Muhterem Okuyucularımız;
Zor bir çağda yaşıyoruz. Kıyâmetin ayak seslerinin işitildiği, ahlâksızlığın her çeşidinin pervâsızca ve alenî olarak işlendiği; genelde kadın-erkek bütün insanların, özellikle de gençlerin, çocukların sürüklendiği bir kaosun eşiğindeyiz.
Eskiden “en muhafazakâr insan” olarak gösterilen, kendine göre ahlâkî prensipleri olan, hayatını bunların ekseninde yaşamaya gayret eden insanların bile âilelerinde, akrabalarında çok büyük çatırtılar var. Hani insanlar cinnet geçirdiğinde hemen yaka paça tutulur, bir hastaneye yatırılır, tedâvisine başlanır. Biz, bugün toplum olarak, dünya olarak büyük bir cinnet geçiriyoruz. Bütün semâvî dinlerin lânetlediği, yasakladığı ne varsa, hemen her toplumda bunlar artık rahatça işlenebiliyor. Ne de olsa, “Günahları işleme özgürlüğü var!..” Ama artık günahlar, çok uzaklarda değil…
Hani Peygamber Efendimizin kıyâmeti anlatırken “o gün fâiz yemeyen kalmayacak. İnsanlar bizzat fâizle uğraşmasalar da tozu onlara bulaşacak…” buyurduğu hadîs-i şerîfi var ya… Tıpkı onun gibi, bugün bizzat ahlâk dışı hareketlere tenezzül etmeyenler bile, bu ahlâkî çözülüşün tozundan-toprağından nasipleniyorlar.
Eskiden iffetini korumak için savaşı göze alan Erzurumlu Nene Hatunlar, Kara Fatmalar nerede? Ya da çarşafa dokunan kirli elleri kırmaya yeltenen Maraşlı Sütçü İmam’lar? Biz, onların çocukları ya da torunları değil miyiz?
Şimdi onların takındığı bu tavırlar, bize ne kadar gereksiz (!), mânâsız (!) geliyor değil mi? “Ne olacakmış, bir örtü, bir çarşaf değil mi? Açıversin!.. Daha sonra tekrar takıverir!..” diyesimiz geliyor, değil mi? Maalesef…
Peygamber Efendimiz, Medine’de bir çarşıda Müslüman bir hanıma yapılan tâcizi, onun iffetine uzanan habis bir eli, savaş sebebi sayıyor ve Benî Kaynuka Yahudileri ile savaşa tutuşuyor.
Ya bugünkü hâlimiz…
Tanışmak, görüşmek, hasbihâl etmek istemeyeceğimiz tıynetteki insanları her gün evlerimize televizyonlar mârifetiyle misafir ediyoruz. Çocuklarımızın yanında, anne-babalar olarak davranışlarımıza dikkat ederken, hiç tanımadığımız insanlar, televizyonda yavrularımızın gözleri önünde her türlü iffetsizliği sergileyebiliyor; içki içiyor, kumar oynuyor, aldatıyor, çalıyor, çırpıyor. Biz de bunlara rızâ gösteriyoruz, en azından seyirci kalıyoruz. Anne-baba olarak “güzel örnek olmak” ya da “güzel örnekler bularak onlarla tanıştırmak” mevkiinde olan bizler, evlâdımızı, hep yanlış örneklerle kuşatıyoruz.
Biz, evlatlarımızın yanında seçtiğimiz kelimelere dikkat ediyor, argo konuşmamaya, yalan söylememeye çalışıyoruz; fakat onları, her sözü argo olan, her sözü iftira, yalan-dolan, gıybet ve dedikodu olan kimselerin terbiyesine bırakıyoruz.
Peygamber Efendimiz:
“İlk Peygamberden günümüze halkın hatırında kalan bir söz vardır: Utanmadıktan sonra dilediğini yap!” buyuruyor. (Buhârî, Enbiyâ, 54; Ebû Davud, Edeb, 6; İbn-i Mâce, Zühd, 17)
Yaptığı şeylerden utanmayan ve bunları Müslümanlar arasında yaymakla mesud olan kimselere sözümüz yok!.. Ama olan bitenden hayâ eden, kimseler de kalmadı mı yoksa?!
Gelecek sayıda buluşuncaya dek, Allâh’a emanet olunuz.
YORUMLAR