Sunuş

Muhterem Okuyucularımız;

Bir evlat sahibi olmak, ne kadar büyük, ne kadar erişilmez bir duygudur. İnsanın, kendisi gibi, kendi kanından, kendi canından bir varlığın meydana gelmesine vesîle olması, onu beslemesi, büyütmesi, eğitmesi, şekillendirmesi, ardından kendisini hatırlayacak, hatırlatacak bir şaheser bırakması ne muhteşem bir şeydir.

Aynı şekilde bir hanımın, hâmilelik kararı vermesi, ardından bedeninde bir başka can taşıması, her an onunla bir duygu beraberliği yaşaması, onu bedeninin içinde yedirmesi, içirmesi, onun karnının içindeki ilk tepkilerini hissetmesi ve nihayet onu dünyaya getirmesi…

Ancak o mâsum, tertemiz ve nur parçası yavrunun dünyaya geldiği an, etrafındaki herkesin başına üşüşüp onun cinsiyetini merak edişi ve öğrendikten sonra ona karşı bir anda ve anlamsızca değişen tavırları… Erkek olduğunda onu baş tâcı edişleri, kız ise “üzerlerine kaynar su” dökülmüşcesine irkilmeleri… Sonra bu bir “suç”muş ve tek “suçlu” anneymiş gibi anneyi suçlamaları, dışlamaları…

Bunlar yetmezmiş gibi bir defa olsun kucağına alıp sevmemeleri, ona tatlı bir nazarla bakmamaları, ona güzel sözler, iltifatlar yağdırmamaları… Hatta erkek çocuklara bütün bunları hadsiz hesapsız yaparken, daha çok ihtiyacı olduğunu bile bile kız çocuklarını görmezden gelmeleri… Sevmemeleri, hor ve hakir görmeleri, yokluğa, hiçliğe, yalnızlığa, acılara terk etmeleri…

Tabiî, bütün bunlar olup biten, yaşanan acı gerçekler… Ancak bunların hiçbirisini din, yani İslâm emretmemiş. Aksine birer câhiliye âdeti, duygusu, düşüncesi olan bütün bu gelenek ve şartlanmaların hepsini toptan reddetmiş. Peygamber Efendimiz, diri diri toprağa gömülen kız çocuklarının, insan olmak vasfıyla erkeklerden hiçbir farklarının olmadığını, onların da öpülüp koklanmaya, eğitilip büyütülmeye, himâye edilip kollanmaya ihtiyaçlarının olduğunu ilân etmiş. Hatta bunu söylemekle kalmayıp bizzat hayatında sayısız misâliyle göstermiş, yaşamış, emretmiş. Onu mîrâs hakkından mahrum edenleri, câmîden, ilimden, irfandan mahrum edenleri kınamış, affetmemiş.

Şimdi günümüzde dünyanın pek çok coğrafyasında kızlara karşı aynı câhilî husûmet devam ediyor. Yine kız çocukları öldürülüyor, dışlanıyor, hafife alınıyor, hor ve hakir görülüyorlar.

Niçin?

  1. yüzyıldayız, ama 1400 küsur yıl önceki zihniyetle yaşıyoruz. 21. yüzyıldayız, bilim ve teknoloji çağındayız, ama câhiliye örf ve âdetleri zihinlerimize hâkim olmuş. İnsanlık, maalesef, 21 yüzyıl boyunca bir arpa boyu yol alamamış.

Biz de bu konuda bir çift kelâm edelim dedik. Zâlimin güçlü olması onun “haklı” olduğunu göstermediği gibi, mazlumun zayıf olması da onu “haksız” kılmıyor. İslâm, her hak sahibinin hakkını teslim etmemizi emrediyor. Belki yerleşmiş düzenleri, örf, an’ane ve gelenekleri bir anda değiştirmek mümkün değil, ama en azından birileri yanlışları göstermek, iyilikleri emredip kötülükleri nehyetmek zorunda…

Bu ay idrâk edeceğimiz “Kurban Bayramı”nın bütün okuyucularımıza hayırlar getirmesini Cenâb-ı Hak’tan niyâz ederiz.

Gelecek sayıda görüşünceye dek, Allâh’a emânet olunuz.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle