Muhterem Okuyucularımız;
İnsan, umut ve korkularla doğar. Bir tohum gibi fıtratında mevcut bu duygular, hayatın gidişâtı ve insanların tesiriyle büyür ve şekillenir. İnsan, hamurundaki inanma ihtiyacının bir sonucu olarak, ümitlerini elde etmek ve korktuklarından emin olmak için inandığı varlığa el açar, onun huzurunda boyun büker.
Bazı istekler vardır, hayatın günlük, rutin telaşı için gereklidir, bazıları ise daha uzun vâdeli, hattâ ölümden sonrasına yöneliktir. Ev almak, araba almak, imtihanı geçmek, işe girmek, evlenebilmek ve evliliğinde mutlu olmak gibi istek ve ihtiyaçlar, insanın dünyada ulaşmak istediği “mutlu” bir hayat için gerekli gördüğü en büyük isteklerdir. Hâlbuki bazen bir şeylere sahip olmak insanı mutlu ederken, bazen de istediklerine ulaşamamak başlı başına bir mutluluk sebebi olabilir. Niceleri, hayalini kurdukları üst noktalara kavuştuklarında, mutluluğun bunlara bağlı olmadığını yakînen görmüş ve eski “yokluk” günlerini özlemeye başlamışlardır.
Diğer taraftan insanın isteklerine ulaşabilmek için, her türlü yolu mübah görmesi de doğru bir zihniyet değildir. Hele Allâh’ın kulu olduğunu kabul etmiş bir müslüman, hedeflerini de, ona giden yolları da meşrû çizgiler içinde tesbit edip yaşamalıdır. O, dinen yasaklanmış şeyleri isteyemeyeceği gibi, dinen helâl kılınmış olanlara da gayr-ı meşrû yollarla ulaşamaz. O, temizin temizi (tıyb) bir hayatı arzu ettiği gibi, tamamen dinin meşrûiyet çerçevesi içindeki vasıtalara tevessül ederek niyetini tahakkuk ettirmelidir.
Bir müslümanın, Allah’tan istediği dünyevî ve uhrevî nîmetler için, bid’at ve hurâfelere başvurması, bizzat Allâh’ın ve Rasûlü’nün öğrettiği duâ, niyaz ve ibâdet tarzlarının dışında niyaz, istek ve temennîlerini arz etmesi hoş görülemez. Zira Peygamber Efendimiz, kişilerin kendi hevâ, heves, duygu-düşünce, kültür ve şahsî kanaatleriyle koydukları esasların aslında kendi başına bir “din” tesis etmek olduğunu ve bu yeni dinin, “Allâh’ın indirdiği İslâm Dini olamayacağını” açıkça beyân etmiştir. O hâlde, müslümanlara düşen, şahsî ve indî mülâhazalarla yeni yeni dinler kurmak değil, Allâh’ın katında makbul yegâne din olan İslâm’a ve onun hayat bahşeden esaslarına tâbî olmaktır. Biz de bu sayımızda, bazen cehâlet, bazen de kasıt ile toplumsal hayatımıza gün geçtikçe daha fazla sirâyet etmekte olan bid’at ve hurâfelere dikkatinizi çekmek istedik.
* * *
Şebnem Gezileri ile “Kutlu Doğum” programları kesişiyor ve Anadolu’nun muhtelif bölgelerinde tertip edilen seminer ve konferanslara devam ediyoruz. Mart ayının sonunda Alanya, Antalya ve Isparta’da, Nisan ayının ortasında da Tavşanlı ve İzmit’teydik. Bu programları organize eden, onlara katılıp bizimle tek yürek olan bütün gönül dostlarımıza en samimi şükrânlarımızı takdim ediyor, bu programların hayırlara vesile olmasını niyaz ediyoruz.
* * *
Tashih: Geçen sayımızda, Şefika Kaya Meriç Hanımefendi’nin yazısında (sayfa: 12) “Şükreden bir kul olmayayım mı?” şeklinde olması gereken hadîs-i şerîf, sehven “Şükretmeyen bir kul olmayayım mı?” olarak çıkmıştır. Düzeltir, yazarımızdan ve bütün okuyucularımızdan özür dileriz.
YORUMLAR