Sunuş

Muhterem Okuyucularımız;

Nisan ayına geldik. Baharın kendisini gösterdiği, Peygamber Efendimizin dünyayı teşrifine dair programların birbiri ardınca yapıldığı bir döneme girdik.

Böyle bir ayda, sizlerle daha değişik bir konuyu gündeme taşımak istedik. Çalıştırdığımız kimselerin hakları… Malum olduğu üzere Peygamber Efendimizin vefat etmeden önce son vasiyetleri, “iki zayıfın, yani yetim ve kadınların hakları” olmuş. Bir de “namaz” ibadetine üç kere, peşpeşe dikkat çekmiş.

Biz, bu hadîs-i şerifin ilk bölümü üzerinde durursak… Neden “iki zayıf”? Çünkü onlar, güçsüz, savunmasız, haklarını dile getirecek durumları bile yok!.. Arkalarını dayayabilecekleri bir güç, haklarını geri kazanabilecekleri bir otorite yok… Çoğunlukla mağdur olmaya, mazlum olmaya müsait yapıdalar… Şayet muhatab oldukları insanlarda Allah korkusu, vicdan sızısı kalmamışsa toplumun en hoyratça kullanılan, en çok tepelenen, en çok hakları elinden alınan kesimi bunlar… Aradan geçen yüzyıllar, bu hakikati değiştirmedi, aksine perçinledi.

Peygamberimiz, o zaman için toplumun bir başka gariban halkası demek olan “köle ve câriyeler” için pek çok düzenleme yaptı; onların birer insan olmak hasebiyle sahip oldukları haklara dikkat çekti. Meselâ bir hadîs-i şerîfte; Onlar (köleleriniz) Allâh’ın emirleriniz altına koyduğu kardeşlerinizdir. Kimin eli altında kardeşi varsa, ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin. Ona gücünün yetmeyeceği bir şeyi yüklemesin. Şayet ağır bir iş yüklerse, ona yardım etsin. (Buhârî, Edebü’l- Müfred, 89) buyurdu.

Bugün elimizi vicdanımıza koyarak soracak olursak, işçi haklarında, İslâm’ın kölelere verdiği hakların ilerisinde miyiz, yoksa gerisinde mi? Kadınlar, çocuklar, hatta koca koca adamlar, toplumun “ezilen” tabakası değil mi? Eline maddî güç ve kısmî bir otorite geçiren herkes, emri altındakileri ezmeye başlamıyor mu?

Dinimiz, hayvanların hakkının bile zâyî edilmesine göz yummazken, insanlar, nasıl bu kadar rahat başka insanların haklarına girebiliyorlar?

Bu toplumda kadınlar, eskiden sadece ev hanımı idi. Şimdi ekonomik şartların zorlamasıyla, âile ve toplumdaki değişen bakış açısıyla, bazen daha fazlasına sahip olmanın, bazen de kendi kişiliğini oluşturup toplumda bir yer edinme endişesiyle artık kadınlar daha çok cemiyet hayatının içinde… İlk zamanlarda kendileri, daha çok “işçi” konumundayken, şimdi giderek içlerinden “işveren” konumuna yükselenler de var. Peki, kadınlar hemcinslerini “çalıştırırken” daha mı insaflı?

Kâr endeksli, daha fazla kâr etmek için “bir yerlerden” masrafları kısmaya çalışan “patronlar” neden ilk olarak bu tasarrufa “işçilerin kazandıkları”ndan başlıyorlar? İslâm’ın tavsiye ettiği işçi ve işveren hukuku ne? Piyasadaki herkesin, o iş için o ücreti vermesi, Müslümanların hataları affettirip onları masum kılıyor mu? Yoksa hepimiz, sadece kendimizi mi kandırıyoruz? Meselâ işçilerine asgarî ücreti yeterli gören patronlar, onlara verdikleri ücretle, bırakın âile geçindirmeyi, bir ay tek başlarına geçinmeye çalışsalar, yine aynı ücreti verirler mi? Sorular, sorular…

İslâm’ın bize hayat tarzı olarak tavsiye ettiği düsturlarla aramız açıldıkça buhranlarımız, bunalımlarımız, kaoslarımız artıyor ve artacak… Bir an önce, herkesin hakkını âdil bir şekilde aldığı bir ekonomik hayata kavuşmamız lâzım, yoksa çok geç olacak!..

Gelecek ay, buluşuncaya kadar Allâh’a emanet olunuz.

 

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle