Sunuş

Muhterem Okuyucularımız;

Zor bir zaman diliminden geçiyoruz. Şahıs olarak, âile ve toplum olarak, topyekûn İslâm âlemi ve insanlık olarak büyük imtihanlarda ter döküyoruz. Ama maalesef genellikle bu imtihanları kaybediyoruz. En azından dünya plânında olan biten bu… Dergiyi hazırladığımız günlerde İslâm Dünyası kan ağlıyor; yeni yeni katliâm haberleri geliyordu. Doğudan, Ortadoğu’dan, Afrika kıtasından, Türkiye’nin çevresinden, komşularından pek çoğu ya esâret zinciri altında ya da iktidarı ele geçiren müstebitler tarafından baskı ve şiddet yollarıyla iliklerine kadar sömürülmekte… Gerçi bu, dünden bugüne olmuş bir hâdise değil… İslâm Dünyası, birliğini kaybetmeye başladığı son 2-3 asrın birikmiş faturası… Elbet bugünler de ilânihâye devam edecek değil… Gün döner, devran döner. Dünya hayatında iyilikler de, kötülük ve sıkıntılar da geçici… Ama bu devri yaşayanların, bu hâdiselere şâhit olanların üzerinde büyük sorumluluklar, vazifeler var. Mâzeretimiz yok!.. Elimizi taşın altına koymamız lâzım.

İslâm Dünyası’nın acı bir manzarası da, Mısır ve benzeri ülkelerdeki ezilen Müslümanlara karşı, diğer Müslüman ülkelerin birlik içinde “Dur!” diyememesi… Belki daha kötüsü, bu zulümlere çeşitli dünyevî ve nefsânî sebeplerle seyirci ve hatta destek olmaları… Bizi asıl üzen, kıvrandıran bu!.. Müslümanların birbirine karşı kalplerinin katılaşması, aralarındaki ülfet, muhabbet ve kardeşliğin unutulması…

Düşman, elbette vazifesini yapacak… O, bunun için var. Ya dostlar… Onların kalpleri niye soğuk… Niye düşmanın silâhına mermi taşıyor? Bunu anlamak çok zor…

* * *

İşte bu acı gündeme ilâveten, bizim daha önce belirlediğimiz dergi gündemimiz de bununla paralel… Evliliklerdeki ihtilâflar… Eşlerin kalplerinin birbirine karşı soğuması, yanlış kurulan, yanlış söz ve davranışlarla çatallanan ilişkiler, kırılan kalpler, yıkılan yuvalar, artan boşanmalar ve gittikçe ortada kalan bir nesil…

Bizim kalplerimiz niye bu kadar katılaştı? Nefsâniyet ve benlik, bizi niye bu kadar esir aldı? Kendi rahat ve menfaatimiz dışında niye kimseyi düşünmez hâle geldik? Eski yuvaları kuran basiret, firâset, istişâre; devam etmesine vesile olan sabır, tevekkül, kanaat, sadakat, güvenilirlik şimdi nerede? Herkesin gözü niye hep yükseklerde? Neden herkes kendisinde “bulunmayanları” görüyor da, “sahip olduklarının” farkında değil?!

Bütün bunların temelinde ne var? Dünyaya dal budak sarmak mı? Bütün ölçülerimizin dünyevî değer ölçüleriyle, mal, makam, şan ve şöhretle değişmiş olması mı?

“Bu da geçer yâ hû”, “Edeb yâ hû” diyen nesillerimiz nerede? Evliliği, en kısa zamanda tüketilmesi gereken bir “zevk” ve “menfaat” müessesesi hâline getiren faktörler neler? Her şey bu dünyada elde edilen zevk ve lezzetlerden mi ibaret? Âhirete götürülecek bir azık yok mu? Yoksa biz, yaşadığımız hayatta âhireti öldürdük de, haberimiz yok mu?

* * *

Gelecek sayıda buluşuncaya dek, Allâh’a emanet olunuz.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle