Sunuş

Muhterem Okuyucularımız;

Bu sayımızda sizleri hasta ve âcizlerle “tanıştırmak” istedik. Çünkü onlar artık “yeniden tanışılacak” kadar günlük hayatımızdan, gönül dünyamızdan uzaklaştılar, daha doğrusu uzaklaştırıldılar.

Aslında biz de, her an geçirdiğimiz bir kaza ile bedenen veya zihnen özürlü hâle gelebiliriz. Ya da bizi de amansız bir hastalık yakalayabilir. Bu noktada hiç birimizin bir dakika sonra ne olacağımıza dair bir garantimiz yok. Yahut her birimiz uzun yıllar ömür sürüp yaşlılık günlerimize ulaşabiliriz. Bütün bu saydıklarımız ve benzerleri hep birilerinin başına geliyor. Yanımızda, yanıbaşımızdaki insanlara, komşularımıza, akrabalarımıza, tanıdıklarımıza… Biz de onları görüyoruz, duyuyoruz, ama yüzümüzü çevirip yolumuza, hayatımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Sanki onlar yoklar, ya da onlar kötülük veya belâyı hak etmiş kimseler…

Ancak şunu unutmamak gerekir ki, tek başına hastalık veya musibet, bir şer veya kötülük değildir.  Sadece imtihandır. Hem o hastalık veya musibete mâruz kalan için, hem de onun tanıdığı, sevdiği, bildiği yakınları için… Hastalar, Eyyûb -aleyhisselâm- misâli, Cenâb-ı Hakk’ın kendisi üzerindeki nîmetlerini yâd ederek sabır ve şükür hâlini muhafaza edecekler, bu sayede hastalıkları vesilesiyle yüksek mertebeler kat edecekler… Yakınları da Cenâb-ı Hakk’ın kendi tanıdıkları, sevdikleri bir insana böyle bir imtihan vermesine âdeta bayram edecekler ve o hastanın gönlünü ve duâsını almayı, en büyük bir bahtiyarlık sebebi addedecekler.

Fakat kaza, belâ, hastalık ve musîbetlerin, insanları Allâh’a yaklaştıran bu yönü unutulduğu veya ihmal edildiği için maalesef “hastalıklar bir belâ” olarak görülüyor. Hasta her fırsatta hâlinden şikâyet ediyor; hastanın yakınları da âdeta hastadan ve onun dertlerinden kaçacak delik arıyor. Böylece hasta da kaybediyor, yakınları da…

Hasta veya hastalık bir örnek… Bu durum yaşlılarda da böyle, özürlülerde, engellilerde, fakirlerde de… Güçsüz, kendi hâline terk ediliyor. Herkes, evinin kapısını kapattığı yetmiyormuş gibi üstüne kilit üstüne kilit vuruyor ve evlerin duvarları, sokaklardan yükselen bîçârelerin, gariplerin, dulların, yetimlerin çığlıklarını, feryatlarını yutuyor. Evlerimiz bize “yalancı bir huzur ve sükûnet” veriyor belki, ama ya bu insanların her an yüzleşmek zorunda oldukları hayatın acımasız gerçekleri… Onları düşünecek bir gönül, onlara uzanacak bir el yok mu? Onların gözyaşını silecek, derdine derman olacak kimse yok mu? M. Âkif’in tabiriyle, “Hep yokluk mu her yer, peki, bir yok diyen sadâ yok mu?”

* * *

Size “evet” âcizleri, yaşlıları, yatağa mahkûm olanları, delileri, yetimleri düşünen birileri de var dedirtecek bir röportajla başlıyoruz dergimize… Ümmet-i Muhammed olarak sorumluluğumuzu hafifleten, bize rağmen, bizi temsil eden, zayıflarımız için ağlayan, onlarla gülen birileri var. İnsan “bir şeyler yapmak isterse” Cenâb-ı Hakk’ın ne kadar çok kapılar açılır.

İşte size bu sayıda bir dâvetimiz var; garipleri, hastaları, yatalakları, çaresizleri, yaşlıları, acezeleri görüp gözetme dâveti… Biz, onların duâları ve sevinçleriyle rızıklanıyoruz; üstümüzdeki belâlar, o garipler yüzü suyu hürmetine kaldırılıyor. Gelin, velîyy-i nîmetlerimizin kıymetini bilelim. Onlar hayattayken gönüllerine gidecek yollar bulalım. Hem onlar için, hem de kendimiz için…

* * *

Şebnem takvimimiz çıktı. Geçen yıldan âşinâ olanların ve yeni tanışmak isteyenlerin kaçırmak istemeyecekleri kadar güzel olmasına itina gösterdik. Takvimi görünce, sizin de hak vereceğinize eminiz. Biz sizinle ayda bir hasret gidermeye doyamadık, her gün sizinle beraber olalım, istedik. Sizinle okuyalım, düşünelim, tebessüm edelim, hüzünlenelim, yemek yapalım, hâtıralarımızı tazeleyelim dedik. Eğer siz de aynı duygu ve düşüncelerdeyseniz, sizi de Şebnem Takvimi’nin yapraklarında buluşmaya bekleriz, hem de her gün…

 

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle