Muhterem Okuyucularımız;
Âhir zaman ümmetiyiz; bu devirde îmanı ve takvayı korumak, farzları îfâ, haramlardan kaçınmak, âdeta “elde köz tutmak” kadar zor ve çileli… Öyle bir çamur deryasında yürüyoruz ki, üstümüzün başımızın kirlenmesini bırakın, kalplerimiz, zihinlerimiz, hayallerimiz bile kirleniyor. Genci-yaşlısı, kadını-erkeği, hepimiz böylesine zehirleyen bir havayı soluyoruz ve bütün insanlık olarak gün geçtikçe daha fazla kirleniyoruz.
Ahlâkımız zedeleniyor, adımlarımız ağırlaşıyor; tembelleşiyoruz, rehavete, bezginliğe kapılıyoruz. Böyle zamanlarda bizi kollarımızdan tutup silkeleyecek, bize kim olduğumuzu, nereden gelip nereye gideceğimizi hatırlatacak seslere, ellere ihtiyacımız oluyor. İşte karınca kararınca, biz de böyle bir idealle önce nefsimizin yakasından tutuyoruz:
“-Silkelen ve kendine gel! Bu gidiş, gidiş değil! Bu yolun sonu hüsran, bu yolun sonu felâket… Aman bir önce bu kâbustan uyan ve kendini topla!.. Uçuruma doğru sürükleniyorsun, aman uyan!” diye…
Evet, toplum, ümmet ve hatta insanlık olarak büyük bir ahlâkî krizin ve sonumuzu hazırlayan uçurumun ucuna geldik. İnsanlık çıldırmış gibi, bütün semâvî dinlerin reddettiği zinanın, ahlâksızlığın gayyâsına gömülmüş durumda… “İffet, ahlâk, hayâ, edeb” ve benzeri kelimeler, “aşağılık ve basit” ifadelermiş gibi hor ve hakir görülüyor; her türlü ahlâksızlık özendiriliyor, teşvik ediliyor, koruma altına alınıyor.
Güce ve haza tapan, kendi benlik ve menfaatlerini her türlü değerin üzerinde gören küresel bir cinnet hâli, dalga dalga üzerimize geliyor. Bizi biz yapan bütün insanî ve İslâmî değerler acımasızca yok edilirken, beldelerimiz işgal ediliyor, insanlarımız kırıp geçiriliyor. Belki gözle görünen bu katliâmın daha büyüğü, ruh dünyamızda işleniyor. Îmanımızın altı oyuluyor, ahlâk ve fazilet değerleri tek tek ve sinsice budanıyor.
Böyle bir devirde, böyle bir toplumda ve böyle bir coğrafyada; îmanımıza, köklerimize, değerlerimize dört elle sarılmamız gerekiyor. Her biri için, her türlü mücadeleyi göze alacak şekilde bilenmemiz, şuurlanmamız ve bu büyük “cihad” için hazırlanmamız gerekiyor.
Düşman eskiden silah kuşanıp bir ordu hâline gelir ve böyle saldırırdı. Düşmanımızı gözümüzle görür ve gözümüzle gördüğümüz düşmandan korkmazdık. Arada sarsılsak, yorulsak da hedefimiz belliydi. Fakat bugün düşman, her koldan hücum ediyor. Silahla saldırıyor, ekonomiyle vurmaya çalışıyor. Medya ve film sektörü ile köşeye sıkıştırıyor; oyunlarla, ürettiği eğlence sektörüyle çocuklarımızı, gençlerimizi ve en önemlisi “vaktimizi” çalıyor. Zihnen ve bedenen o kadar meşgul oluyoruz ki, dünyada olup bitenleri bile göremiyoruz. Propagandalarla, algı operasyonlarıyla, bizim içimizden türettiği “modern yeniçerilerle” her şeyimizi yok etmeye çalışıyor.
Durum, tıpkı hadîs-i şerîfte ifade buyrulan, “vahşî aç hayvanların üzerimize üşüştüğü ve yemek için birbirini dâvet ettiği” zamanlar gibi… Bizde de büyük bir “vehn” hastalığı var; “dünyaya bağlılık ve ölüm korkusu”… (Bkz: Ebû Dâvud, Melâhim, 5; Ahmed bin Hanbel, Müsned, II, 359)
Rabbimiz, bize tekrar ve topyekûn bir uyanış nasip etsin. Bizi, maddeten ve mânen temizlesin. Rızasına layık kullar hâline getirsin. Kalbimizdeki nifakı, isyanı, tembelliği, zaaf ve hastalıkları yok etsin. Bizi, İslâm’la tekrar şereflendirsin ve izzete kavuştursun. Âmin.
YORUMLAR