biraz sonra başına ne geleceğini öğrenebilmek için avuç dolusu paralar sayar; fala, falcılara, gaybden haber verdiğini düşündüğü kimselere kapılanır.
İnsan garip varlıktır; hırsı, kıskançlığı ve istediğinin olması pahasına, insanları esir etmeye, yuvalarını yıkmaya, saadetlerini yok etmeye tâlip olur; bu uğurda malını, canını, kendi mutluluğunu ve daha önemlisi âhiretini yakmayı göze alır.
Mutlak gayb, sadece Allah tarafından bilinir. Allah dışındaki varlıkların gayba muttalî olması, Allâh’ın iradesi ve iznine bağlıdır. Allah dilediği kullarına, dilediği miktar gaybından haber verir. Bunun dışında, peygamberler ve Allah dostları dâhil olmak üzere bütün kullar, gayb konusunda aynı seviyededir. Bu yüzden kâhin, falcı, medyum vb. kimselere müracaat eden kimseler, sadece birer tahminden ibaret hususlarda onları “çok bilgili” zannetmek sûretiyle büyük bir hataya düşmektedirler. Gelecekle ilgili gayb bilgilerinde cinler, insanlar, hattâ melekler hep âcizdir. Allâh’ın bildirmesine muhtaçtır.
Ancak gaybın da çeşitleri vardır. Geçmişte olan, şu an dünyanın başka tarafında olan şeyler, bizim için “göreceli” gayb olsa da, başka insanlar ve varlıklar için gayb değildir. İnsanların bir vasıta ile bunlardan haberdar olması da mümkündür. Ancak kimin, ne ölçüde bu bilgilere sahip olduğu hususu ise, ayrıca bir tartışma konusudur.
Sihir ve büyüye gelince, bilhassa dînî cehâletin zirve yaptığı, insanların Allah’tan uzaklaştığı zaman ve toplumlarda bu hastalıklar nükseder, yaygınlık kazanır. İnsanlar, cinlerin ve şeytanların oyuncağı hâline gelirler. Günümüzde de bunun günahını, vebalini bilmeyen “müslümanlar”, maalesef bunları, “istediklerini gerçekleştirecek meşrû bir araç” olarak görmeye başlamışlar ve İslâm toplumu dediğimiz toplumlarda bile sihre, büyüye merak ve meyil artmıştır. Neticede âyet ve hadîslere baktığımızda, gerek sihir ve büyünün, gerek nazarın ve gerekse fal ve falcılığın durumu ortadadır. Her biri farklı kademelerle de olsa, büyük günahtır, insanı şirke, küfre sürükler.
Mecelle’deki “Def-i mefâsid, celb-i menâfîden evlâdır: Kötülükleri defetmek, iyilikleri temin etmekten daha önceliklidir.” prensibinden hareketle, biz de Ramazan ayında böyle bir konuyu gündeme taşıdık. İnsanın kalbinin yumuşadığı, ilâhî rahmetin tuğyan ettiği bir ayda, varsa günahlarımızdan, nankörlüklerimizden, kanaatsizliğimizden, hırsımızdan tevbe edelim; sihirle, büyüyle, Allâh’ın yasak ettiği diğer haram yollarla kırdığımız kimseler varsa, onlarla helâlleşelim, istedik.
Rabbimiz niyet ve amellerimizi rızası ile te’lif etsin. Bizi, Ramazan-ı Şerif’in feyz, bereket, rahmet ve mağfiretinden gerektiği gibi hissedar eylesin. Kadir geceniz ve Ramazan Bayramınız da şimdiden mübarek olsun. Allâh’a emanet olun, kıymetli okuyucularımız…
YORUMLAR